ÖMÜR ŞAHİN KEYİF [email protected]

Komşu Suriye’de savaş beşinci yılını geride bırakırken, Türkiye kamuoyu, son dönemde sık yaşadığımız toplu ölümler nedeniyle, savaşı ilk kez bu kadar konuşuyor. Bölgede yaşanan kuşatma ve verilen kayıplar Suriye savaşından gelen görüntüleri andırırken, ülke genelinde sivilleri hedef alan bombalı saldırılar sıklaşıyor.

Ankara Kızılay’daki saldırı sonrası iktidarın ve yandaşların “Bir süre terörle yaşamaya alışmamız gerekiyor” sözleri büyük tepkiye neden oldu. Toplumun her katmanından insanlar, yandaşlara "alışmayacağız" yanıtını verdi. Son olarak İstanbul İstiklal Caddesi’ndeki saldırı sonrası yeniden gündeme geldiği üzere, Türkiye bombalara, savaş koşullarına ‘alışmak’ istemiyor.
Suriyeli Eczacı Ahmed el Muhammed de Türkiye halkının alışmamak için çaba sarf edeceğine inanıyor. En başından beri savaşın içinde. Şimdi ise Azez bölgesinde bir hastanede Sınır Tanımayan Doktorlar için çalışıyor.

Uzun sürmez, dedik
Arap Baharı denilen sürecin orta yerine, 2011’e gidiyoruz birlikte. Ülkenin dört bir yanında yükselen protesto gösterileri, hükümet güçlerinden acımasız bir karşılık buluyordu. “Polis ve ordunun silahlı saldırıları epey sürdü. Sonra, kendimizi korumak için silaha ihtiyacımız olduğuna karar verdik. Sonra hükümet güçleri; helikopterler, hava bombardımanları ve roketlerle saldırmaya başladı… İş yavaş yavaş büyüdü… Sonrası büyük bir savaş…”
İlk yıl, diyor Ahmed, henüz protestolar sürerken, her gün 30-40 sivilin ölüm haberi geliyordu. İkinci yıl ise sayı ikiye katlandı… Her gün 100 kayıp. Bu öyle çok tekrarlandı ki, “O gün ölen sayısı 30-40’ta kalırsa, sevinmeye başladık. Çünkü artık, her gün 100’den fazla sivilin öldürülmesine alışmıştık.” Öyle ki halk hava saldırılarının hedefi olan bölgeleri çok uzun süre terk etmedi. “İnsanlar gördüm. 50 metre ötedeki komşularının evleri bombalanmış… Sordum, ‘Biz saldırılara uzağız, güvendeyiz’ diyorlardı. Her gün uçaklarla dövülen bölgelerde yaşamaya devam eden insanlara sordum, ‘Günde sadece bir-iki saldırı oluyor, hedef alınmayacağımızı düşündük’ dediler. En yaygın düşünce ‘Bize bir şey olmaz, diğerlerine olur’ düşüncesiydi…”

Pazarları vurdular
Savaşa alışmak dedikleri şey bu mu? “Evet, öyle… Suriye’de kalabalık pazarlar kuruluyordu. Uçakların pazarı vurup bir kerede 10-20 kişiyi öldürdükleri oluyordu. Saldırıdan yarım saat sonra her şey normal akışına dönüyordu. Az önce hava saldırısı olduğu hissedilmiyordu bile. Çok sayıda hava saldırısı, bombardıman, çatışma… Alışıyordu insanlar.”
Ahmed’in anlattıklarına göre, gün geldi, kayıplar öyle yaygınlaştı ki kanıksandı. Duyguları gösteriş biçimleri, alışkanlıklar değişti. Hayat artık farklı akıyordu. “İlk zamanlar insanlar ailelerinden biri öldüğünde aylarca üzülürlerdi. Cenaze evine ziyarete gidilirdi. Ölen kişi üzerine aylarca konuşulurdu. Şimdi bir, iki gün sonra her şey unutuluyor. Çünkü çok fazla ölüme şahit oldular, duydular… Hem kendileri birini kaybettiler, hem de kaybedenleri gördüler… Neredeyse herkes ailesinden bir iki kişiyi kaybetti. Kayıp çok yaygın. Savaş Suriye’nin güneyinde başladığında, diğer bölgeler bu haberleri sosyal medyadan, Facebook’tan duyuyorlardı. 100 kişi öldü, bir köyde 10 çocuk öldü, ev yıkıldı altında kaldılar… Biz de ilerde bunlarla karşılaşacağımızı biliyorduk. Sonra bu haberlere de alıştık. Çatışmalar Suriye’nin kuzeyine ulaştıktan sonra, her an her şey olabilir diyorduk…”
Ve aslında en başında halk, işin bu kadar büyüyeceğini hiç tahmin etmemişti: “Halk birkaç ay içinde ya muhalifler ya da hükümet kontrolü ele geçirir, her şey biter diye düşünüyordu. Kimse evini bu yüzden terk etmiyordu…”

Sorumlu biz değiliz
Ahmed sohbetimiz boyunca, yaşadıkları için kimseyi suçlamadı. Sık sık gelip gittiği Türkiye’deki hava onu da etkilemiş olacak ki, konuşma bittikten sonra, ‘Türkiye için kötü bir şey söylemedim’ dedi. Söylememişti.
Son olarak komşu halkına hem bir endişesini hem de bir tavsiyesini iletmemi rica etti: “Öncelikle bir Suriyeli olarak, Türkiye’nin içinde olanlardan çok üzüntü duyduğumuzu söylemek isterim. Bazen olanlardan kendimizi sorumlu tutuyoruz. Fakat değiliz. Türkiye’de olanları engellemek için elimizden ne gelirse yapmak istiyoruz. Bunu yapan kişiler Türkiye halkının Suriye halkından nefret etmesini hedefliyor. Suriyeliler Türkiye’ye geldi ve başımıza bela açıldı, densin istiyorlar. Ama biz öyle insanlar değiliz.
Türkiye’de insanlar her şeyin farkındalar, Suriye’de olanların Türkiye’de de yaşanmasını istemiyorlar. Bence bu hal içinde yaşamaya alışmayacaklardır. Herkes bunların yaşanmasını engellemek için bir şeyler yapacaktır…”

‘Silahlanmak hataydı’
Savaştan önce Halep’in kuzeyinde yaşayan Ahmed, ülkede büyük bir reforma ihtiyaç duyulduğundan emin olsa da şimdi emperyalist güçlerin vekalet savaşlarına meydan olan ülkesinde, “Keşke savaştan başka bir yol bulunmuş olsaydı” diyor. Ben sormadan, anlatıyor: “Ana hata hükümete karşı silahlanmamız gerektiğini, hükümetin tamamen yanlış olduğunu, Devlet Başkanı’ndan yetkililere kadar bütün sistemi yok etmemiz gerektiğini düşünmemiz oldu. Başka bir yol seçebilirdik.
(…) Mesela sizin ülkenizde muhalefet var, parlamento içinde bir çözüm bulabilirler. Bombalı saldırılara destek olmak çok büyük bir hata olur. Bombalı saldırılar problemleri çözmez, daha da kötü yapar.”
Silahlı yolu, dış ülkelerin teşvik ettiğini düşünüyor musun, diye soruyorum. “Evet” diyor, “Savaşa cesaretlendireceklerine arabuluculuk yapabilirlerdi. İnsanları silahlanıp, hükümete karşı savaşmaya cesaretlendirdiler. Fakat hükümetle görüşüp, parlamentoya muhalefetin de yeri olmasına izin vermesini, muhalefetin de karar mekanizmalarına katılabilmesini sağlamaya çalışmadılar. Savaş gerekli değildi.”

Silahları kim verdi? “Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler, silah ve askeri malzeme gönderdiler. Bunlar Türkiye üzerinden girdi. Çünkü göndermek için tek yol buydu. ABD de sadece izliyor ve ‘Evet, özgürlüğünüze savaşarak sahip olabilirsiniz’ diyordu. Esad’ın artık Suriye’nin başkanı olmadığına ve hükümetinin meşruiyetinin kalmadığına dair açıklama yaptılar. Bu şekilde insanları silahlanmak ve hükümete karşı olan bu savaşı bitirmek konusunda cesaretlendirdiler. Her şey çok hızlı oldu. Hiç kimse bir sonraki aşamada ne olacağını bilmiyordu.”

Kaynak: Birgun.net