ASLI AYDIN / [email protected]

Türkiye’de siyasi gündemin gerisinde kalsa da ekonomide de büyük bir krizin eli kulağında. Üretim daralıyor, ihracat gücü kayboluyor, istihdam ve gelir seviyesinde daha da büyük bozulmalar gözleniyor. Tüm bu eğilimlerin gözlendiği süreçte çalışma yaşamına yönelik önemli bir dönüşüm şu sıralar hayata geçiriliyor. Çalışma yaşamında neler değişiyor, nasıl bir gelecek emekçileri bekliyor Dr. Denizcan Kutlu ile konuştuk.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı üç aylık eylem planları arasında esnek çalışma ve özel istihdam büroları olduğunu belirterek, bu çalışma biçimlerini yaygınlaştırmak adına düğmeye bastıklarını ifade etti. Bakanlığın masasında nasıl bir eylem planı görülüyor?

Öncelikle masaya getirilen düzenlemelerin yeni olmadığının altını çizmek gerekiyor. Ortada esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılmasına dönük, artık tarihsel olarak nitelendirebileceğimiz bir süreç var. Bu çerçevede, iş çevrelerinin 1990’ların başları ve esas olarak da ortalarından bu yana uygulaya geldikleri ve yasa talebi biçimine büründürdükleri esnek çalışma olgusunun yeniden meclis gündemine alınması bir sürekliliğin parçasıdır. Ancak yine de, işgücü piyasasının neo-liberal dönüşümü açısından baktığımızda, yıllardır gündemde olan kimi düzenlemelerin, bu sefer tarihe konarak gündeme getirildiğini görüyoruz.

Daha programlı ve hedef odaklı ilerliyorlar sanırım?

Evet. AKP’nin 64. Hükümet 2016 Eylem Planı’nda 2016 yılı için sadece 21 Aralık 2015 - 21 Mart 2016 tarihlerini içeren 3 ay değil, 6 aylık ve 1 yıllık bir takvim dahilinde, sosyal politika ve çalışma yaşamı ile ilgili pek çok düzenlemeye ilişkin hazırlıklar yapılacağı ve bunların yaşama geçirileceği belirtiliyor. Çalışma yaşamı ve bunun içerisinde de esnek çalışmaya ilişkin düzenlemelerin, 21 Mart 2016’da sona erecek olan ilk 3 aylık zaman diliminde toplandığını gözlemliyoruz. Bu kapsamda yasal düzleme taşınacağı belirtilen esnek çalışma ile ilgili uygulamaların, “güvenceli esneklik sağlayacak düzenlemeler”, özel istihdam bürolarının meslek olarak geçici iş ilişkisi yapabilmesine ilişkin düzenleme, kıdem tazminatında yeniden yapılanma ve üniversite öğrencilerinin kısmi zamanlı, yani part-time çalışabilmesine dönük düzenleme olduğunu görüyoruz.

Burada öne çıkan düzenleme hangisi. Sermaye nereden yükleniyor?

Esas olarak, özel istihdam bürolarının mesleki anlamda geçici iş ilişkisi kurabilmesine dönük düzenleme etrafında bir tartışmanın varlığını koruyor. Bu uygulama, Anayasa’da da yer bulmuş olan çalışma hakkı çerçevesinde, kamusal iş bulma yükümlülüğünü zedeleyecektir. Ancak tartışma bununla da sınırlı değil. İşverenlerin esneklik talepleri adeta dipsiz kuyu gibi; çünkü sonu gelmiyor. Hatta konuyla ilgili yapılan son toplantılardan birinde, TİSK temsilcisinin, uzaktan çalışmayı esneklik olarak değerlendirmediklerini söylediği aktarılıyordu. Düzenlemenin herhangi bir sektör sınırlaması olmaksızın Borçlar Yasası’nda kalmasını istiyorlar; İş Yasası kapsamında düzenlemesini tercih etmiyorlar. Üretimi işyeri dışına çıkartan, ev eksenli çalışma ve tele çalışma gibi iki temel boyutu olan bu çalışma biçimi bile esneklik kapsamında ele alınmıyorsa, işverenlerin esneklik taleplerinin nerede biteceğini kestirmek mümkün olamayabilir. Bu anlamda, işgücü piyasası ne zaman ve ne olursa tam anlamıyla esnek olacak sorusunun cevabı yok. Esnek zamanlı çalışma, iş paylaşımı, yıllık ücretli izin süreleri, ihbar önellerinin yeni esneklik başlıkları olarak belirmesi beklenmelidir.

Sendikaların direnişi gidişatın önüne geçebilir mi?

Kıdem tazminatında, sendikaların görece daha net bir tavır sergilemesinden kaynaklı olarak, “mevzuat çalışması yapılacaktır” ve “sosyal diyalog mekanizmaları çerçevesinde konunun sonuçlandırılması sağlanacaktır” gibi daha ihtiyatlı cümlelere rastlanırken, diğer başlıklarda, “mevzuata eklenecektir”, “mevzuat düzenlemeleri tamamlanacaktır” şeklinde ifadelerle karşılaşıyoruz. Ancak yine de yasa koyucunun belki de ilk kez ayrıntılı bir takvime de bağlanmış bir biçimde düzenlemelerin seyri ile ilgili bu kadar kararlı olduğunu gözlemliyoruz. Tabii şayet bu düzenlemeler belirlenmiş içerikleriyle bu tanımlı takvimde yasalaşacaksa, bu yasalaşma sürecinin, diyalog süreçlerini işlevsizleştirerek, özellikle işçi sendikalarına rağmen gerçekleşeceğini de akılda tutmak gerekir.

Esnek çalışmada kadınlara yönelik birçok madde var. Sanki kadınlar özel bir hedef kitlesi olarak bulunuyor.

Kadınların, istihdam politikaları ve daha genel olarak sosyal politikalar açısından, özel bir hedef kitle olarak görüldüğü saptaması oldukça yerindedir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kadınlara dönük özel kimi program ve düzenlemeleri var. Çalışma yaşamı açısından baktığımızda, özellikle esnek çalışma ve istihdama katılım gündemi üzerinden; sosyal politikalar ve nüfus politikaları alanında da çok çocuklu aile yapısının güçlendirilmesi, ailenin korunması ve kadınlara dönük hak ve yarar sahipliği temelinde çeşitli sosyal yardım programlarının geliştirdiğini görüyoruz.

Ağırlık noktasının, kadının, toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü temelinde varlığını koruyan hane içerisindeki sorumlulukları ile işgücü piyasasına katılımı arasında uyum arayışında düğümlendiği söylenebilir. İlk bakışta, kadını güçlendirmeye dönük bir yaklaşımın ürünü gibi gözüken bu yöndeki çalışmalar, halihazırda gündemde olan yasama süreçlerine de yansıyan kimi olumlu gelişmelere karşın çok büyük ölçüde, muhafazakâr ve neo-liberal bir karakter taşıyor.

AKP hayat görüşünü de çalışma yaşamına dahil etti diyebilir miyiz?

Evet. Muhafazakâr bir yönelimi var. Çünkü esas olarak kadını aile içerisinde tanımlamakta ve çok çocuk doğurması gerekliliği doğallaştırılan bir nesneye dönüştürme niyetinde. Neo-liberal bir karaktere sahip; çünkü kadının işgücü piyasasına katılımını esas olarak esnek çalışma gündeminin bir parçası olarak ele alıyor. Bu iki temel strateji ise, iş ve aile yaşamının uyumlaştırılması olarak tanıtılıyor. Şu an tartışılan düzenleme de bu çerçevede ele alınabilir. Doğum sonrasında 6 aya kadar haftalık çalışma süresinin yarısı kadar ücretsiz izin olanağı ve çalışılan zaman için yarım çalışma ödeneği uygulaması; analık izninin evlat edinmeyi de kapsayacak şekilde yaygınlaşması ve ebeveynlere dönük olarak genişletilmesi ve ebeveynlere, doğum sonrası yarı ücretsiz iznin bitişinden sonra, çocuğun ilköğretim başlangıç dönemine kadar kısmi çalışma hakkı şeklinde kimi düzenlemeler tartışılmakta. Kamu emekçisi kadınlara dönük de çocuk sayısına göre doğum sonrası izinleri artıran ve ebeveynlere dönük yarı zamanlı çalışmayı içeren düzenlemeler de meclis gündemindedir. Her şeyden önce, doğum sonrasında kadının çalışma yaşamından çekilmesi gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, anılan düzenlemeler olumlu gibi gözüküyor. Ancak altını kazıdığımızda yarım ve devamında kısmi çalışma üzerinden esnek ve düşük ücretli çalışmanın gerçekleştirilmesine dönük bir eğilimin varlığı göze çarpıyor. Bu kısmi çalışmanın yaratacağı süre açığının özel istihdam bürosundan geçici olarak kiralanmış işçi ile kapatılmak istendiği görülüyor. Geçici çalışmaya ilişkin düzenlemelerin iç içe geçirildiği anlaşılıyor.

Çalışma ilişkilerine dair bu dönüşümler kamuoyuna işsizliğin bir çözümüymüş gibi yansıtılıyor.

Kesinlikle öyle, zaten konuyla ilgili politika belgelerini ve yasama süreçlerinde ileri sürülen madde gerekçelerini incelediğiniz zaman hep bir işgücü piyasası eleştirisi vardır. İşsizlik söz konusu olduğunda, yapısal uyum ve reformlar gibi daha genel söylemlerin yanı sıra çalışma ilişkilerinin esnekleştirilmesine dönük özel bir katılık ideolojisi ve söyleminin de devreye sokulduğunu görüyoruz. Bu yaklaşıma göre, Türkiye’de işgücü piyasası, koruyucu mevzuat dolayısıyla son derece katıdır. Bu nedenle de işverenler gerektiği kadar işçi istihdam edememektedir. Hatta TİSK’in 2004 tarihli bir raporunda, çalışanları işten çıkarma olanakları daha geniş olsaydı, özellikle KOBİ’lerin, yeni istihdam yaratmada daha hızlı davranabileceklerine ilişkin bir iddia da yer alıyordu. Nitekim, işveren temsilcilerinin yasanın hazırlanmasına ilişkin “sosyal diyalog” süreçlerinde, esnek çalışma biçimlerini savunurken, işçi çıkarmanın çok zor olduğu konusunda kimi şikayetlerde bulundukları da işitilmektedir. Dolayısıyla, evet, Türkiye’de işsizlik, esnek çalışma gündeminin toplumsal ölçekte ikna sürecinin önemli bir parçası.

Peki gerçek fotoğraf nasıl olacak?

Olgularla da büyük bir çelişme halinde; çünkü işgücü piyasasında esnekliğin yasal boyutlarını da içererek arttığı ve yaygınlaştığı 2000’li yıllarda, işsizlik verilerinde toplamda bir azalma gözlemleyemiyoruz; hatta resmi işsizlik verileri içerisinde sayılmayan iş aramadığı halde çalışmaya hazır olanların da dahil edilmesi ile eğilimsel olarak ciddi bir artış görülüyor. Dolayısıyla işsizlik sorununu çözmek bir tarafa, esnek çalışma, işsizlik de dahil, çalışma yaşamının sorunlarını boyutlandırmıştır diyebiliriz.

Esnek çalışmaya dair tartışmalar kamuoyunda Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) ile öne çıkmıştı. Bu strateji belgesinin ortaya koyduğu hedeflerin adım adım hayata geçirildiğini izliyoruz. UİS’i genel eğilim olarak nitelendirirsek, özellikle yapısal işsizliği çift hanelerde seyreden Türkiye’de çalışma yaşamının geleceği konusunda neler söylemek mümkün?

Ulusal İstihdam Stratejisi’nin giriş kısmında tartışılan ekonomik hedeflerin yanı sıra, eğitim-istihdam ilişkisi, güvence ve esnekliğin sağlanması, özel politika gerektiren gruplar ve sosyal koruma-istihdam ilişkisi şeklinde dört temel başlıktan oluştuğunu görüyoruz. Bunun dışında çeşitli sektör stratejileri de bulunmaktadır. Dört başlığın, esas olarak aktif işgücü piyasası politikaları temelinde istihdama katılımı artırmaya dönük olarak inşa edildiğini görüyoruz. Ancak bu strateji niceliğe odaklanmış ve yaratılan işlerin niteliği önemli ölçüde tartışma dışı bırakılmış durumda. Bu da zaten en başta güvencesizlik ve işsizlik demek.

***

İşsizliğe çare olamaz

Türkiye, neo-liberal evrede, tarihinin gördüğü en hızlı işçileşme sürecini yaşıyor. Ücretli, maaşlı ve yevmiyelilerin toplam istihdam içerisindeki payının 1990’lardan bugüne, yüzde 35’lerden, yüzde 60’lar düzeyine tırmandığını gözlemliyoruz. Ancak kurulan istihdam ilişkisinin genel yapısının güvenceli bir nitelik taşıdığını söylemek mümkün değil. İşsizleşenler içerisinde ise, resmi veriler, uzun süreli işsizlik dolayısıyla, iş bulma ümidi olmayanların da arttığını söylüyor; ki toplumun geleceği açısından dikkatle incelenmesi ve üzerinde durulması gereken bir noktadır. Bun esnek çalışma ile çözebilmeniz mümkün değil. Ayrıca, toplu sözleşme kapsamına göre sendikalaşma oranının yüzde 6-7’lerde olduğunu, özel sektörde ise, yüzde 3-4 bandına indiğini görüyoruz. Kolektif temsili dışlayan bir işçileşme olgusu var. Bu tabloya, nitel varlığı itibarıyla sendikaların güç kaybetmesini de eklemek gerekiyor. Bu veriler etrafında, önümüzdeki süreçte çalışma yaşamının işten çıkarma, ücretin ödenmemesi ve düşük ücreti içeren ücret sorunları, kayıt dışılık, iş güvencesinin kapsamının yetersizliği, uzayan iş süreleri, toplu sözleşme, sendikal hak ihlalleri ve işçi sağlığı ve güvenliği gibi pek çok sorununun artarak devam edeceğini öngörmek mümkün. İstihdam ilişkisinin, kişi ve hanenin geçim düzeyi ve geleceği üzerindeki belirleyici etkisi nedeniyle, özellikle işgücü piyasasına yeni katılan kuşakları, iş güvencesi ve sosyal güvence sorunları yaşayacakları bir geleceğin beklediğini tahmin edebiliriz.


Kaynak: Birgun.net