DOĞU EROĞLU / [email protected]

Türkiye’de çevre, enerji ve kent projelerine karşı yerel ve ulusal başkaldırıların tarihçesi kaleme alındığında araştırmacılar şüphesiz, siyasal iktidarların müdahaleleriyle sürekli dönüşüme uğrayan yargı üzerinden yürütülen mücadeledeki sapmaları da dikkate alacak. 2000’li yılların ikinci yarısından itibaren çevre-kent direnişlerinde geçerli olagelen paradigma, Gezi Parkı Eylemleri sonrası dönemde iktidarın ısrarlı sınamalarıyla karşılaşıyor. Önceden, direnişlerdeki olumlu veya olumsuz sonuçları ortaya çıkartan faktörler kısaca şu şekildeydi: Merkezi olarak planlanmış bir proje yerelde istenmiyorsa, yerelin sakinleri bir öz-örgütlülük oluşturuyor, bu örgüt sokaktaki gösteriler veya savunma eylemleriyle sesini duyurmaya, sahadaki fiili çalışmaları engellemeye çalışıyor, sermayeyle bütünleşik yani yatırımlarla dolaylı olarak bağlantılı anaakım basında gedikler açabildiği ölçüde ve yargıda önleyici kararlar aldırabildikçe idareyi belirsiz bir süre için savuşturmuş oluyordu.

Yıldıran ÇED döngüleri

Son birkaç yıldaysa bu sokak-hukuk-basın üçgenindeki iyi performanslarla kazanılan direnişler, geri çekilen projelerin karbon kopyalarının sürekli yerellerin karşısına çıkartılması yoluyla yıpratılıyor. Örneğin Çanakkale’de 2012’den beri, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Olumlu Kararları idare mahkemeleri tarafından iptal edilen Cengiz Holdinge ait Cenal Termik Santralı projesi, aynı proje için hazırlanan 4’üncü ÇED Raporunun da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylanması, sonrasında açılan iptal davasının da reddedilmesiyle resmen davasız kaldı. Üç defa ÇED Olumlu Kararları iptal edilen kömüre dayalı termik santralın inşaatı, bu 4 yıllık yargı süreci sırasında zaten ilerlemekteydi. ÇED iptal davaları bir şekilde canlandırılsa bile artık santralın planlandığı noktaya 2 kilometre mesafedeki Karabiga’da yaşayanlar da projeye ‘bitmiş’ gözüyle bakıyor. 2 yıl önce kasabayı ziyaret ettiğim sırada, 3 bin nüfuslu kasaba nüfusunun 5’te 1’ini, yani neredeyse 600 Karabigalıyı kömür karşıtı bir panelde buluşturabilen yerel direniş, bugün yeni davalar için davacı bulmakta zorlanıyor.

Yinelenen projelerle yerel direnişlerin yıldırılmaya çalışıldığı bir başka noktaysa Artvin-Cerattepe. On yıllardır gündemden düşmeyen, bir süre faaliyete de geçen maden arama projesine karşı, tüm ülke tarafından yakından takip edilen güncel direnişte yaşananlar da Karabiga’da uygulanan yöntemi çağrıştırıyor. Üstelik yatırımcısı da yine –Proje sahibi Özaltın İnşaatın altyüklenicisi olması hasebiyle– Cengiz Holding. Yıllardır süren yargı mücadelesinde 2014’te gelen “Maden projesi hayata geçerse Artvin yaşam alanı olmaktan çıkar” gerekçeli ÇED Olumlu Kararının iptalinin üzerinden bir hafta bile geçmeden şirket bazı tadilatlar yaparak, 2009/7 sayılı Genelgenin de yardımıyla yeni bir ÇED süreci başlatmadan Nihai ÇED Raporunu Bakanlığa sundu, onay da gecikmedi. 2015 yaz aylarından beri Cerattepe’yi korumak için Artvinliler tüm güçleriyle direniyor ancak idare ve şirketler bu direncin biraz olsun azalacağı anı kollamaya devam ediyor; üstelik bu sırada edindikleri küçük kazanımlara da dört elle sarılıyor.

Akkuyu mücadelesinde koordinasyon eksikliği

Akkuyu Nükleer Güç Santralı projesi özelindeki nükleer karşıtı cepheyse bu süreçleri daha farklı biçimde deneyimliyor. Mersin’den, santral kurulmak istenen Akkuyu mevkiine neredeyse 2 saatte ulaşılabiliyor olması, santral proje sahasını çevreleyen Büyükeceli ve Gülnar beldelerininse ekonomik gerekçelerle nükleer enerjiye mesafe koyamaması direnişi bir anlamda marjinalleştiriyor ve hareketin sokak kısmını Mersin demokratik kamuoyunun bir kısmı ile ülkenin çeşitli yerlerinden Mersin’e gelmeyi göze alabilen az sayıda kişiye hapsediyor. İşin basın yönünde dünyada 1960’larda esen kalkınmacı rüzgar Türkiye’de etkisini hâlâ sürdürebiliyor; hem merkeze hem de sağ siyasete yakın yayın yapan kurumlar, dünyada nükleer enerji gerilese de hiç bu yöntemle enerji üretmemiş olan Türkiye’nin içinde kalan uhdeye özlemlerini gizlemiyor. Mücadelenin yargı ayağındaysa ciddi bir ayrıksılık göze çarpıyor. Çok uzağa gitmeye gerek yok; Mersin 1. İdare Mahkemesinden apar topar alınıp Danıştay’da birleştirilen Akkuyu davaları, 17 farklı dosyayı, yani farklı davacıların açtığı 17 ayrı iptal davasını kapsıyor. Bilirkişi keşfi de tüm bu davalar için ortaklaşa gerçekleştirildi.

Akkuyu’da bilirkişi keşfi zamanı

Akkuyu NGS’de sahte imzanın üstü örtüldü

Yinelenen projeler kuralı, Akkuyu için 1970’li yıllardan beri geçerliliğini koruyor. Neredeyse yarım yüzyıl önce verilen yer lisansı bugüne dek güncellendi; proje ise kimi dönemlerde alevlendiyse de hiçbir zaman bugünkü kadar gerçekleştirilmeye yakın olmadı. 12 Mayıs 2010’da Rusya’yla Türkiye hükümeti arasında uluslararası anlaşma imzalanmasıyla resmen başlayan süreçte 2013’e gelindiğinde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığına ilk Akkuyu NGS Nihai ÇED Raporu sunuldu. Ardından düzenlenen İnceleme Değerlendirme Komisyonu (İDK) toplantısıysa yatırımcı şirket için pek olumlu geçmedi. Atıkların bertarafı, deşarj yoluyla deniz suyundaki ısınmanın deniz ekosistemine olan etkileri, söküm protokolü, acil durum planları, afet ve risk yönetim stratejileri ile zararların mesuliyeti gibi konularda İDK’ya katılan hiçbir kurumu tatmin edemeyen şirkete ÇED Raporu kısa sürede iade edildi. Yeniden hazırlanıp bir sonraki İDK Toplantısındaki değişikliklerle birlikte 24 Eylül 2014’te Çevre ve Şehircilik Bakanlığına teslim edilen ikinci Nihai ÇED Raporu hakkında, kısa sürede ÇED Olumlu Kararı alındı. Yani ilk İDK’da tespit edilen devasa gedikler projeyi yalnızca bir sene geciktirdi; üstelik ilk İDK’da dile getirilen bu eksikliklere Akkuyu NGS A.Ş. hiçbir zaman (Bilirkişi keşfi sırasında da) somut çözümler getiremedi. Dolayısıyla makalenin kalanında, onlarca kez hakkında yazdığımız bu eksikliklerden pek de bahsetmeden keşfin niteliklerinden söz etmek daha isabetli olacak.

Ev sahipliği avantajı ve kontrollü gerginlik

Akkuyu NGS ÇED Olumlu Kararının iptali için Danıştay’da birleştirilen dosyaların bilirkişi keşfinde, emsallerinde olduğu gibi, taraflar kontrollü gerginlik ve düşük yoğunluklu bir ihtilaflı ortam yaratarak karşıtları üzerinde tahakküm kurma stratejileri benimseyerek güne başladı. Ancak keşif yapılacak bölge halihazırda Rosatom’un Türkiye uzantısı Akkuyu NGS A.Ş.’ye tahsis edilmiş olduğundan, davalı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Bakanlık yanında davaya katılan şirket ev sahipliği avantajını oldukça verimli kullandı. Bu eşitsiz durumun etkileri tüm gün boyunca kendini çeşitli şekillerde hissettirdi. Yine de katılan tüm tarafları canından bezdiren 13 saatlik keşif, idare ve şirketin bu önlemlerinin yanı sıra, Türkiye’nin nükleer karşıtları açısından da ciddi içkin sorunlar barındırıyordu.

Sabah 09.00’dan itibaren Akkuyu NGS A.Ş.’nin kontrolündeki bölgenin girişine keşif için gelenler, iki jandarma kontrol noktasından geçerken üstlerinin ve araçlarının aranmasına müsaade etmek zorunda kaldı. Davacıların avukatlarıysa, jandarmalar tarafından kendilerine gösterilen, yerel mahkemeden alınan arama ve önleme kararına uymayacaklarını jandarmalara aktardı; davacıların dirayetini ölçen bu ilk deneme, jandarmaların ısrarcı olmamasıyla kısa sürdü ve tesis kapılarına gidildi. Buradaysa Akkuyu NGS A.Ş. bölgesine kimin geçip kimin geçemeyeceği tartışmaları vardı.

Tarafsızlığa gölge düşürenler ve usul hataları

Mahkeme heyeti ile bilirkişiler, proje sahasına birkaç kilometre ötedeki Ulu Resort Hotelde konaklamıştı. Ulu Resort Hotel tesisinin açılışında konuşan şirket yetkililerinden biri, otelin yapımına karar verme motivasyonlarını Mersin yerel basınına göre, şu sözlerle açıklamıştı: “Nükleer santrali kuracak olan Akkuyu NGS, burada konaklamak üzerine büyük bir boşluk olduğunu, böyle bir tesise ihtiyaçları olduğunu bize bildirdi. Buranın müşterisinin yüzde 25'ini Ruslar oluşturacak. Yani nükleer santralde çalışan personel ve aileleri kalacak.” Üstelik oteli inşa eden Ulu İnşaat şirketi, Akkuyu NGS A.Ş.’den 1 milyon bedelli bir de ihale aldığını saklamıyordu. Keşfin tarafsızlığına gölge düşürebileceği göz ardı edilerek, mahkeme heyeti ve bilirkişiler keşif öncesinde bu otelde konakladı [Otelde konaklanacağı bilgisini yine otel yetkilileri, 9 Haziran’daki bir telefon görüşmemizde teyit etmişti. Konaklama tercihine ilişkin yapılan itirazlar mahkeme tarafından reddedildiyse de, Ulu Resort Hotel’de konaklandığına ilişkin bir yalanlama gelmedi. Belli ki bu konu heyetten kimseyi o kadar da rahatsız etmemiş olacak ki, bazı bilirkişiler keşfe üzerinde Ulu Resort Hotel yazan kağıt dosyalarıyla katılmaktan da imtina etmedi]. Akkuyu NGS A.Ş.’ye yakın konumu dışında hiçbir gerekçeyle açıklanamayacak bu konaklama tercihine karşın mahkeme heyeti ve bilirkişi keşfe geç kalmayı başardı!

Mühendislik firmasının Akkuyu sahteciliği TMMOB’yi ilgilendirmiyormuş

Jandarmaların, mahkeme heyetinin belirlediği isim listesinde olmayanları keşif alanına almama ısrarı, tesisin içinde heyetle yapılan görüşme sırasında biraz olsun kırılabildi ve davacı kurumları temsil eden yetkililer keşfe katılabildi. Ancak gizlilik kararı olmamasına rağmen ve hatta yargılamanın aleniliği ilkesiyle ters düşmek pahasına, alana girmek isteyen yurttaşlar keşif mahalline, “Keşfe konu alanın Akkuyu NGS A.Ş.’nin özel mülkiyeti” olduğu gerekçesiyle mahkeme başkanı tarafından alınmadı. Bir süre, mahkeme heyetinden olduğu izlenimini verip hiçbir davacı kurum temsilcisinin alana giremeyeceğini iddia eden şirket avukatının, gerçek kimliği anlaşılınca savuşturulduğunu eklemek gerek. Gizlilik kararı olmayan yargılamanın bilirkişi keşfi safhasında, benim haricimde yalnızca bir gazetecinin daha hazır bulunduğunu da belirtmeli.

45 dakikaya yaklaşan, ‘içeriye kim girecek?’ karmaşası sonrasında, neredeyse tamamı Akkuyu NGS A.Ş.’nin kontrolündeki bölgeyi ilk defa gören davacılar ve vekilleri, alanda yapılmış çalışmaların kapsamına hayretler ederek, yaklaşık 5 dakikalık bir otobüs yolculuğu ardından, şirketin toplantı yapılması için uygun gördüğü prefabrik yapıya ulaştı. Hakkını teslim etmek gerek; bilirkişiye beyanların sunulduğu 4 saatlik toplantının ilk dakikalarında şirket, davacılar ve vekillerine su ve çay ikram etti. Fakat lojistik tercihlerin yıpratıcılığı çok geçmeden ortaya çıktı. Mersin’in Temmuz güneşi altında, yaklaşık 40 derece sıcakta, soğutma sistemi olmayan prefabrik bir salonda yapılan ön toplantı herkes için epey zorlayıcı geçti. Şirketin bu tercihine bir de bu aşamanın moderatörlüğünü üstlenen hakimin bitmek bilmeyen müdahaleleri eklenince, davacılar bilirkişilere dertlerini anlatmakta zorluk yaşadı. Türkiye Barolar Birliği, TMMOB, TTB gibi Akkuyu NGS karşıtı mücadelenin hukuk safhasındaki lokomotifliğini üstlenmiş örgütlerin beyanları hakim tarafından 5’er dakikayla kısıtlandı, avukatların sözlerini sık sık kesen hakimini “Zamanınızı verimli kullanmıyorsunuz, aynı şeyleri tekrarlıyorsunuz” konulu dakikalar süren müdahaleleri avukatların konuşma kurgularını bozmayı başardı. Panik havasında geçen bu ilk kısımda, örgütlerin bilirkişi heyeti tarafından dinlenmesi için keşfe davet ettiği uzmanların beyanları da tartışmalarla sıkça kesildi.

Hakimin göz yumduğu veya vesile olduğu usul hataları da pek önemsiz sayılmazdı. İlk örtük kriz bilirkişilerin yemini konusunda yaşandı. Tarafsızlıkları ve diğer mesleki ilkeler hakkında, keşif işlemleri başlarken yemin ettirilmesi gereken bilirkişi heyeti hakimin, “Ben onlara dün akşam yemin ettirdim” sözleri üzerine tüm çalışmaları yeminsiz yürüttü. Tüm toplantı, yazılı bir talimat olmaksızın kolluk kuvvetleri tarafından kameralarla görüntülendi; hakim bu görüntülerin yalnızca bilirkişilere verileceğinde ısrarcı oldu. Her iki durum da, keşfin sonunda keşif tutanaklarının hazırlandığı anlarda tartışmalara ve şerhlerin düşülmesine yol açtı. Benzer şekilde, genelde mahkeme salonlarında fark edildikleri anda yaygın tepkilere sebep olan sivil giyimli ve silah taşıyan şahıslar, Akkuyu NGS bilirkişi keşfi sırasında bilirkişilere beyanların sunulduğu salonda toplantı başından sonuna dek bulundu.

Bir önceki Akkuyu NGS ÇED sürecinde bulunan eksikler giderilmediği gibi, beyanlar sırasında, ÇED Olumlu Kararının iptali için açılan davaya yetişmeyen pek çok yeni tespit de bilirkişiye aktarıldı. Deniz deşarjı simülasyonundaki hatalar, ÇED sürecindeki usul ve hukuk hataları, ÇED Raporlarındaki imza sahteciliği, İDK sürecinde sunulan resmi kurum görüşlerinin gizlenmesi, iletim hattı ve beton santralı gibi yapıların ÇED kapsamına alınmaması, atık bertaraf stratejilerinin açıklanmayışı, Rosatom’un Fukuşima sonrasında güncellenen nükleer güvenlik standartlarını pek de dikkate almaması gibi hususlar davacılarca vurgulandı.

Alternatif enerji tartışması

ÇED sürecindeki usuller hakkındaki tartışacakları umulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı adına keşfe katılan hukuk müşaviri Doç. Dr. Bayram Keskin ile keşifte söz alan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ÇED İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü Enerji Yatırımları Şube Müdürü Kenan Ocak’ın neredeyse esastan Akkuyu NGS projesini ve nükleer enerjiyi savunmaya varan beyanları salonda şaşkınlık yarattı ve bu beyanlar sıklıkla atışmalara yol açtı. İlk yanıtında Keskin’in sözlerine, “Burada davacıların isnatlarına yanıt vermeyeceğiz. Getirdikleri uzmanlarını söylediklerini zaten kabul etmiyoruz. Raporumuzdaki (ÇED) bilgi ve bulgular doğrudur. İddialara ilişkin somut şeyler sunmuyorlar. Temcit pilavı gibi aynı şeyleri söyleyip duruyorlar” diye başlaması doğacak tartışmaları müjdeliyordu. Keskin’in, “Gerçek çevreci biziz. Doğayı kullanmak onu korumaya engel değildir” sözleriyle yaptığı spin denemesiyse nedense Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı anımsattı.

Yine de, bu tartışmaları alevlendiren, içerisinde çokça ad hominem de içeren Bakanlık beyanlarının, aslında Akkuyu NGS projesine karşı açılmış bu davanın konusu olmayan alternatif enerji kaynaklarına dair davacı ve uzman görüşlerinden kaynaklandığını itiraf etmek gerekir. Nükleer enerji yerine güneş ve rüzgar enerjilerinin tercih edilmesi gerekliliği pek çok platformda tartışılabilir. Fakat bir projenin ÇED Olumlu Kararının iptalini değerlendirmesi beklenen bir mahkeme ile bilirkişi heyetinin asli sorumluluğu farklı enerji türlerinin yatırım maliyetlerini, çıktılarını, doğa ve topluma etkilerini yan yana koyup en sürdürülebilir, risksiz ve kamu yararı bulunan elektrik üretim biçimini seçmek değil. Mahkeme ve bilirkişinin değerlendirmesi, ÇED sürecinin usulüne uygun işletilip işletilmediğini araştırmak ve ÇED Raporunda şirket tarafından öne sürülen çevresel etkilerin gerçekçi olup olmadığını denetlemek. Dolayısıyla nükleer yerine başka enerji türlerine ağırlık verilmesi yönündeki beyanlar, şirket avukatı ve Bakanlık müşavirine söylem düzeyinde önemli bir avantaj sağladı. Akkuyu NGS A.Ş. avukatı, “Biz de uzmanlarımızı getirdik ama dinletmeyeceğiz, nükleer enerji seçimine ilişkin iddialar bu dosyanın konusu değildir” diyerek meseleyi kestirip attı. Bakanlık hukuk müşaviriyse tartışmayı daha da politikleştirdi ve bir açmaz yarattı: “Akkuyu NGS projesine karşı çıkarken, ‘Diğer elektrik üretim tesisleri tam kapasite çalışmıyor’ diye itiraz ediyorsunuz. Ama buradaki pek çok kişi [Akkuyu NGS A.Ş.’ye karşı açılan davada savunuculuk yapan avukatlar] başka enerji türleriyle ilgili icra yapmaya çalıştığımızda, RES’ler, HES’ler ve termik santrallara karşı da bize dava açıyorlar.”

ÇED’de başarısız olan kim?

Türkiye’de ÇED Yönetmeliğinin uygulanması sırasında, düzenlemenin ruhuna aykırı bir şeylerin yaşandığı bir gerçek. ÇED Yönetmeliği, bir yatırımın doğa ve toplum sağlığına olan etkilerini değerlendirmek, eğer etkiler öngörülen eşiklerin üzerindeyse yatırım planlarının idare tarafından onaylanmaması esasına dayanıyor. Bilirkişi heyetine yapılan beyanlar sırasında söz alan ÇED İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü Enerji Yatırımları Şube Müdürü Kenan Ocak’a göre, ÇED süreçleri Bakanlıkça büyük bir titizlikle inceleniyor ve kendi ifadesiyle, “Projelerin yüzde 40’ı onay alabiliyor.” Oysa ki Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kendi verileri, bu iddiaya biraz mesafeli yaklaşmamıza yol açıyor. Bakanlık verilerine göre, ÇED Yönetmeliğinin 1993’te yürürlüğe girişinden 2015 sonuna dek, 51 bin 200 ÇED Gerekli Değildir Kararı verildi; yani Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerine yapılan başvurular neticesinde 51 bin 200 projeye ÇED Raporu hazırlamadan yatırıma başlanabileceği söylendi. 4 bin 51 proje için ÇED Olumlu Kararı veren Bakanlık, 43 projedeyse ÇED Olumsuz Kararı aldı. Yani Bakanlığın önüne gelen projelerden 10 binde 7’si uygunsuz bulundu, ÇED Raporu hazırlayan yatırımcılarınsa yaklaşık yüzde 1’i Bakanlıktan olumsuz yanıt aldı. Ocak, bu verilerin kendisine hatırlatılması üzerine “Niçin iptal edilen ÇED’leri söylemiyorsunuz?” itirazında bulundu. Fakat ÇED Olumlu veya ÇED Gerekli Değildir Kararlarını iptal eden Bakanlık değil, idare mahkemeleri ve Danıştay. Dolayısıyla ÇED Olumlu veya ÇED Gerekli Değildir kararlarının sürekli mahkemelerce iptal edilmesi, bu yönetmeliği 23 yıldır uygulayan Bakanlığın hala pek çok hata yaptığını gösteriyor. Ocak’ın, “Artık herkes cep telefonu kullanıyor, cep telefonunda da radyasyon var” sözleriyse nükleer enerji lehine naif bir savunu olarak kayıtlara geçti.

Davacıların bilirkişiye beyanlar ile Bakanlık ve şirket tarafının bu beyanlara yanıtlarının saat 15.00’e kadar sürmesinin ardından hakim bir saatlik yemek arasına karar verdi. Ancak Akkuyu NGS A.Ş. alanına kendi araçlarıyla girmelerine izin verilmeyen davacılar, bu arada tesisten ayrılıp karınlarını doyurmayı göze alamadı. Hızlı davranan Aytuğ Atıcı, civarda bulabildiği bir miktar börek ve ayranı davacılara yetiştirmeyi başardı da. Mahkeme heyeti ve bilirkişilerse yemek arasını davacılardan habersiz 16.50’ye dek genişletti. Önemsiz gibi görünen bu durum pek çoklarınca, keşfe ev sahipliği yapmanın şirket tarafından istismar edilen bir başka avantajı olarak değerlendirildi. Saatler 17.00’ye gelirken, yaklaşık 3 saat 20 dakika süren saha keşfi kısmına geçildi.

Taş ocağı değil tıraşlama

Özellikle Ekim 2013’te, Akkuyu NGS proje alanında yapılan patlatmalar ve iş makinelerinin yoğun biçimde çalışması tartışma yaratmıştı. Akkuyu NGS A.Ş. çalışmalarla ilgili sorulara, “Taş ocağında çalışma yapılıyor” yanıtını vermişti. Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu da bölgede inceleme yapmak istemiş fakat alana girememiş, yine de ÇED Olumlu Kararı alınmamış olan Akkuyu NGS’ye ait proje sahasında inşaat çalışması olduğunu teyit etmişti. 3 yıldan sonra hala merak edenler varsa soru işaretlerini giderelim. Akkuyu NGS proje sahasında taş ocağına rastlamadık. Bunun yerine neredeyse İstanbul’daki Üçüncü Havalimanının kuşbakışı çekilen görüntülerdekilerle yarışabilecek dev hafriyat alanlarıyla karşılaştık. Akkuyu NGS proje sahasında, içine birkaç stadyum sığdırılabilecek 5 büyük alan tıraşlanmış ve hafriyatlardan arındırılmış durumda. Saha keşfinin başladığı ilk bölgede, bu alanların reaktörler, soğutma sistemleri, deşarj bölgesi ve yaşam alanı olarak değerlendirileceği öğrenildi. Saha keşfi sırasındaki tartışmalarsa proje sahasının jeolojik niteliği üzerinde yoğunlaştı. Geçmişte yapılan dolgu çalışmalarının sonuçlarına ilişkin iddialar ile zemin etütlerine şaibe karıştığına dair beyanların, bilirkişi tarafından ne derece ciddiye alındığı, heyetin ek bir zemin etüdüne ilişkin alacağı kararla anlaşılacak. Ancak Akkuyu NGS A.Ş. adına saha keşfinde bilgi veren teknik yetkili, zemin durumunun çok da sorun teşkil etmeyeceğini, zeminin niteliğinin ancak maliyet artırıcı bir unsur olduğunu ifade etmekle yetindi.

Keşif sırasında Doğu Limanı adı verilen bölgedeki dalgakıran yapısına eski projelerden sonra ilave bir inşaat yapılmadığı (Bu yapı Akkuyu NGS faaliyete geçerse işletme sırasında asli liman olarak kullanılacak), inşaat sürecinde malzemelerin getirilmesi için oluşturulacak Batı Limanı içinse henüz çalışmalara hız verilmediği görüldü. Bilirkişilerin Akkuyu NGS A.Ş. yetkilisine kimi zaman yönelttikleri sorularsa davacılarda ‘ihsas-ı rey’ hususunda soru işaretleri yarattı. Özellikle bilirkişilerden birinin, “Nükleer santral karbon emisyonu yaratmayacak, nükleer santral faaliyete geçerse kaç termik santralın yarattığı kirlilik ‘offset’ edilmiş olacak?” sorusu, bilirkişinin nükleer enerjiye ilişkin yanlılığını göstermesi bakımından dikkati çekti.

Türkiye’de nükleer enerji bir Sisifos Söyleni mi?

Saat 20.10’da sona eren saha keşfinin resmen nihayete ermesiyse 22.30’u buldu. Bunda, yukarıda sayılan usulsüzlüklerden ötürü keşif tutanaklarına düşülen şerhler de etkili oldu. Belki günlerce, hatta haftalarca sürmesi gereken ama 13 saate sıkıştırılan (Bir nükleer enerji santralının etki alanının yalnızca proje sahası olarak görülmesi, santralın olası bir arıza veya kazada etkileyeceği bölgenin keşif kapsamı dışında bırakılması, keşif gününde de dile getirilen bir tartışmaydı) keşfin sonuçları çok geçmeden bilirkişi raporu haline gelip Danıştay’a sunulacak, büyük ihtimalle de davanın neticesi hakkında önemli bir ipucu verecek. Davacıları pek de mutlu etmeyen keşiften akılda kalan soru ise keşif esnasında bir alandan diğerine yol aldığımız sırada, bir meslektaşıyla dertleşen Avukat İsmail Hakkı Atal’ın ağzından döküldü: “Türkiye’deki nükleer karşıtı mücadele ve Akkuyu NGS projesi birer Sisifos görevi gibi [Atal, Yunan tanrıları tarafından sonsuza kadar, bir kayayı yuvarlayarak dağın tepesine çıkartıp, dağın tepesine ulaştırdığı kayanın kendi ağırlığıyla aşağıya yuvarlanışını çaresizle izledikten sonra aynı görevi tekrar üstlenmekle cezalandırılan Sisifos’un hikayesinin anlatıldığı Sisifos Söyleni eserine atıfta bulunuyor]. Her defasında birkaç seneliğine bu tehlikeyi ötelemeyi başarıyoruz. Peki, acaba bu defa da kayayı itebilecek miyiz?”

Kaynak: Birgun.net