George Manbiot

Mesele göründüğü kadar basit değil. Referandum sorusu, dolaylı bir soru. Kapağını kaldırıp baktığımızda o mutlak politik soruyu, tam olarak da meselenin merkezinde yer aldığı için sorulmayanı görüyoruz: Sermayeyi siyasetten nasıl uzak tutarız?

Yeterli kamu denetimi olmadığında tüm politik sistemler zenginlerin hizmetine girer. Kontrolü, oyu olan çoğunluktansa, parası olan azınlık devralır. Dolayısıyla bu hafta cevabını bulmamız gereken soru: “Para, hangi siyaset ölçeğinde, siyasetten uzak tutulabilir?” Yapmak zorunda olduğumuz seçimden utanmamalıyız. Bu, plütokrasiler, zenginler rejimleri arasında bir yarış.

Avrupa Birliği, sinsi lobicilerin ve haksız etki sahiplerinin kol gezdiği bir lağım çukuru halinde. Tütün endüstrisi tarafından hizaya sokulan Avrupa Komisyonu, ‘geliştirilmiş denetleme ajandası’ dediği şeyi yürürlüğe sokarak sağlığımızı, çalışma koşullarımızı ve doğal hayatı koruyan, dişimizle tırnağımızla kazandığımız hakları yerle bir ediyor. Bu haklar alaşağı edildiğinde, şirketlerin gücü, ABD ile görüşülen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTYO) ile kemikleşecek.

TTYO’nun iki ana maddesi var. İlki, hukuki sistemi Atlantik okyanusunun iki ucunda aynı düzleme sokma anlamına gelen mevzuat ortaklığı. Burada mevzuatı kötüye götüreceği neredeyse kesin. İkincisi, yatırımcı-devlet arası uzlaşmazlık çözümü. Bununla birlikte, yürürlüğe konan bir yasanın şirketlerin kârını tehdit ettiği durumlarda, şirketler devletlere denizaşırı mahkemelerde dava açabilecek. Demokrasi, yönetimin istemediğimiz bölümlerini değiştirebilmemiz anlamına gelmektedir. TTYO yürürlüğe girerse, bunun engellenmesi güvenci altına alınmış olacak.

TTYO başarısız olursa? O zaman da farklı yöntemler var. Kanada ve Avrupa arasında sessiz sedasız imzalanan Kapsamlı Ekonomik ve Ticaret Ortaklığı onandığında yürürlüğe girecek. Bunun ‘hormonlu’ versiyonu ise, toplamda 51 ülkeyi ilgilendiren, Avrupa Birliği, Kuzey Amerika ve 19 ülkeyi içeren Hizmet Ticareti Ortaklığını da kapsayan bir pazarlık, üç yıldır kapalı kapılar ardında görüşülüyor.



Avrupa Zirvesi’nin geçen ay onayladığı ticaret sırları direktifi, bir şirketin kamuoyundan gizlemek istediği herhangi bir bilgiye ticari ürün muamelesi yapılması tehlikesini yaratıyor. Şirketlerin vergi kaçırma, sahte emisyon testleri, su kaynaklarını kirletme gibi suçlarını açığa çıkarmaya çalışan muhbirler ile kampanya yürütücülerini, mahkemenin insafına bırakarak devasa cezalar ve tazminatlarla yüz yüze getiriyor. Avrupa Birliği, güç ve sermaye arasında çöpçatanlık yapıyormuş gibi geliyorsa haklısınız, çünkü yapıyor.

Diğer yandan, İngiliz sistemiyle kıyaslayacak olursak, bu pislik çukuru sütten çıkmış ak kaşık gibi kalıyor. AB’nin siyasi yaşamı zehirlemesine izin verdiği her şirket dalaveresinin, Birleşik Krallık’ta daha fenası bulunuyor. Neredeyse hiç bilinmeyen ve tartışılmayan, akıl almaz derecede geniş çerçeveli Serbestlik Yönetmeliği, denetçilerin ‘ekonomik büyümeyi teşvik etme gerekliliğini’ gözetmesinde diretiyor. Ender doğal yaşam, tekerlekli sandalye rampaları, hız sınırları, çocukların ciğerleri: hepsi Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya katkı yapmak zorunda. Yoksa zaten neden varlar ki?

İngiltere yasallaştırılmış finans mafyasının güç tabanı haline gelmiş durumda. Bu mafya sağlıklı şirketlerin varlıklarını soyuyor, ülkenin konut piyasasını rulet masasına çeviriyor, uyuşturucu kartelleri ve teröristler için kara para aklıyor ve kazanımlarını polisin ve vergi memurlarının ulaşamayacağı yerlerde saklıyor. Özelleştirme, dış kaynak kullanımı ve özel finans girişimleri sayesinde kamu sektörü, ‘yakın dostların’ şehirlerde çabucak köşeyi dönebildiği, temel ihtiyaçların paralı hale geldiği bir sisteme dönüştürüldü. Aynı sınıf tarafından yönetilen medya dikkatimizi başka yöne çekiyor: toplumsal sorunların hepsi için göçmenleri suçluyor.

Avrupa’nın toprak yönergesi çerçevesini ve finans işlemleri vergisi sistemini çökerten İngiliz lobiciliğiydi. İngiliz ticaret bakanı, gizlice Avrupa Komisyonuna bir mektup yazdı ve yatırımcı-devlet uzlaşmazlık çözümü meselesinin TTYO’da kalmasında ısrar etti, hem de toplumun ya da parlementonun iznini almaksızın. Paranın gücünü dışarıda tutan duvarlar her nerede yıkılıyorsa, orada Bay Cameron’un ayak izini bulabilirsiniz.

Devletler kuruldukları ilk günden beri anlaşmalar yaparak güç kazanmaya çalıştılar. Avrupa’yı terk eden İngiltere’nin yaşayacağı söylenen özgürlük bir yanılgıdan ibaret. Bir ulus ötesi sistemi terk edip, diğerine girmiş olacağız. Avrupa’yı terk etme arzusu, egemenliğimizi Amerika’ya teslim etme isteğini uzunca bir süredir içinde barındırıyor. ABD ile yakınlaşan ilişkiler öngören Brexit destekçilerini kendi terimleriyle yargılayacak olursak, onlara ulusal çıkarlarımızı ‘süper güce’ teslim eden vatan hainleri demeliyiz.

Muhafazakâr parti on altı yıl önce bir manifesto yayınlamış, Kuzey Amerika Ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşmasını (NAFTA) imzalamamız gerektiğini söylemişti. AB’yi terk etmenin muhtemel sonuçlarından biri de bu olacak. Ticaret sınıfının, Birleşik Krallığın resmi ticaret bloku dışında yer almasına izin vereceğini düşünmek güç. Diğer bir deyişle, söz sahibi olduğumuz bir anlaşmayı, söz sahibi olmadığımız bir anlaşmayla takas edeceğiz.

TTYO’nun kamuyu koruyan duvarları yıkacağını nereden mi biliyoruz? Çünkü NAFTA’da yer alan maddeler aynı şeyi Kanada, ABD ve Meksika’da yapmaya başladı bile. ABD ile daha yakın ilişkiler kurmak, halihazırda paranın gücüne teslimiyetle atılmış imzaların bulunduğu bir sisteme teslim olmak demek. ABD’nin siyasi kampanya finansman sistemi, doların pençesine düşmüş bir Kongre, plütokrasinin hizmetine sokulmuş asker ve polis, kendi yozlaşmışlığını gizlemeye nadiren tenezzül eden bir medya. Paranın siyasi gücü tüm çıplaklığıyla ortada. Utanç yok, hatta gurur var.
Korkarım, Amerikan siyasetinin geleceğini temsil eden, Trump ya da Trumpvari başka biridir. Hele ki Demokratlar siyasete ölümcül derecede yabancılaşmış insanların duygularına tercüman olmayı başaramazlarsa. Beyaz Saray’da bir kadın görme ihtimali heyecan verici olsa da, Clinton, şirket gücünün ve parasının içine gömülmüş vaziyette, ‘duygulara tercüman olmaktaki’ başarısızlığı tamamen stratejik.

Avrupa Birliği’ni terk ederek kendimizi paranın gücünden korumuş olmayacağız. Bir çeşidini bırakıp, diğer çeşidini seçeceğiz. Seçeceğimiz çeşidi ise daha da kötü. Bu, ‘AB’de kalalım’ fikrini destekleyen, coşkulu bir sav olmayabilir – fakat mantıklı.

Zcomm.org’tan çeviren: Fatih Kıyman

Kaynak: Birgun.net