TAMER YAZAR

‘Bu suça ortak olmayacağız’ başlıklı bildiriyi imzalayan 1128 akademisyene yönelik başlatılan “yakala” ve “sorgula” süreci bugün hangi aşamada bilinmez ama Türkiye’nin içine daldığı karanlığın derinliğinde bata çıka ilerlemeye çalışanların ‘barış’ inadı devam ediyor. O isimlerden biri de, Mustafa Kemal Üniversitesi’nde görev yapan Yrd. Doç. Utku Sayın.

Sayın ile söz konusu bildiriyle başlayan süreci konuştuk.

Öncelikle, neden imzaladınız?
Ben ilk grup içerisinde değildim. Bildiriden de haberdar değildim. Ancak, Türkiye’deki idari yetkililerin, akabinde illegal bir suç örgütü liderinin akademisyenleri tehdit etmesi üzerine, hem akademik özgürlüğe hem de ülkenin barış ihtiyacına destek olma adına bildiriye imza attım.

Önceki gün ifade vermek için Savcılığa çağrıldınız. Neler soruldu?
Tek merkezden yürütülen bir süreç var. İdari bakımdan, Takip ettiğimiz kadarıyla 89 üniversitede, arkadaşlarımıza hiçbir şekilde sorgulama yapılamayacak maddeler üzerinden sorgulama yapıldı. Hatta bazı şehirlerdeki savcılık soruşturmalarında doğrudan, ‘PKK’yı terör örgütü olarak kabul ediyor musun’ gibi sorularla karşılaşıldığını da biliyoruz. Ancak biz burada öyle bir süreçle karşılaşmadık. Buna rağmen, bize yöneltilen ‘suçlama’, her hangi bir gerekçe göstermeden, sadece bildiriden birkaç cımbızlanmış sözcük üzerinden ‘örgüt propagandası’ yapma yönünde oldu.

Yaşananlar neyin işareti?
Yaşananlar, Türkiye’de akademik özgürlüğün ya da düşünce hak ve özgürlüklerinin çok da olumlu yönde gitmediğinin bir işaretidir diye düşünüyorum.

Bu süreci ‘cadı avı’ olarak niteliyor musunuz?
80 ihtilali döneminde benzerlerini gördük bu sürecin. Bu, klasik, 1950’lerin Amerika’sındaki McCarthy sürecinin bir yansıması aslında. Burada temel amaç, bizden ziyade, bizim üzerimizden toplumun geneline ya da düşünen kesimlere bir mesaj vermek ve bu mesaj da çoğunlukla, ‘Hayır, bizim sistemimiz ortada ve bu sistem çerçevesinde düşüncelerinizi beyan edebilirsiniz, bunun haricindeki düşünceleri kabul etmiyoruz…’şeklinde! Bunun adını da ‘ileri demokrasi’ koyuluyor.

Olanları, ‘özgür düşünce’ ve ’demokratik ifade hakkı’ adına nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gelinen noktada, ifade özgürlüğünün olmadığını açık bir şekilde görebiliyoruz. Modern hukukta, savunma hakkı olması lazım. İddiada bulunanlar, iddialarını kanıtlamakla mükelleftirler. Ama bizde, savunma hakkının ihlali söz konusu. Size bir suçlama yapılıyor ve siz, kendinizi kanıtlamak zorunda bırakılıyorsunuz. Bu, modern hukuka uymuyor, hatta ilkel hukukta bile süreç bu kadar radikal bir biçimde ilerlemiyordu. O nedenle, bizler, 1930’larda Almanya’da yaşanan sindirme politikalarının aynısını yaşıyoruz.

Ülkede yaşananların vicdani sorgusundan bundan sonra da uzak durmayacağınızı söylemek yanlış olur mu?
Ben ve diğer akademisyenler kesinlikle durmayacağız. Durursak bu ülkede yaşamamızın anlamı kalmaz.

Kaynak: Birgun.net