Hayır, “iyimserlik”le kastettiğim şey, iktidarın olan bitenden ders çıkardığı ve bundan sonra devlette liyakati, icraatlarında toplumsal mutabakatı, siyaset anlayışında demokrasi ve laikliği esas alacağını düşünmek gibi bir şey değil. Kuvvetler ayrılığının ve yargı bağımsızlığının tesisi için çalışılacağına da, parlamenter demokrasinin güçlendirileceğine de, sosyal devlet esası üzerine bina edilmiş iktisat politikalarına geçileceğine de inanmıyorum. Dinselleşme gündemi hiçbir şekilde geri çekilmeyecek, başkanlık planlarından öyle kolay kolay vazgeçilmeyecek, dinselleşme, otoriterleşme ve piyasacılık üzerine kurulmuş yeni rejim inşası hız kesmeden devam edecek.

Peki o halde “iyimser” olmak için elimizde geçerli bir neden var mı, böylesi bir konjonktürde iyimserlik, ahmaklık ya da en hafif tabirle naiflik, saflık anlamına gelmez mi? İslamcı darbe girişiminin bastırılması üzerinden “milli mutabakat” adı altında yeni bir sağcı dalga yükseltilmişken, sokakta bir karşı-Gezi mitosu üretilmişken, neo-31 Mart diyebileceğimiz süreç Pazar günü Yenikapı’da önemli bir kalabalıkla taçlandırılmışken neyin iyimserliği bu?

Eğer bir iyimserlikten söz edeceksek, bu ancak mücadelenin kendisine dair olabilir; ancak mücadeleyle ilişkilendirilmiş bir iyimserlik, ahmaklığa, naifliğe, saflığa sürüklenmemek anlamına gelebilir, ancak buradan temkinli, iradi bir iyimserlik çıkabilir.

Ne demek istediğimi sorularla açmaya, ayrıntılandırmaya çalışayım. Örneğin İslamcı bir yapılanmanın ülkede 40 yıl boyunca devlet içerisinde yine devletin bilgisi ve desteği dahilinde örgütlendikten sonra neredeyse orduyu ele geçirme aşamasına gelmiş olması ve bir askeri darbe girişiminde bulunması bundan sonra toplumun siyasal İslam’a bakışında bir değişiklik yaratacak mıdır?

Maliye’den Milli Eğitim’e, Emniyet’ten yargıya, devlette yapılan büyük tasfiyelerle birlikte, devletteki İslami kadrolaşmanın, liyakatin dikkate alınmamasının, torpil ve kayırmanın, yıllarca dirsek çürüten on binlerce insanın “Solcu, Kemalist, Alevi” diye devlete alınmayıp emeklerinin gasp edilmesinin toplumda bir karşılığı olacak mıdır, bu gasp sorgulanacak mıdır?

Yıllardır kendisini “laikliğin teminatı” olarak sunan bir kurumun İslamcı bir yapılanmanın İslamcı bir iktidarı devirme girişiminin ana zemini haline gelmesi, komuta kademesinin içler acısı hali ve siyaset üstü olduğunu iddia eden askerin dibine kadar siyasete gömülü hale gelmesi, toplumun orduya bakışını ve ordunun Cumhuriyet’in bekçisi olduğuna dair inancını değiştirecek midir?

Cemaat'e ait onca okul, yurt, dershane ve üniversitenin kapatılması vesilesiyle Cemaat'in esas faaliyet alanının eğitim olduğu ortaya çıkmışken, toplum eğitimdeki dinselleşme meselesine, 4+4+4 uygulamasına, imam-hatipleştirmeye, zorunlu din derslerine, değerler eğitimi adı altında anaokulu çocuklarının zehirlenmesine, tarikat evlerinde yaşanan trajedilere bugüne kadar olduğu gibi sessiz kalmaya devam mı edilecektir?
Cemaat darbesinin arkasında ABD’nin (ya da Amerikan devletinin bir kanadının) olduğuna dair bunca güçlü bir kanaat varken, dünyadaki Cemaat okullarının bir CIA projesi olduğu ayyuka çıkmışken, Gülen yıllardır ABD’de ikamet ediyorken, ABD’nin sola karşı siyasal İslam’a yıllardır verdiği destek ve emperyalizmle dincilik arasındaki ilişki toplumun gündemine gelecek midir?

Bu sorulara şu an sokakta esen neo-31 Martçı dalgaya bakarak “evet” demek çok zor görünmektedir doğru ama yanıtımız kesin bir şekilde “hayır”sa, toplumun hiçbir zaman bu soruları sormayacağına dair kesin bir kanaatimiz varsa, o zaman dükkânı kapatıp gitmemiz gerekmektedir. Zaten “Mücadeleye içkin olan, ancak mücadeleden beslenebilecek bir iyimserlik” derken kastettiğim de budur. 15 Temmuz sonrası Türkiyesi’nde rejimin ve düzenin içine düştüğü kriz, bu soruların yüksek sesle ve daha çok insan tarafından sorulabilmesine dair bir potansiyel sunmaktadır ve önemli olan bu potansiyele soldan müdahale edilip edilemeyeceğidir.

Laiklik mücadelesinin artık bir kuruma bırakılmayacağı ve toplumun özbeöz meselesi olduğunun topluma anlatılması sözünü ettiğim sol müdahalenin bir parçasıdır, solun görevidir. Tarikatlar devlette örgütlenmeye devam ettikçe çocuklarının bir geleceği olamayacağının topluma anlatılması artık solun temel meselesidir. Eğitimdeki dinselleşme, imam-hatipleştirme, tarikat evleri, bunların hepsi artık birer mücadele başlığıdır. Gericilikle sömürü ve gericilikle emperyalizm arasındaki ilişkinin teşhir edilmesi bugün solun önündeki en büyük görevdir. Sol düşmanlığıyla açılan dinselleşme kapılarından girenlerin ülkeyi iç savaşın ve çöküşün eşiğine getirdiğinin topluma gösterilmesi solun çıkışının da zeminidir, çıkış buradadır. İyimserlik mi? Ancak mücadele ve müdahale varsa mümkündür, durum budur.

Kaynak: Birgun.net