14 yıldır iktidarı paylaşan iki dinci grubun 15 Temmuz’da kanlı bir çatırdamayla parçalanmasıyla açığa çıkan sefillikler laiklik mücadelesini öne çıkardı.

Öncesinde Fethullahçılar, AKP usulü dinciliği faş etmek için kullanmışlardı. Sabık bakan Egemen Bağış, her sabah Google’dan bir ayet salladığını söylüyor, yancısı medyacı da bakara makara diye dalgasını buluyordu. Fethullahçılar bu kayıtları, dindar insanların AKP’nin dindar olmadığını anladıklarında ona sırt çevirecekleri umuduyla yayınlamışlardı.

Gazetelere yansıyan Fethullahçı itirafı haberleri de aynı amacı güdüyor. Hürriyet gazetesinde yayınlanan bir habere göre, komiser yardımcısı sınavına girecek olan bir polise bir imam hatip öğretmeni sınavdan önce yanıtları getiriyor. İmam hatip öğretmeni polise, soruları önceden aldığını kimseye söylemeyeceğine Kurana el bastırarak yemin ettiriyor!

İlk bakışta polis, imam hatip öğretmeni, kutsal kitap üçlüsünün ‘haram yemek’ için kullanılması gibi bir garabet varmış gibi görünüyor. Bu kez AKP, bu haberler aracılığıyla Fethullahçıların dindar insanlar olmadıklarını halkın anlayacağı umudunda.

Asıl saftirik umut ise halkın bu olayları öğrendikçe hem AKP hem de Fethullahçıların dini istismar ettiklerini anlayacağını ve buradan da laikliğin aslında ‘iyi bir şey’ olduğuna karar vereceğini sanma aymazlığı.

Her üç beklenti de ortak bir yanılgıya dayanıyor. Dinin içinde kalarak, dinsel kural ve yargılar aracılığıyla, dini istismar edenlerin asıl niyetlerinin açığa çıkarılabilecekleri sanmak. Böylece gerçeği öğrenen halkın doğruyu bulacağını umut etmek.

Ne hazin diyerek geçilebilecek bir durum değil ama. Bir yandan halkın gerçek dini öğrenmek ve ona uygun yaşamak arzusu olduğu gibi bir ‘inanca’ dayanıyor. Aynı zamanda halka gerçek dini anlatmaya kalkmak gibi son derece tehlikeli bir stratejinin önünü açıyor.

Üç strateji de tam tersine dindarlığın ya da siyasal alanı din üzerinden biçimlendirmenin daha da ‘katılaşmasına’ yol açma riski taşıyor. İstismar edilen bir din olduğu fikri örtük olarak istismar edilemeyen, özü itibariyle doğru bir din anlayışının olabileceği inancını da içinde taşıyor. Üç tek Tanrılı dinin tarihi bir bakıma kurucu peygamberlerinin ölümünden sonra ardıllarınca karşılıklı istismar edenler, etmeyenler suçlamalarıyla giden savaşların da tarihi. Bu savaşlar da kazananların daha katı din anlayışlarını ve ceberut yönetimleri benimsemeleriyle sürmüş.

Nitekim RTEakp yönetimi de siyasal toplumsal alanı eğitimden yargıya, bürokrasiden sağlığa ve orduya kadar daha da dinselleştirme stratejisini uygulamaya koymuş durumda. Erdoğan’ın ‘Allahın lütfu’ derken kastettiği bu olsa gerek. Sözleşmeli öğretmen alımındaki mülakat soruları öyle basitçe geçiştirilecek bir durum değil. Medreseleri yeniden açalım, tarikatları Diyanete bağlayalım, yok Reis’e bağlı olsunlar önerileri de öyle. Başbakan Binali Yıldırım’ın tekmeciyi, şort giyen kadına tepki gösterdiği için değil tepkisinin biçimi nedeniyle eleştirmesi ise daha da açık bir örnek. Başbakan meşhur ayete uyulmasını istiyor aslında. Dövmeden önce mırıldanarak (homurdanarak) uyar, devam ederse bin tepesine!

Laiklik savunusu, din üzerinden ya da dine karşı sürdürülebilecek bir siyasal mücadele değil. Böyle olduğunda her zaman din ve onun da en katı yorumu kazanır. Dinsel olan bilgiye değil inanca dayalı olduğundan ürettiği her olumsuzluk, dinin değil onu yorumlayanın kusuru, günahı ya da ihaneti olarak görülür.

Laikliği, devletin aklın ilkelerine göre yönetilmesi olarak tanımlamak atılması zorunlu ilk adım. İnsanlar evlatlarının aklın ilkelerine göre eğitim alması gerektiğini kolayca benimserler. Makine mühendisliğinde okuyan öğrenci makineyi öğrenmezse iş bulamayacağını bilirse, kürsüdeki öğretim üyesinden vaaz vermesini değil, matematik, fizik anlatmasını talep eder. Tıpkı hastalıklarını iyileştirmelerini bekledikleri doktorun akıl ve bilime göre tedavi uygulamasını isteyecekleri gibi. Hiçbir hasta yakını acil serviste şeker komasındaki hastasının başında ellerini açmış dua eden bir doktor görmek istemez; ilaç vererek, serum takarak hastanın komadan çıkmasını sağlamaya çalışan doktor arar. Mahkemede herkes hâkimden karşı tarafın ne kadar dindar olduğunu sorgulayarak değil, kanıtlara bakarak adalet dağıtmasını talep eder.

Haziran’ın laiklik savunusu bu çizgiye çağırıyor.

Kaynak: Birgun.net