EBRU AYDIN

Yeşilçam’ın dört yapraklı yoncasından hangisine benzersin acaba? Aksaray altgeçidinde Ahmet Kaya dinlemeyeli ne kadar oldu? Gezi’de hangi sloganları atıyordun, unuttun mu? Peki Ağır Roman’ı Çemberlitaş Şafak Sineması’nda izleyen kaç kişi var aramızda? En son ne zaman âşık oldun, ilk aşkın kimdi? Eylemlere annenle gider misin? Bihter Ziyagil gibi bir kadın oldun mu hiç? Emek Sineması’nda bir daha film izleyemeyeceğini düşündün mü? Öğrenciyken dışarıda ne yerdin; kır pidesi, Kürt böreği? “Nerdesin aşkım?” Berkin, Soma, Suruç, Cizre… 1-2-3-4-5. Reklamı Atla!

Seray Şahiner’in 2013-2015 arasında BirGün gazetesi, Ot dergisi ve diğer mecralarda yayımlanmış yazılarından derlenen kitap: sıcacık… çünkü yazar, içimizden biri… O kadar içimizden ki, sadece yazıları okurken değil, hep gittiğin, fiyatları makul o meyhanede karşı masanda görebilirsin. Sokağa çıkıp mücadele ettiğinde yanında yürüyor olabilir. Bir sabah uyandığında aklına takılan şarkıyı o gün aldığın gazetenin köşe yazısında görüp tüm gün söyleyebilirsin. Ve bu kitaptan sonra internetten izlediğin bir videoda her “reklamı atla”yı gördüğünde aklına gelir…

“Sokağa çıktık. Bilgisayar oyunlarından öğrendiğimiz düşmanı yenme teknikleriyle, yan sokakta ne olduğunu Twitter’dan öğrenerek, duvar yazılarıyla sokakları Türkiye’nin timeline’ı haline getirerek... Artık eve girmeyiz. Ne de olsa; parka giyen kuşağın hayallerindeki, parka giden çocuklarız.” (“Yaşasın Parkların Kardeşliği!”, s.135).

Çekinmeden, korkmadan yazılan yazılar. Sansürsüz anlatılan hayatının parçaları, o kadar benzer ki seninkine, “ben bu ânı daha önce yaşamıştım.” Çocukluğunda, gençliğinde, ilk kendini fark ettiğinde, ilk tanımaya başlayıp bir yol çizdiğinde hayatına yaşadıkların, kafanda kurdukların… burada çıkacak karşına. İlk, okulu asıp sinemaya gittiğin günü düşün örneğin, kalabalık bir İETT otobüsünde okula giderkenki halini getir aklına, örnekleri kendin sıralayacaksın zaten her yeni hikâyede yani aslında gerçekte.

Gelin Başı (başrollerde kadınlar), Hanımların Dikkatine (başrollerde kadınlar), Antabus (başrollerde kadınlar) adlı öykü ve roman kitaplarından sonra dördüncü kitabında da denemeleri öykü tadında yazarın. Gerçek öyküler. Bu kez “başrolde kadın” gözüyle gerçek öyküler. Var olanı, üzerine eklemeden çıkarmadan edebî ölçüde anlattığı denemelerinde, çocukluğunun ve şimdinin “anne” figürünü çocuk ve şimdiki aklıyla çizmiş bize Seray Şahiner. Ve şarkı söylemiş kimi zaman, bir radyoda DJ olmuş, “Siz okuyun ağır ağır, ben yavaştan çalacağım” demiş sanki. -Kaldı ki naçizane tavsiyem şudur; kitapta sözü edilen her şarkıyı dinlemelisin.- Unuttuğun bir sürü filmi getirmiş aklına. Senin de sinirlendiğin şeylere sinirlenip okkalı küfürler savurmuş, rahatlamışsın sen de. Gezi’de yanına gelip Talcid sürmüş gözüne örneğin. İşte o denli sıcak…

Seray Şahiner sadece toplumsal mevzular, gündem, siyaset değil; kendine, çocukluğuna ve kadınlığına dair gözlem gücünü üç sayfalık yazılarında, kocaman kocaman seriyor gözlerinin önüne. Sakınmadan, korkmadan, kendiyle barışık, kendini sorgular, eleştirir yeri geldiğinde affeder bir şekilde. Senden bir şey saklamadan, yüceltmeden kendini. Olanı, olduğu gibi sadece öykücü kimliğinin ritmiyle vermiş sana. Almak istersen, “Paylaşmak ne güzel olur” demiş her satırında…

Çok duygumuza, acımıza tercüman olmuş yazar. 2013’ten bu yana yaşadıklarımızı hatırlamamızı sağlıyor Reklamı Atla. En çok, unuttuğumuz “mücadeleyi” hatırlatıyor aslında. Mücadelenin en güzel anlarını, en unutulmazlarını ve aklından tamamen çıkmış yanlarını hatırlatıyor. Bazen ağlatıyor, sinirlendiriyor. Sonra bir bakmışsın bir çocukluk anısına tebessüm edivermişsin ya da bir sinema filminin replikleri arasında buluvermişsin kendini. Hemen ardından bir mahkeme salonunda, hemen ardından katliamın ardından cenaze evinde.

“Cenazelerde yakamıza astığımız fotoğraflar ne için çektirilmişti acaba? Yenilenecek bir kimlik... Alınacak bir diploma yahut evlendirme dairesine sunulmak üzere objektife bir tebessüm. Bazılarında çekildiğinin farkında bile değilken; bir piknikte türkü söylerken ya da bir eylemde yakasına başka birinin fotoğrafı iğnelenmişken...” (“50 Kuruşa Çay İçen Çocuklardı Bunlar”,s.187).

Gezi… “Sonra... Biz, Kars’ta bir kelebeğin kanadı incitilse, Edirne’de hortum halinde eylem yapacak refleksi kazandık.” (s. 143). “Bize sapladığı bıçağı kahkahaya çevirdik... Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!” (s.145) (“Bak Hâlâ Burdayız”) diye tanımlıyor Gezi’yi. En çok Gezi’yi hatırlatıyor her ânıyla, küçük ayrıntılarıyla, büyük acılarıyla. Güzelliğiyle ve gözyaşıyla. O yüzden başucunda sakla bu kitabı, umutsuzluğa düştüğünde, yeniden yaşamak için umudu, çevir sayfalarını.

Şimdi sayfalar nihayete erdiğinde, hiç susma hep yaz sevgili Seray Şahiner diyor içim. Hep anlat kendini, çocukluğunu, Yeşilçam’ı, şarkıları, ortak hayallerimizi, kaybettiklerimizi, mücadelemizi. Çünkü artık bizim en çok mücadele umuduna ihtiyacımız var.

“35 günlük bebek öldü. Sokağa çıkma yasağından dolayı ambulans gelmediğinden... Yaşlılar saldırılara dayanamayıp kalp krizi geçiriyor, ambulans? Tune... Ölüyorlar.” (“Vasati 400 Çöp”, s.190).

Reklamı Atla
Seray Şahiner
Can Yayınları, 2016

Kaynak: Birgun.net