Adalet bakanının izni 2008’de geri getirilince, biz 301 rezaletinden büyük ölçüde kurtulduk sandık. Hiç sanmayalım. Çünkü Yargıtay’ın son Orhan Pamuk tazminat kararı 301’le ilgili değil. 301’in yanından dolanıyor. Böylece Türk hukukunda korkunç bir içtihat yaratıyor. O kadar ki, bekleyiniz, çıkacak absürt sonuçlar insanın kanını donduran türden olacak. Hepimiz yanlış biliyormuşuz. Şişli 3. Asliye Hukuk’un “Bu insanlar dava açamaz, çünkü dava ehliyetleri yoktur” diye iki kez direnmesine rağmen, Yargıtay davayı Borçlar Kanunu’nun “kişi haklarına saldırı” hükümleri bağlamında kabul edivermiş. Açıkça şöyle diyor: 

“Her Türk dava açabilir”
“Açılan dava, kişilik haklarına saldırı gerekçesine dayanmaktadır. Hukukumuzda bu kavrama nelerin girdiği yargıya bırakılmıştır. Bunun içine mesleki kimlik, şeref, haysiyet, ırk, din ve vatandaşlık, bir millete aidiyet duyguları girer. Bu durumda, bu davacılar, ‘Otuz bin Kürd’ü ve bir milyon Ermeni’yi öldürdük” demiş olan Pamuk’a dava açma ehliyetine [hakkına] sahiptir.”
Bu bir Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (YHGK) kararı. Daha önceki Yargıtay 4. Hukuk Dairesi kararını aynen tekrarlıyor. 4. Hukuk? Bana ve Prof. Kaboğlu’na TBMM kürsüsünden “Babalarının kim olduğunu öğrenmek istiyorlarsa analarına sorsunlar” diyen eski milletvekili Süleyman Sarıbaş’ı “ifade özgürlüğü” gerekçesiyle beraat ettiren Daire (21.02.2010 tarihli R-2 yazıma bkz.). “Davacılar” dediği ise, şu anda Ergenekon’dan tutuklu bulunan ve yine tutuklu Veli Küçük’le eşgüdüm halinde olarak, Dink ve Pamuk’a adliye koridorunda tükürmek ve tehdit dahil her türlü saldırıyı düzenleyen Kerinçsiz ile ekibi. Yargıtay kararını okurken bakın akla neler geliyor: 1) Türk hukukunda dava açmak veya davaya müdahil olmak çok titiz kurallara bağlanmıştır. Dava açabilmek için olaydan ciddi ve direkt zarar görmek gerekir. Mesela bir adam öldürüldüğünde oğlu müdahil olabilir, ama yeğeni olamaz. Burada sırf “Türk olmak” dava açabilmeye yetmiş.
2) Yettiğine göre, bu “hakaret”, birer Türk evladı olan Yargıtay yargıçlarına da yapılmıştır. Bu yargıçlar davaya nasıl bakabildiler o zaman? Bizim hukukumuzda “çıkar çatışması” diye bir kavram vardır: Yargıç, kendi çıkarını ilgilendiren davaya bakamaz. Niye çekilmediler öyleyse davadan? Böyle her Türk evladının açabildiği bir davada tarafsız davrandıkları konusunda ben şahsen hiç ikna olmadım.
Kaldı ki, Dink davası savcısı Ö. F. Eminağaoğlu da ikna olmamış ki, Hrant’ın Türklüğe hakaret ettiğini Daire onayınca, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı sıfatıyla itiraz etmişti: “Türk vatandaşı olmak, davaya müdahil olabilmek için yeterli değildir. Suçtan doğrudan zarar görmek lazımdır. Aksi halde, Türk vatandaşı olmak durumundaki tüm yargıçların da ‘suçtan zarar gören’ konumunda kabulü gerekecektir. Böyle yargıçların davaya bakmasının yasak olduğu kuralından hareketle, bu tür davalara hiçbir Türk yargıcın bakamayacağı gibi bir aşamaya gidilir” (Yeni Aktüel, 08.02.2007). (Tabii, her şeyin bir fiyatı vardır ve Eminağaoğlu’na bu mütalaası nedeniyle açılan disiplin davası 30.10.2009’dan bu yana HSYK önünde beklemektedir). Buradan çıkan mantıki sonuç: Böyle davalarda yurtdışından geçici ithal yoluyla yargıç getirtmeliyiz. Görüyor musunuz her Türk evladının Pamuk’a dava açabileceğini kabul etmenin mantıksızlığını, absürtlüğünü? 

Yargıtay’ın “Türk” tanımı?
3) Yargıtay şimdi acilen bir “Türk” tanımı yapmak mecburiyetinde. Çünkü şimdi gayrimüslim TC vatandaşlarından biri kalkıp da Pamuk’a dava açmak isterse ne olacak? Çok ciddi soruyorum, çünkü Yargıtay’ın bu davayı reddetmesi gerekir. Zira, kaç kere yazdım, Yargıtay içtihadına göre, Anayasa md. 66’da tanımlanmış “Türk” kavramına gayrimüslim TC vatandaşları dahil değildir. Yüce Mahkeme bunu tam üç kere (1971, 74 ve 75 yılları) açıkça ilan etmiştir ve bunlardan biri de YHGK kararıdır: “Türk olmayanların meydana getirdikleri tüzel kişiliklerin taşınmaz mal edinmeleri yasaklanmıştır” (Balıklı Rum Hastanesi Vakfı kararı, 08.05.1974 tarih, 1971/2-820E ve 1974/505K sayı).
Tabii, yine bin kere yazdıklarımı tekrar pahasına söyleyeyim ki, Yargıtay bu açıdan hiç yalnız değil. Bu iş taa 24 Anayasasının 88. Maddesinden başlar. Oradaki “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk denir” cümlesindeki “vatandaşlık itibariyle” ibaresi, Hamdullah Suphi’nin kalkıp “Onlar vatandaş olabilir, ama Türk olamazlar” demesi üzerine bulunmuş bir formüldür (bkz. Mesut Yeğen, Müstakbel Türk’ten Sözde Vatandaşa, İletişim Yay., 2006, s.102-103). Arkasından devlet organlarının kararları sökün etmiş, bugüne kadar da devam etmiştir. 1942 Varlık Vergisi’nde yapılanlar bellidir. 1988 Sabotajlara Karşı Koruma Yönetmeliği, “Memleket içindeki Yerli Yabancılar (Türk tebalı)”ları başlıca şüpheli ilan eder. İstanbul 2 no’lu İdare Mahkemesi’nin 17.04.1966 tarihli kararı bir Rum vatandaş için şu tabiri kullanmıştır: “Yabancı uyruklu TC vatandaşı”. 1965 tarih ve 625 s. kanunun 24/2 maddesi, gayrimüslim vatandaş okullarına “Türk soyundan ve TC uyruklu başmüdür yardımcısı” atanmasını ister. Hepsini unutun, bu ülkede bir İçişleri bakanı (Meral Akşener) Öcalan’a “Ermeni dölü” dedi ve hakkında soruşturma bile açılmadı. Çünkü gayrimüslim TC vatandaşlarının Türk milleti dışında tutuldukları artık “resmiyet kesbetmiştir”. Türklere hakaret suçtur, onlara hakaret serbesttir. 

Vahim yargıç hataları
4) Pamuk davasında mahkumiyet kararına imza atan yargıçlar, birçok açıdan çok vahim biçimde hatalıdırlar: Bir, tarafsızlıklarına gölge düşürmüşlerdir. Kendilerinin mensup olduğu bir milletin her ferdinin dava açmasına olanak sağlamışlardır. Oysa, kapıcıları aşağılayan bir diziyle ilgili davada herhangi bir kapıcının dava açamayacağına karar vermişlerdir. İki, ayrımcılık yapmışlardır. Vatandaşlar arasında “siyasi düşünce” ayrımı gözetmişlerdir. Benim anamı babamı sinkaf edici küfür savuran milletvekilini bile beraat ettirirken, Pamuk’u mahkum etmişlerdir. Üç, sadece kendi zihniyetleri açısından önemlidir ama, Türklüğü aşağılamışlardır. Çünkü davayı kabul ettikleri anda, Osmanlı dönemindeki 1915 rezaleti gibi aşağılık bir olayın, 1923’ten sonra kurulmaya başlanan Türk Milleti’ne ait olduğunu kabul etmişlerdir.
Bütün bunların da ötesinde, bu yargıçlar, Türkiye’de ifade özgürlüğünü feci biçimde tehlikeye atmışlardır. Bundan sonra artık hiç kimse kalkıp da “İslam dini kadınları aşağılıyor” diyemez çünkü Pamuk kararından sonra bütün Müslümanlar ona tazminat davası açma hakkına sahiptir. Hiç kimse “Türkiye Kıbrıs’ın kuzeyini işgal altında tutmaktadır” diyemez çünkü artık bütün “Türk”ler ona tazminat davası açma hakkına sahiptir.
Fazla uzattım. 150 yıl önce Ziya Paşa merhum bu konuyu tek beyitle anlatmış: “Kadı ola davacı ve muhzır [mübaşir] dahi şahit / Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet?