Aksi halde adil bir karar verilebilmesi zaten mümkün değil. Ancak tarafsızlık yeterli olmayabiliyor, çünkü yargının adil kararı korkusuzca alabilmesinin koşulları, yani yargı bağımsızlığı lazım. Normalde bu iki koşul yargının demokratik işlevi açısından yeterli. Ne var ki söz konusu ‘normal' kavramında bir koşul daha gizli: Yargı mensuplarının bilgi ve kültür açısından toplumun gerisinde kalmadığı varsayılıyor. Çünkü özellikle ifade özgürlüğü alanında, savcı ve yargıçlardan sözün nüanslarını anlamaları ve değerlendirmeleri bekleniyor. Ama ya tersine bir durum varsa ve ‘anlama yetersizliği' yapısallaşmış ise? Böyle bir yargının varlığında ne adaletin tecelli etme ne de birlikte yaşama halimizin bir demokrasiye evrilme ihtimali olmayacaktır. (Bu noktada Hrant'ın katline giden yolu hatırlayabiliriz.)

Geçen hafta basına bir iddianame yansıdı... Zaman'da çıkan habere göre “Kutsal değerlere yönelik hakaretlerle sık sık gündeme gelen Ekşi Sözlük'ün sahibi ve yazarları hakkında hazırlanan iddianame tamamlandı... Toplam 40 kişi, Türk Ceza Kanunu'nun 216/3 maddesine göre ‘halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama' suçundan şüpheli bulundu... İddianamede İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ndeki düşünce ve ifade özgürlüğünü düzenleyen maddelere atıf yapıldı... İddianamede şu değerlendirmede bulunuldu: ‘TCK 216/3'te korunan hukuki yarar; Allah, din, peygamber, kutsal kitaplar, mezhepler değil, kişilerin bu kavramlara yönelik dini hisleridir. Kuşkusuz kişi bu kavramlarla ilgili düşüncelerini açıklayabilir, eleştirebilir. Ancak bunu yaparken göz önünde tutulması gereken husus başka kişi veya kişilerin dini duygularının incitilmemesidir.”

Bu gönül ferahlatıcı bölümden sonra suçlanan 40 kişinin suç delilleri sıralanıyor. Doğrusu hepsinin ne yazmış olduğunu biliyor değilim... Ama içlerinden bir tanesi metinde şöyle geçiyor: “... şüpheli Celal Cengiz Çevik'in 5.7.2010 tarihinde yayında olan Hz. Muhammed başlıklı yazısında Kur'an'da günümüzdeki ve geçmişteki cihadsever Müslümanları tokatlayan müthiş bir ayet vardır, şeklinde ifadeler kullandığı, keza Hz. Muhammed başlıklı yazısında ‘bkz. Rabler hegemonyası' şeklinde ifadeler kullandığı tespit edilmiştir”. Çevik, İstanbul Üniversitesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümünde doktora yapmakta. Filoloji ve felsefe alanında yayınlar yanında Latince aslından Türkçeye felsefe ve bilim metinleri çeviriyor ve Latince okutmanlık yapıyor. Bunlar Çevik'in suç işlememiş olduğunu tabii ki göstermiyor. Bunu anlamak için yazdıklarına bakmak lazım. Birinci yazı ‘cihadsever Müslümanları tokatladığını' öne sürdüğü iki ayetle başlıyor: Yunus Sûresi 99 (Eğer Rabb'in dileseydi, yeryüzündeki insanların tümü toplu halde mutlaka iman ederlerdi. Hal böyle iken, mümin olmaları için insanları sen mi zorlayacaksın?) ve Şûra Sûresi 48 (Yüz çevirirlerse, biz seni onlar üzerine bekçi göndermemişiz. Sana düşen, tebliğden başka bir şey değildir). Ardından Francis Bacon'un İslam'ı nasıl yanlış biçimde, ‘dini savaşla yayan' bir anlayış olarak resmettiğini, bu yorumun 2006 yılında Papa'nın diline “Muhammed'in kılıcı” olarak yansıdığını anlatıyor. Derken Bakara Sûresi 256'dan da destek alıyor ve Yaşar Nuri Öztürk'ün yorumunu sunuyor. Buna göre olay dinin kılıçla yayılması değil, tebliği engelleyenlere karşı kılıçla karşı çıkmak... Derken Mustafa Akyol'un İslam'ı seçici yorumlayan ve din ile dindarı birbirine karıştıranlara karşı yazmış olduğu şerhe değiniyor. Ve nihayet Habermas ve Derrida gibi modern felsefecilerin bile hâlâ tek (ve olumsuz) bir İslam fotoğrafı çekebiliyor olmalarından şikayetçi oluyor.  

Açıkçası İslam'ın algılanma biçimini değerlendirirken İslam'ı olumluyor ve kendi bakışını felsefi/bilimsel bir çerçeveye oturtuyor. Günümüzde yaygın olan ‘dışa dönük ve zorlayıcı' cihad kavramının İslam'ın özünde yer almadığını, Hz. Muhammed'in tebliğe dayanan barışçı bir din kurduğunu söylüyor. Çevik'in ikinci ‘suçu' ise sadece “Bkz. Rabler hegemonyası” sözcüklerinden ibaret. Altta bir link var ve sizi Yaşar Nuri Öztürk'ün Hürriyet'te yayınlanmış bir makalesine gönderiyor. Öztürk'ün bu makale nedeniyle ceza almamış olduğunu vurgulamak bile gereksiz... Bu olay yargı sisteminin ifade özgürlüğü alanında niçin yapısal olarak yetersiz kaldığına küçük bir örnek. Bir sözün suç unsuru içerip içermediğini değerlendirmek, öncelikle o sözü anlamayı gerektiriyor. Biz ise, okuduğunu anlamayan bir yargı sisteminden ifade özgürlüğünü korumasını bekliyoruz...

Etyen Mahçupyan/ Zaman