TBMM'de grubu bulunan bütün siyasî partilerin ittifakıyla oluşturulan, toplumdaki yeni anayasa arayışlarına dönük desteğin siyaseten de karşılık bulması anlamında son derece önemli bir girişim niteliğindeki Komisyon'un çalışmaları devam ederken AK Parti'nin başkanlık sistemi yönünde bir dizi öneriyi Meclis Başkanlığı aracılığıyla gündeme getirmesi gerçekten yadırganacak bir durum.

Başkanlık sistemi elbette önerilebilir ve tartışılabilir. Kişisel fikrim, bu sistemin ancak yasama ve yürütmenin organik ayrımı ile birlikte adı federasyon olmasa da çok güçlü, yasama yetkisi de bulunan bölgesel ve yerel yönetimler kurma önerileriyle birlikte ele alınmasının zorunlu olduğu. Dünya örnekleri, akademik çalışmalar ve sistemin fikrî temelleri bu zorunluluğu açıkça ortaya koyuyor. Böyle bir tartışmanın sağlıklı bir biçimde yürütülmesi ise Türkiye gibi bir memlekette kolay değil. Zirâ yerel yönetimlerin düzenlenmesiyle ilgili ne zaman bir vesîle olsa bölünme ile ilgili takıntılı korku ortama hâkim oluveriyor. Başkanlık sistemi tartışmasının böyle bütünlüklü bir biçimde yapılabilmesinin önünde böylesi zorlukların olması, yine de AK Parti önerilerinin böyle bir bütünsellikten uzak bir biçimde gündeme getirilmesini haklı göstermez. Teslim etmek gerekir ki mes'ele yasama-yürütme ayrılığının milletvekillerinin bakan, bakanların da milletvekili olamayacağı yönündeki düzenlemenin çok ötesine geçen, yeni bir devlet yapılanmasıyla birlikte düşünülebilecek geniş bir kapsamı bulunuyor.

İşin esâsına ilişkin bu tarz yanlışların yanında, AK Parti'nin bir diğer yanlışı önerilerini Komisyon'daki temsilcileri vasıtasıyla gündeme getirmek yerine Meclis Başkanlığı'na sunması. Bunun da ötesinde, önerilerin Komisyon'da uzlaşma sağlanmasa bile gündemde kalacağının belirtilmesi de bir diğer yanlış ve belki de daha vahim. Gerçi, “bunda vahim olan ne; kararlarını oybirliği ile almayı benimsemiş olan Komisyon'dan zâten kritik konularda uzlaşma sağlanamayacağı için, bütünlüklü bir yeni anayasa taslağının çıkmayabileceğini düşünmenin nesi yanlış?” diye de sorulabilir. Oysa, AK Parti'nin başkanlık sistemi yönündeki önerilerini doğrudan Komisyon'da gündeme getirmek yerine Meclis Başkanlığı aracılığıyla devreye sokması ve Komisyon çalışmaları sonuçsuz kalsa bile gündemde kalacağını vurgulaması, AK Parti'nin yeni anayasa olmasa da kısmî anayasa değişiklikleri ile kendi istekleri doğrultusunda davranma eğiliminin bir göstergesi diye görülebilir. Bir diğer deyişle, AK Parti liderliğinin zaman zaman tekrarladığı, bizzat Sayın Başbakan'ın “uzlaşma olursa olur, olmazsa uzlaşabilenler anayasa değişikliği yoluna giderler” yaklaşımının güçlenmekte olduğunun bir işâreti sayılabilir. Vahamet de burada, zirâ işin sonunda AK Parti'nin kendi bildiği gibi bir anayasaya yöneleceği ihtimali, yeni anayasanın gündemden düşmesi bir yana, anayasa ile ilgili sorunların AK Parti liderliğinin siyasî hesaplarına göre araçsallaştırılması demek.

Vahamet sâdece anayasa sorununun birtakım kişisel siyasî hesaplara göre ele alınmasıyla sınırlı da değil.  Yeni anayasa üzerinde onlarca yıldır birikmiş güçlü ve aslında çok da olumlu bir toplumsal enerji var. Bu enerjinin asıl kaynağı Cumhuriyet'in kuruluşundan beri ağırlaşarak gelen toplumsal çoğulluğun siyasî çoğulculuğa ve demokratik katılıma aktarılamamasından kaynaklanan yakıcı mes'eleler. En temelinde Kürt sorununun yattığı yeni anayasa ihtiyacının elbette vesâyetçiliği tasfiye etmekten tutun da yasama ve yürütme organlarının nasıl ilişkilendirileceğine ve buradan merkezî ve yerel yönetimler arasındaki ilişkilerin nasıl olması gerektiğine uzanan bir dizi hayatî damardan beslendiğini biliyoruz.

KISMÎ ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ YANLIŞ

Bu tür temel sorunlara toplumsal bir mutabakat temelinde çözüm üretmeye yönelmek yerine dar, kısmî ve arızî siyasî hesaplarla anayasa değişikliklerine yönelmeye çalışmak yanlış. Yakın dönemin tecrübesi bunun ne denli yanlış bir yol olduğunu açıkça gösteriyor. Bir yandan yeni anayasa için çalışıyormuş gibi görünürken diğer yandan bunu bırakıp, sözümona başörtüsü yasağını kaldıracağız diye MHP ile birlikte girişilen anayasa değişikliğinin akıbeti ve hemen ardından yaşananlar herhalde unutulmuş olamaz. “O devir geçti. 2007-2008'de bürokratik vesâyet güçlü kurumsal yapısıyla önemli bir direnç oluşturuyordu, şimdi vesâyetin beli kırıldı, artık işler eskisi gibi değil” denebilir. Yâni, AK Parti'nin zorunlu referandum ile de olsa, 330'u aşan bir sayıyı en az iki partinin uzlaşması veya başkaca yollarla yakalayarak kendi istediğine yakın bir anayasa değişikliğiyle yetineceği düşünülebilir. Halbuki bunun da o kadar kolay bir iş olmadığı ortaya çıkmadı mı? Hiç de temel bir mes'eleyle ilişkili olmadığı ve MHP'nin de desteği sağlanmış olduğu halde, yerel seçimlerin öne alınması ile ilgili anayasa değişikliği gerçekleştirilemedi. O halde, çok daha temelli, sistemik bir değişiklik anlamına gelen “başkanlık” veya “partili cumhurbaşkanı” gibi düşüncelerin yön verdiği anayasa değişikliklerini gerçekleştirmenin neredeyse imkânsız olduğu görülemiyor mu?

Mehmet Âkif'in tarihin, ders alınmadığı için tekerrür ettiğine dâir tespitini hatırlatan bu önünü görememe hâli, kanımca “dokunulmazlıkların kaldırılması” yönündeki sağlıksız yaklaşımla bir kat daha katmerleniyor. Türkiye'nin neden yeni bir anayasaya ihtiyacının olduğu sorusuna verilen cevapların en başında “Kürt sorunu” geliyor. 1924 ve 1961 de dâhil Cumhuriyet'in belki bütün anayasaları, ama en çok da 1982 Anayasası bu sorunun çözülmesini imkânsızlaştıran hükümler ve daha da önemlisi bir devlet ideolojisi içeriyor. Bu 12 Eylül askerî kurgusunun son on küsûr yıldır devam edegelen demokratikleşme dalgalarına uygun olarak tamamen terk edilerek, yeni bir demokratik, özgürlükçü Türkiye inşâ edilerek terk edilmesi, Kürt sorununun siyaseten etkili kadrolarının katılımıyla mümkün olabilir. Dokunulmazlıkların kaldırılması, bu katılımı imkânsızlaştıracağı için, Komisyon çalışmalarını tümüyle berhava etmese bile iyiden iyiye anlamsızlaştırmayacak mıdır?

2014'te halk tarafından seçilecek ve muhtemelen anayasal yetkilerini daha kuvvetli bir biçimde kullanmak isteyecek bir cumhurbaşkanı ile “yeni başbakan”ın ilişkileri… 2015'in milletvekili seçimlerini düşünecek olan başta AK Parti olmak üzere tüm siyasî kadrolar ve fakat daha çok da AK Parti'nin “yeni” liderliğinin konumu… Bunlar, 1982 Anayasası yeni anayasa ile yer değiştirmediği takdirde belirsizliğini koruyan çok kritik konulardır ve Türkiye'nin yeniden akut bir anayasa krizine ve buradan da ciddî bir siyasî krize yuvarlanabileceğini güçlü bir ihtimâl hâlinde önümüze sermektedir. Bu krizlerden kaçınmanın tek yolu yeni anayasadır, akıl almaz işler yaparak başarısızlığı hukukî ve siyasî olarak tescillenmiş kısmî anayasa değişikliklerine yönelmek değil.
LEVENT KÖKER-ZAMAN