Avukatlığın bu tarifine uygun tanımı CMK 2/1-c maddesinde kendisini gösterir ve 'müdafi: Şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı'  olarak tanımlanır. 'Müdafi' kelimesinin sözlük anlamı savunucu olarak belirtilmiş. Kanunda, avukat tanımına yer verilmemesi bir eleştiri konusu olsa da, bir savunma makamının varlığı kabul edilmiştir.

Bu kitabi bilgiler ile yazıya devam etme niyetinde değiliz. Ancak bu hususları kısaca hatırlamakta fayda var. Zira son günlerde bazı 'yargısal faaliyetler'de bu klişe bilgilerin dahi göz ardı edildiğine tanık olmaktayız.

Gerçekler
Ergenekon adı ile bilinen davada karar aşamasına gelindi. Haliyle davaya yönelik ilgi ve dava üzerinden belirli tartışmalar devam ediyor. Ergenekon davasının görüldüğü Silivri’de, 8 Nisan tarihinde gerçekleşen duruşmada, Mahkemenin bazı uygulamaları basına yansıdı. Mahkeme Başkanı, avukatların salona girişi için sadece avukat olmasının yetmeyeceği, vekâletname ya da yetki belgesi bulunan avukatların salona alınacağı yönünde talimat vermiş. Avukatlara ayrılan yerlerde avukatların dinlenmesi için kurulan mikrofon sayısı artırılmış, izleyici ile sanıklar arasına barikat örülmüş, İstanbul Barosu yönetimi sanık avukatları için ayrılan kısma oturdukları için, jandarma tarafından, izleyici tarafına alınmak istenmiş ve bir tartışma yaşanmış. Tutuksuz sanıklar kalabalık etmesin diye içeri alınmamışlar. Yani henüz duruşma başlamadan 'güvenlik tedbirleri' ile savunma mahkemeden uzaklaştırılmaya ve baskı altına alınmaya çalışılmış. Nihayetinde, avukatlara karşı alınan 'güvenlik tedbirleri' sonuç vermediğinden ve memleket havası ile özdeşleşen biber gazının salona etki etmesi sebebi ile duruşma başlamadan ertelenmiş. Sonrası ise yorumsuz: avukatlar hakkında soruşturma başlatılmış.

15 Nisan’da görülen duruşma başlamadan önceki usul tartışmalarından ziyade duruşma başladıktan sonraki usul tartışmaları dikkat çekiyor. Savunma süreleri bir saat ile kısıtlanmış, yapılan itiraz üzerine de Mahkeme Başkanı Özese “itiraz etmeyin, bu verebileceğimiz azami süre, itirazlarınızı yazılı verin” buyurmuş. Sanık avukatlarının müebbet ile yargılanan ve oldukça kapsamlı olan dosyada bu sürenin az olacağı yönündeki haklı itirazları üzerine, Başkan Özese örgüt yöneticiliği suçundan yargılananlara avukatı ile birlikte 2 saat, örgüt üyeliğinde ise avukatı ile birlikte 1 saat savunma yapmalarına karar vermiş. Yani dalga dalga başlayan, beş yıldan fazla süren yargılama süreleri ile 285. duruşması görülecek olan davada savunma sürelerinin yargılamayı uzatacağı yönünde bir kanaate varılmış.

Savunma hakkının mahkeme eliyle kısıtlanması kabul edilebilir bir şey değil. Yapılan savunmalarda yargılamanın ve mahkemenin meşruiyetinin sorgulanacağı herkesçe biliniyor. Yargılama başlarken bu denli geniş ve ciddi iddialar ile toplanan sanıklara ne ceza verileceği ve yargılamanın nasıl yürütüleceği merak konusu idi. Ancak en nihayetinde yapılan yargılamada mahkemenin şeklen de olsa savunma hakkını kısıtlamayacağı, zira bu hakkın kısıtlanmasının yargılamaya olan güveni daha da düşüreceğini bilmesi gerekiyordu.

Mahkeme kendisinin ve yaptığı yargılamanın meşruiyetinin ya da haklılığının sorgulanmasını istememektedir. Tarihte bu türden uygulamalara çok sıkça rastlıyoruz. Sokrates ve Galileo da yargılanmış ve haklarında verilen kararlar infaz edilmiştir. Ancak bu kişilerin yaptığı savunmalar tarihin süzgecinden süzülerek bu güne gelmiş ve tarihsel olarak haklı olduklarına kanaat getirilmiştir. Bu hususta kuşkusuz haklı olmaları bir yana haklılığını ispatlamak için yaptıkları etkili savunmaların etkisi inkâr edilemez. Böylesine önemli işleve sahip bir hakkın kısıtlanması düşünülemez; kaldı ki kısıtlansa dahi ne türden sonuçlar doğurduğunu tarih öğretmiştir bizlere.

Sadece Ergenekon Davası değil, İzmir’de süren “askeri casusluk davası” avukatlarının başına gelenlere de kısaca bir göz atmak gerekiyor. Duruşma listesinde adı olmayan avukatlar duruşma salonuna alınmamış, avukatlar ile jandarma arasında tartışma yaşanmış ve bazı avukatlar darba maruz kalmış. Avukatların duruşma salonunda müvekkilleri ile görüşmesi engellenmeye çalışılmış. Yine duruşma salonuna girerken avukatların cep telefonu ve tablet bilgisayarları ellerinden alınmış.

Sonuç yerine;
Bu yazıda sonuç yerine Anayasa 141. Madde, CMK 149, 151, 154, 182, 188, 191, 193, 197 ve diğer ilgili maddeler gereğince bu yaşananların alenen hukuksuz olduğunu ispatlamaya çalışma çabası içerisinde olmayacağız.

Mahkemelerin adil yargılama ile adalete ulaşacağı ve toplumun buna güveni çerçevesinde hukuka olan inancın tesis edileceği tartışmasız bir gerçektir. Mahkemeler üstün kamu gücünü kullanarak haklarında iddia olunan sanıkları zorla mahkemeye getirirler, hatta bu sürede tutuklu yargılanmasına karar verebilirler. Kişiyi hürriyetinden yoksun kılabilirler. Üstün kamu yetkisini kullanan yargıyı, kişiler arasındaki bu türden ilişkilerden ayıran en temel özellik kişinin kendini ifade edebilme, savunabilme, lehine delil sunabilme gibi haklarıdır. Eğer ki; bu türden haklar sanığa yeterince tanınmıyor ve uygulanmıyorsa burada adil bir yargılamadan bahsedilemez, bir suçtan bahsedilebilir. Devlet suç işleyen konumuna düştüğü anda meselenin özü siyasileşir ve devletin meşruiyeti sorgulanır. Daha da kötüsü hukuk devleti iddiasındaki devletin bunu mahkemeler eliyle yapıyor olması, devletin meşruiyetinden ziyade adalet, vicdan ve nihayetinde insanlık sorgulanır hale getirir.

Yukarıda gerçekler kısmında bahsettiğimiz olaylardan sanıklara savunma hakkı tanınmadığını, hatta yer yokluğu nedeni ile tutuksuz sanıkların salona alınmadığını belirttik. Yine sanığın savunmasında kendine yardımcı olan ve adil yargılamanın temel unsuru olan avukatlara yönelik haksız uygulamalara değindik. Şeklen dahi olsa insanlığın kazanımı olan bazı hukuk kurallarının uygulanmaması ile mahkemelerin neyi amaçladığını kavrayamamaktayız. Yoksa savunmasız ve savunucusuz bir yargının nasıl olacağına ilişkin deneysel bir çalışma mı yapılmaktadır? Başka bir yorum ile iktidarın yeni dönemine ilişkin ipuçlarını mı ortaya koymaktadır?

Kısacası mahkemeler verecekleri kararlar ile sadece sanıkları ve avukatları etkilemezler. Onlar aracılığı ile tüm topluma etki ederler. Toplumlar ise değişkendirler, kamu yetkisini kullanmaları için verdiği yetkileri alabilir, değiştirebilir ve hatta bizzat kendileri bu yetkiyi kullanabilir.

 Ersel Gürbüz

adalet ve sosyalizm