Mucit ve Fütürist Ray Kurzweil’dan ilk olarak 2007 yılında söz etmiştim (bit.ly/ZzKvAC ). Kurzweil, teknolojinin geçmişteki izini öngörülebilir geleceğe doğru ilerleterek fikri simülasyonlar yapıyor.

Bu çalışmanın ışığında bugün adına bilgisayar dediğimiz cihazların depolama ve işlem kapasitesinin 2050 yılında insan beyninin seviyesine ulaşacağı düşünülüyor. Bir diğer öngörüyse milimetrenin milyonda birini baz alan nano-teknoloji alanındaki gelişmelerle akıllı cihazların yakın bir gelecekte insan vücuduna şırıngalarla enjekte edilebilecek kadar küçüleceği yönünde.

Peki damarlarımızda dolaşan ve dışarıdan kontrol edilebilen bunca yetenekli cihazlarla donandığımızda ne olacak?

İşte esas mesele burada başlıyor. Detaylara dalmadan önce bir başka dönüşüme; sanallık ve gerçekliğin arasında yok olmaya yüz tutan çizgiye de bakmak gerekiyor.

Ekranlardaki gerçeklik

Cep telefonlarının sesli görüşmeyi bile zor yaptığı, taşınabilir bilgisayarların yetersiz, ağır ve çok pahalı olduğu, internete girmeden önce ‘bağlanma’ denen ‘gürültülü’ bir süreç yaşandığı yıllarda ‘sanal’ diye bir kavram popülerleşmeye başladı. Kimileri sanal derken elektronik gerçeklik anlamındaki ‘siber’den bahsediyordu. Kimileri içinse o sihirli ekranlarda yaşanan her şey gerçekten sanaldı. Tanım ve tespitleri hoyratça, bol keseden yapabildiğimiz o dönemler kafamız da fazlasıyla rahattı. Ama bugün ne yazık ki değil.

İnternetteki etkileşim ve varlığımızı ‘sanal’ olarak tanımlamak artık pek de mümkün değil. Kabul etsek de etmesek de kendine has değer yargıları ve varlık seçenekleriyle internet düpedüz yeni gerçekliğimiz. Başka bir bakış açısıyla sahip olduğu yaygınlık ve çeşitlilik sayesinde sanallık bugünkü gerçekten daha kabul edilebilir, ölçülebilir ve yönetilebilir durumda. En özet haliyle sanallık üstüne inşa edilen yeni bir gerçekliği yaşıyoruz.

Biraz daha açalım

Facebook’taki profilimiz sanal bir yansımamız ama bizim hakkımızda gerçek hayattakinden daha çok bilgi veriyor.

İşimizde, evimizde ya da okulumuzdayken sosyal ağlarda paralel bir hayat sürdürüyor, sitelerden hizmet ve ürünler alıyoruz. İsmimiz, cismimizle yer aldığımız bu evreni artık ‘paralel’ terimi bile yeterince kapsayamıyor.

Bedelsiz ve sınırsız sahip olduğumuz yeni değer yargıları ve para birimlerini dağıtırken en az geleneksel hayattaki kadar temkinliyiz. Twitter’da bir şey retweet etmek ya da favoriye almak; Facebook’ta bir sayfa beğenmek ya da birinin gönderisine yorum yazmak kırk tane hesaba bağlı (bit.ly/UFvcEL).

Daha da garibi paralı ya da sınırlıymışçasına ürkekçe kullandığımız bu elektronik cephanemiz gerçek yaşamda her geçen gün daha kolay karşılık buluyor. Artık sefil bir barınakta eziyet gören hayvanları kurtarmak için radikal hayvanseverlerin kapısına dayanıp eylem yapması şart değil. Sosyal ağlarda kitleleri sürükleyen organize bir eylem aynı sonucu almak için yeterli.

Aynı mantıkla bugünün okul ve iş kavgalarının çoğunun fitili internette ateşleniyor. Ve çoğunun zaferi fiziki ortama hiç taşınmadan yine internette kazanılıyor.

Bir uygulamaya dönüşmek

Unilever CEO’su Paul Polman, Arap Baharı’nın Mısır yansımalarını kastederek “Eğer insanlar elektronik araç ve hizmetlerle baskıcı iktidarları 17 haftada devirebiliyorsa bizim gibi şirketleri saniyeler içinde alaşağı edebilirler” demişti. Çok da haksız sayılmaz.

Gücümüz kadar haz ve tatminimiz de artık internetten fiziksel dünyamıza sızıyor. Instagram fotoğrafları binlerce beğeni alan, Twitter’da retweet arsızı olan, Facebook’ta yazdıkları yüzlerce, binlerce kişi tarafından beğenilen birinin vücudunu saran dopaminle harlanan coşku ve mutluluğunu ‘sanal tatmin’ olarak geçiştiremeyiz.

Bu ayrıntılar ışığında başa dönüp bugüne yeniden bakalım. Kabiliyeti sürekli artan, küçülen ve ucuzlayan akıllı cihazların vücudumuzun doğal uzantısı / parçası haline geldiği bir dönemdeyiz. Ve yakın zamana kadar sanal diye etiketlediğimiz elektronik mecra ve hizmetler hayatımızın apaçık gerçeği haline gelmiş durumda.

Kurzweil ve müritleri yakın gelecekte beynimizi yedekleyebileceğimizi iddia ediyor. Hatıra, karakter, bilgi ve zekâmızı elektronik bir forma sokabilirsek, başka bir forma da yükleyebilir hale geleceğiz. Yani Gılgamış Destanı’ndan bu yana koru sönmeyen ölümsüzlük hayalimizi dijital de olsa gerçekleştirebileceğiz. Fiziken öleceğiz ama varlığımız elektronik olarak sürecek. Evin içinde bir ekran mı oluruz, cep telefonunda bir uygulamaya mı döneriz ya da aynen bize benzeyen bir androide mi yükleniriz orası meçhul.

Bu yeni çağ gerçekleşirse yepyeni dertlerimiz olacak. Gerçek insanlar, üretilmiş androidler, anonim bilinçler ve siborglar arasındaki rekabetten söz ediyorum.

M. SERDAR KUZULOĞLU

Radikal Hayat / 09/01/2013