Oturum Başkanları:
Prof.Dr. İ.Hamit HANCI.Ankara Üniv.Tıp Fak. Adli Tıp–
Doç.Dr. Mustafa İLHAN. Gazi Üniv.Tıp Fak.Halk Sağlığı
Konuşmacılar (Alfabetik Sırayla)
Av.Hamza DAĞ:İzmir Milletvekili
Mesut DEDEOĞLU:Kahramanmaraş Milletvekili
Prof.Dr.Nurettin DEMİR: Muğla Milletvekili
Av.Semiha ÖYÜŞ:Aydın Milletvekili
Dt.Cemalettin ŞİMŞEK:Samsun Milletvekili
Konuşma çözümleri
Prof. Dr. İ. Hamit Hancı
“…Hastanesinde 1 ay sonrasına randevu vermek zorunda kaldığı hastası tarafından bıçaklı saldırıya uğradı. Hasta yakınları nöbetçi doktora saldırınca doktor kaçtı, kontrolden çıkan saldırganlar servis görevlisinin burnunu kırdı.
Sinirlerini doktordan çıkardılar.
Çocuğu olmayınca doktoru vurdu.
Başhekim yardımcısına görevi başında saldırı.
Diş hekimine infaz.
Doktorun müdahalesini beğenmeyip tartıştılar.
Doktorları linçten panzer kurtardı.
Hastanelerde şiddet bitmiyor,
İlaç yazmayan doktor saldırıya uğradı.”
Bu olaylar öylesine çoğaldı ki, sağlık personelinin beyninde hasta yakınları ile mücadele merkezleri oluştu. Gazetelerde 3. Sayfa haberleri olarak yer alan sağlık çalışanlarına şiddet haberleri, çalışanlar bakımından bir güvenlik sorunu olmasının ötesinde, toplumun sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkına da bir saldırıdır.
Şiddet; kızgınlık, öfke, nefret, düşmanlık gibi duyguların davranışa döküldüğü bir saldırganlık biçimidir. Fiziksel şiddet tokat atmadan, sarsmadan, aletle yaralamadan öldürmeye kadar geniş bir yelpaze içerisindedir. Sağlık personeli sadece fiziksel şiddete maruz kalmıyor, duygusal şiddet, küçük düşürme, gururunu incitme, hareket özgürlüğünü engelleme… Son günlerde sıkça karşımıza çıkan psikolojik şiddet -özellikle işyerindeki şiddet- ve mobbing.
Fiziksel şiddete baktığımızda ölüme kadar giden geniş yelpazede çok geniş bir travmayla karşılaşıyoruz ki yakın zamanda hepimizin bildiği gibi Gaziantep’teki meslektaşımız şehit oldu. Biraz önce bu toplantıya katılamayan Afyon’dan acil servisten bir hoca arkadaşımız, ”Hocam lütfen selamlarımı ilet, yarım saat önce bir asistanım feci halde dayak yedi, hasta yakını tarafından.” Çok ilginç olan da hasta yakınının üniversitede baksa bir fakultede öğretim elemanı olmasıydı. Yine bu tip haberler ile ne yazık ki çok sık karşılaşıyoruz. Prof. Dr. Göksel Kalaycı da hekime yöneltilen şiddetin kurbanlarından biriydi.
İnsanlar saldırıya uğrayınca depresyona giriyor, kendini suçluyor, utanma duygusu had safhaya çıkıyor, madde kullanımı ve hatta intihara kadar gidiyor
Hastanenin herhangi bir ünitesinde şiddet olayı meydana gelebilirken, bunun Acil Servis, Psikiyatri ve Yoğun Bakım ünitelerinde sıkça meydana geldiğini görüyoruz.
Yeni bir fenomen değil belki, sağlık kuruluşlarında şiddet. Ancak gittikçe oran ve sayı sürekli artmaktadır. Görsel ve yazılı medyada şiddet ile ilgili haberlere her gün rastlamak artık olağan hale geldi. Bir Beyin Cerrahının gözü kör oldu. Yıllarca kendini yetiştirmiş, devlet dünyanın yatırımını yapmış bu kişiye, bir yumrukla gözlük camının kırılması sonucu gözünü kaybetmiş. Artık neredeyse şiddet toplumda kanıksanmaya başladı.
Hemşirelerin işyerinde şiddete maruz kalma oranları diğer sağlık mensuplarına oranla 3 kat daha fazla.
Acil Servisler özellikle aşırı stresli mekanlar. Uzun süre bekleyen hasta akınları beklemeyi tolere edemeyip saldırganlaşma eğilimi gösteriyorlar. En çok Acillerde şiddet karşımıza çıkıyor. Hasta yakınları ölen yakınlarının ölüm, hastalıktan, kazadan ya da travmadan değil de iyi bakımı yapılmadığı için olduğunu düşünüyorlar. Bu duruma ek olarak, muayene ve tedavide oluşan anlaşmazlıklar, saygısız- kaba ihtarlar, gereksiz kaba davranışlar karşılıklı olarak hastayı ve acil çalışanını provake edebiliyor. Bekleme odalarının kalabalık ve düzensiz olması, güvenlikle ilgili personelin yetersiz olması, tabi buradaki yetersizlik sayı ile ilgili değil, nitelik olarak baktığımızda yeterli olmadığını görüyoruz.
Sağlık kuruluşlarında çalışan personel AIDS, Hepatit, HIV gibi bulaşıcı hastalıklar açısından dikkatli olmak, kendini korumak zorunda olduğu gibi; şiddet konusunda da kendini korumak zorundadır. Sağlık kuruluşunda çalışan personel şiddetle mücadele konusunda ne yazık ki hazırlıksız ve eğitimsizdir. Gelişen olaylarda halkı her zaman haklı görme mantığı, olaylara popülist ve medyatik yaklaşımlar son derece yanlıştır.
Bizler sağlık personeli olarak kendimizin de hatalı olabileceğimizi düşünüyoruz, öz eleştiri de yapıyoruz, ancak burada adaletli davranmak lazım. Ne kadar haksız olursa olsun bir sağlık personelini hiç kimsenin öldürmeye ve yaralamaya hakkı yoktur. Bununla ilgili Adli Bilimciler Derneği olarak zaman zaman eğitimler düzenliyoruz.
Güvenliği sağlanmış bir işyerinde çalışmak herkesin hakkıdır. Sağlık çalışanları ve sağlık kuruluşlarındaki hastalar ile yakınları şiddet riski altındadır. 23 Nisan’da çizilen bir karikatür olayı acı bir şekilde anlatıyor. Hele hele alanda ve 112 de çalışanlar çok daha büyük risk altındadır.
Başka bir şiddet türü trafiktir. 2 hemşiremiz trafikte görev şehidi oldu. Yakın zamanda gerçekleşen bir olayda kamyon şöförü kendisini sollayan ambulansın önünü keserek sağlık personeline saldırdı ve kişiler kendilerini ambulansa kilitleyerek kurtarabildiler. Doktor ile hasta arasına kara kedi girmesini istemiyoruz çünkü iki taraf da birbirine muhtaç. Artık hekimler için ayrı şiddet hatları kuruluyor. Bu çok korkunç bir durumdur. Martin Luther King: ”Nefret nefreti, şiddet şiddeti, düşünsellik düşünselliği doğurur.” Diyor. Güveliğimizin güvence altına alındığı bir yaşam dileğiyle…..
İzmir Milletvekili Av. Hamza Dağ
Adli Bilimciler Derneği’ne düzenleme için, katılımcılara da katkıları için teşekkür ederek başlamak istiyorum. Son günlerde sağlık çalışanlarına yönelik şiddet çokça gündemde olan bir konudur. Genelde yapılan bu konuya fazlaca yoğunlaşıp gündemden kalkar hale geliniyor. Çözüm üretmeden uzaklaşılıyor. İlk olarak kadına yönelik şiddet vardı gündemde. Alt komisyonlar kuruldu konu incelendi, sonrasında ise Aile ve Sosyal politikalar Bakanlığı kuruldu. Mecliste kanun yapıldı, sonra yoğunluğunu kaybetti ve gündemden düştü.
Sağlık çalışanlarına karşı şiddette, genelde günlük olaylardan çıkıp bir şeyler yapılmıştır. Sağlık personelinin bizzat yaşamış olduğu bu konuları hissedemesem bile empati yaparak anlayabiliyorum. Dedemi hastaneye yatırmıştık. Gecenin üçünde Beyin Cerrahi Servisine gittiğimde asistan doktorundan hemşiresine herkesin görevi başında hiç de kolay olmayan bir iş yaptıklarına şahitlik ettim. Hem hukukçular hem de sağlıkçılar olarak bizler sorunlu işler yapıyoruz. Çok fazla gündem de olmasa da biz hukukçular da şiddete maruz kalıyoruz. Gündemde belli konulara güncel çözümler üretiliyor. Şiddet evde, sokakta, hayatın her alanında mevcut; biz bunların tümüne karşıyız. Okullarda çeşitli önlemler alınmaya başladı. Bu konuda çalışmalar var. Şiddetin artmasından ziyade insanların haklarını savunmaya yönelik bir farkındalıklarından kaynaklandığını düşünüyoruz. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet meclise kadar yansımıştır. Sağlık bakanlığının da üzerinde çalıştığı bir konudur.
Toplumun ruh sağlığını etkileyen bir konudur.
Sadece Türkiye ye özgü değil evrensel bir sorundur.
Her yerde mevcut ancak sağlık kurumlarında daha da yüksek bir sorun.
Bu konuda yapılan çalışma ve araştırmalar maalesef yeterli değil.
Bakanlıkta ve sağlık alt komisyonlarında yapılan çalışmalar var.
Ancak tüm bunlar yetersiz. ILO ve WHO standartları ile yapılan çalışmalar var dünyada.
7 ayrı ülkede yapılmış. Bu ülkeler Avusturya, Brezilya, Güney Afrika, Bulgaristan, Portekiz, Tayland ve Lübnan.
Bu ülkelerde %47 ila %76 arasında değişmekte. ABD’de de sağlık çalışanlarına yönelik şiddet 16 kat fazla bulunmuş. Türkiye de yapılan çalışmalarda pek de fazla yol alındığı söylenemez.
Gencecik yaşta bir doktor, bir eş ve bir baba...
Peki neler var..
Çalışan güvenliği hastanelerimizin % 79’unda faal durumdadır. Çalışan hakları ve güvenliği yönünde çalışmalar mevcut. “Sağlık çalışanlarına yönelik şiddete sıfır tolerans “ sloganımız olup, bu yönde sempozyumlar düzenlenecek. Sağlık çalışanlarının görüşleri alınarak adalet bakanlığınca yasal yaptırımların artırılmasına yönelik çalışmalar var. Suçlu yakınından tazminatlar talep edilebilinecek.
Toplumun %76 sı uygulanan sağlık politikalarından memnun. Bu memnunluk oranına rağmen muhalefetin tezi iktidarın başarısız olduğu yönündedir. Oysa biz sorunun temeline inmeye çalışıyoruz. Doktor sayısı yetersizken biz üniversite sayısını artırarak sorunu çözmeye çalışırken belli guruplar sayının artırılmasına direndi. Yeni fakülteler açılarak öğrenci sayısı artırıldı. Ancak halen personel sayısı yetersizdir. Her türlü şartta tam ve kesintisiz hizmet vermeye çalışıyoruz. Ağır iş yükü altında çalışıyoruz. Daha fazla saygı göstermeliyiz.
25 Nisan Çarşamba günü konu alt komisyonlarda konuşuldu. Temel çözüm yolu aranıp genel kurula sunulacak. Toplumun her kesiminde yasal yollara başvurulacağı ve takip edileceği anlatılmalıdır. Sağlık çalışanına öğretim üyesi veya milletvekili şiddet uygulayabiliyor. Bu konuda topyekun karalılık göstermek gerekiyor. Sevgi ve saygıyla başarılar dilerim.
K.Maraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu
Ülkemizde şiddetin sayısı da boyutu da her geçen gün artmaktadır. Pek çok alanda artan şiddet olayları artık ülke sınırlarımızı aşacak boyutlara gelmiştir. Ülkemizde en fazla artış gösteren şiddet olayları ise kadın ve çocuklara yapılan şiddettir. Ben parlementoda Kadın –Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu katibiyim. Ancak kadın ve çocuklara yapılan şiddet, sağlık çalışanlarına ve diğer kamu çalışanlarına artarak devam etmektedir. Son olarak Gaziantep’te Dr. Ersin ARSLAN’ ın bir hasta yakını tarafından öldürülmesi olayı zaten sağlıkta var olan şiddet olaylarını tekrardan halkın gündemine taşımıştır.
Sağlıkta şiddet kamuoyunda bu kadar gündeme gelmeden önce halkın gündeminde kadına yönelik şiddet vardı. Hala kadın cinayetleri işlenmekte ve var olan şiddet olayları artarak devam etmektedir. Şiddet haberleri kaçıncı sıraya düşerse düşsün yapılan araştırmalar ve sonuçlara göre halkın gözündeki önemini hep koruyacaktır. Kadını Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından 51 ilimizde ve 24000 kişi üzerinde Kadına Karşı Aile İçi Şiddet konusunda bir araştırma yapılmış. Araştırma sonucuna göre Türkiye’de kadınların %39’u hayatlarında en az bir defa fiziksel şiddete, %15’i cinsel şiddete, %44’ü psikolojik, %23’ünün ekonomik şiddete maruz kaldığı görülmüştür. Refah seviyesinin daha da düştüğü ailelerde ise kadına yapılan şiddet %50’lere varmıştır.
Ülkemizde ailenin önemli fertlerinden biri olan çocuklara karşı da şiddet olaylarının arttığı görülmektedir. Toplumda artan bu şiddet olayları çocukları fiziksel, zihinsel ve duygusal olarak olumsuz yönde etkilemektedir. Çocuklar üzerinde onarılması çok güç kalıcı etkiler bırakan şiddet; toplumumuzu sosyal, kültürel ve ekonomik kayıplara uğratmaktadır. Yaşadıkları şiddet çocukları ve kadınları eğitim olanaklarından uzaklaştırmaktadır. Ülkemizde yapılan birçok çalışmada çocuklara yapılan ev içi şiddetin giderek yaygınlaştığını göstermektedir. UNİCEF ile Sosyal Hizmetler Ve Çocuk Esirgeme Kurumunun ortaklaşa yaptıkları bir çalışmaya göre ülkemizde yaşayan 17-18 yaş arasındaki çocukların %45’inin fiziksel istismara, % 51’inin duygusal istismara, %25’ininde çeşitli ihmallere maruz kaldığını göstermiştir. Çocukların gördüğü şiddetin başında duygusal ve fiziksel şiddet gelmektedir.
Aslında eğitim eğitim eğitim diyoruz ama Bunun nedenini eğitim mi yoksa eğitim değil mi diye mütaala ettiğimde bunun ikilemini yaşamaktayım. Yapılan birçok çalışmada eğitimli kesimde yapılan şiddetin eğitimsiz kesimde yapılan şiddetle aynı olduğunu görüyoruz. Acaba eğitimle mi kültürle mi alakalı olduğunu anlamak için olayın sosyolojik boyutunun araştırılması gerektiğini düşünüyorum.
Sağlıkta şiddet olayları özelikle son yıllarda artmış durumdadır. Çok büyük bir özveri ile halka hizmet veren sağlık çalışanlarının bugün hasta yakınları tarafından dövülmekte ve şiddete maruz kalmaktadır. Bu konuda parti olarak gerek sağlık çalışanlarına, gerek diğer kamu personellerine, basına, icra memurlarına yapılan şiddete alınacak önlemlere destek vereceğiz. Sağlık Bakanlığının 2011’de İstanbul’da yaptığı bir toplantıda sağlık çalışanlarının kendisinin kanatları altında olduğunu, personele yapılan şiddete engel olacaklarını bildirdiği halde ilk kez Antep’te ki olaydan sonra mecliste araştırma komisyonu kurulmasına karar verilmiştir. Ümit ediyoruz ki bu çalışmalar sonucunda dört partinin ortak çalışmasıyla sağlık çalışanlarına yararlı kararlar alınır.
Muğla Milletvekili Prof. Dr. Nurettin Demir
Türkiye’de hepimizi üzen bir konuyu ve son yıllarda gerçekten insanların içini acıtan bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Dün Şanlıurfa’daydım, acil serviste darp edilen hekim arkadaşı gördüm. Bir gün önce darp almasına rağmen görev yapıyordu. Ama orada çalışan hekim ve sağlık çalışanları ürkek ve tedirgindi. Ne noktalara geldiğimizi maalesef yakinen gördüm. Tabiî ki özellikle TBMM’ndeki araştırma önergesinin kabul edilmesinden ve Hükümetin bu konuya birazcık özen göstermesinden sonra, bölge Valisi ve Emniyet teşkilatının da hemen kendilerini aradığını, Türk Tabipleri Merkez Konseyinden de bir arkadaşın geldiğini görmelerinin de orada birazcık umut oluşturduğunu söylüyorlar.
Maalesef şimdi ben özellikle bu konulara nasıl geldiğimizi biraz kısaca özetlemek istiyorum. Özellikle Adli Bilimciler Derneğine ve Dernek Başkanı Sayın Hamit Hancı hocamıza çok teşekkür ediyorum. Ben Muğla Üniversitesi Tıp Fakültesi dekanı iken 2009 yılında mobbing olayını biz kendisiyle Muğla Üniversitesi’nde işlediğimizde kimse farkında değildi ve bu konuları Sayın Sağlık Bakanı başta olmak üzere birçok kimse bilmezdi. Ama ben özellikle kendisine teşekkür ediyorum. Sivil toplum kuruluşları ve bilim adamları tarafından bu tehlikenin geldiğini, biz özellikle altını çizerek kamuoyu ile paylaşmaya çalışıyorduk. Şimdi arkadaşlar şöyle biraz bakacak olursak 1980 Sayın Evren döneminde “Bu hekimleri bağlayın, kaçırmayın.” söylemleri ile başlayan ve hekimleri aşağılayan söylemler özellikle iktidardaki yöneticilerin hekimleri ve sağlık çalışanlarını hedef göstermesi sağlık çalışanlarını bu noktaya getirdi. Dolayısıyla bugün kurumlaşmadan kuralları getiren, kuralları gündeme taşıyan iktidarın çok büyük sorumluluğu vardır. Düne kadar köyünden yumurtasını, yoğurdunu, tavuğunu getiren insanlarımız ne oldu da, birden ne değişti de hekimleri kendilerine hedef görür oldular. Sadece şiddetle bitmiyor. Arkadaşların da söylediği gibi sadece sağlık alanında değil, eğitim alanında da, ailede de, gerçekten son yıllarda çok yoğun bir şekilde şiddet artmış durumdadır. Bunları biz politikacılar başta olmak üzere siz aydınların da çok iyi irdelemesi ve değerlendirmesi gerekiyor. 2002 yılında biz şiddet olaylarını % 1 oranında görürken ne oldu da şimdi % 60 lara hatta % 75 lere varan oranlarda. Bu olayda 10 senede ne oldu da buralara geldi. Bana göre bu olayların altında yatan 2 önemli konu var.
1. Sağlıkta dönüşüm politikalarının maalesef iyi çalışılmadan, iyi değerlendirilmeden, hazırlanmadan, her gün yönetmelikler-kanunlar değiştirerek, bütün yükü sağlık çalışanlarına bırakarak-yükleyerek, ekonomik ve psikolojik yetersizlikler altında uygulamaya çalışılmasıdır.
2. (En önemli konu bence budur.) Ekonomik daralma, Türkiye’de yoksulluk ve işsizliğin artmış olması, insanların maalesef geçimlerini sağlayamaması, gelir dağılımındaki çok büyük uçurumların artması, her gün piyasalaşan sistem ve insanların cebinden sağlık için harcadığı para miktarının artmış olmasıdır.
Hakikaten biz yapılan güzel salonları, güzel yataklara bakarak sağlıkta iyileşme olduğunu zannediyoruz. Çoğumuz hekimiz ve eğer hekim olarak gelen hastanın isteklerini yapmazsanız, orada başlıyor. Hasta “ Bana MR çekeceksin, tahlil yapacaksın, beni yatıracaksın, ameliyat edeceksin, karşı durmayacaksın.” ya da “ Yeşili işaretleme, kırmızıyı işaretle” diyor. Acilde ki arkadaşın söylediği: ”Yeşili işaretlerse gözünü patlatırım.” diyor hekime. Hekimden çıktıktan sonra reçeteyi almak için eczaneye gittiğinde parası kesiliyor, ayda birkaç kez doktora gitmişse maaşından 40-100-150 lirası kesiliyor. Gaziantep’teki olaya baktığımızda doktorun ölüm nedeni dedesini kurtarması için değil ki. Diyor ki ”Dedemin sakın öldüğünü bildirme, bildirirsen seni öldürürüm.” diyor. Doktor bu durumu Başhekimliğe bildiriyor. Başhekimlik ise öldüğünü bildiriyor. 17-18 yaşındaki çocuk ATM ye gidiyor, bakıyor ki para yatmamış, dedesinden aldığı maaşı alamayınca, cebindeki bir miktar parayla kocaman bir kama alıyor, doktor tam görevinin başında, elini yıkıyorken, ameliyata girecekken sırtından bıçaklıyor. Dedesinin kanserden 90 yaşında ölebileceğini bilmiyor mu bu çocuk? Kimi bıçakladı, merhum Arslan’ı mı? Hükumeti, Devleti bıçakladı, doktorun onunla kişisel bir husumeti yok ki.
Şanlıurfa’da zenginler 7+1 daireyi almaya çalışırken, bir kısım insanlar 7 gündür ekmek alamamanın ızdırabını yaşıyor. Bu gerçekleri görmediğiniz takdirde istediğiniz kadar önlemler alın, istediğiniz kadar araştırma yapın, isterseniz her hekime bir tabanca verin, ne değişecek? Eğer mecliste 2008-2009 yıllarında başlayan mobbing olaylarını Adli Bilimciler Derneğinin başlatmış olduğu bu seminerleri, konferansları ya da uyarıları Sağlık Bakanlığı dikkate almış olsaydı, 14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle Cumhuriyet Halk Partisi’nin sağlıkta şiddet ile ilgili meclise verdiği araştırma önergesini sağlıkçı Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlarım dikkate almış olsaydı ve Adalet ve Kalkınma Partisi muhalefetin önerilerini birazcık dinlemiş olsaydı bugün Arslan belki yaşıyor olacaktı.
Sadece populist ya da oportunist yaklaşımlarla olaya bakmak ve çözüm getirmeye çalışmak Türkiye’deki sorunları gidermeyecektir. Ülkemizde yoksulluk ve işsizlik var; sağlıkta dönüşüm projeleri maalesef kurumlaşmadan kurallaştırmaya çalışılması bizleri bu noktaya getirmiştir. Çok ilginç bir mektup: “4 ay önce Ege Üniversite’si Tıp Fakültesinde kanser teşhisi koydular. Ameliyat için biz sizi ararız dediler, 3-5 ay geçti. Antalya’ya gittim, orada hoca yok. Uzmanlar, asistanlar ameliyatı yaptı. Anastomoz yeri açıldı, enfeksiyon oluştu. Tekrar 9 Eylül’e geldim orada ‘Nereye ameliyat oldu iseniz oraya gidin’ dediler. Hala koşturmaktan perişanız. Özele gittik, 6.000-10.000 para istediler.”
Şanlıurfa’daki hekim arkadaşlar diyor ki: ”İnsanlar bize ameliyat yap diye yalvaracak” diyor. Bakın taşradaki hastaneler ameliyat yapmıyorlar Üniversitelere sevk ediyorlar. Ben milletvekili olarak günde 20-30 telefon alıyorum, “Ne olursun bize randevu al.” Diyorlar. İnşallah Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlar bu konuda duygusal bakmazlar ve Türkiye’nin önünün açılmasına ve sağlık çalışanına-özellikle hekime- yönelik şiddetin azaltılmasına yönelik katkı sağlarlar. Bu paneli düzenleyenlere saygılar sunuyorum. Teşekkür ederim.
Aydın Milletvekili Av. Semiha Öğüş
Hazuruna sevgi ve saygılarımı sunar paneli düzenleyen başkan Prof.Dr.Hamit Hancı nın şahsında Adli Bilimciler Derneğine teşekkür ederim. Gaziantep'te bir olay oldu. Dr. Ersin Arslan hunharca öldürüldü. Hepimiz üzüldük. Bu ilk de değil sonda olmaz. Bu olay şiddet konusunu düşünmemize neden oldu. Hepimiz derinden yaralandık ve üzüldük. Bu olay yani sağlıkta şiddet olayı hizmet veren ve alan olarak her iki cepheden birden bakılması gereken bir konudur. Hasta hekimlerden en kısa ve en kolay şekilde hizmet almak istemektedir. 2002 den önce hastaların doktor muayenehanelerinden geçmeleri gerekiyordu. Bu öyle bir boyuttaydı ki istediği gerekli ilacı reçete ettirebilmek için bile doktor muayenehanelerine gidilmek zorundaydı. Devlet hastanelerine memurlar SSK hastanelerine ise işçiler gidebiliyordu. Bağ-kur hastaları ise apayrı bir prosedüre tabii idi. Şu an da ise ne sağlık karnesi ne de sevk sorunu bulunmakta hasta nüfus cüzdanı ile en yakınında ki sağlık kuruluşuna başvurarak sağlık kurumundan sağlık hizmetini alabilmektedir.
Sağlık politikalarının eleştirilecek yönleri tabii ki olabilir. Bu sistemde hizmet alanın herhangi bir şikayeti yok ve oldukça da memnun. Koruyucu hekimliğe önem vererek bu yönde çalışmalara hız verdik. Hastalık oluşmadan önlemeye çalıştık. Halkın sağlığına önem vererek tam gün çalışma esaslarını uygulamaya geçirdik. Ancak üniversitelerden sağlık politiklarına karşı direnç gösterildi. Uygulanan yönetmeliğe haklı oldukları konularda görüş bildirdiler. Üniversitelerin bu istekleri Sayın Başbakana iletildi. Bizzat Başbakanın bu konuda çalışmaları var. Olumlu gelişmeler olacağını düşünmekteyim.
Şiddet öğrenilen bir olgudur. Her alanda karşımıza çıkabiliyor, sokakta, okulda, poliste her yerde mevcut. Hastanede doktora karşı yapıldığında basın yoluyla karşımıza geliyor. Sağlık hizmeti vermeyen sağlık çalışanına kızıyorum. Ben Aydın Milletvekiliyim, bir anne arayıp 2 tane ikizi olduğunu bunlardan küçüklerin 2 büyüklerin ise 10 yaşında olduğunu söyledi. Önce büyük olan 10 yaşında olanlar ishal olmuş sonra da 2 yaşında olanlar ishal olmuş, hasta olmuş. Hastaneye götürmüş tabi, gittiğinde ise doktor yerinden bile kalkmadan “ Burada küçükler için serum yok, başka yere götürün “ demiş. Beni arayıp haber veriyor. Ben Başhekimi arayınca ikizler hastaneye alınıp tedavi ediliyor. 3 gün yatıyorlar. Tedavi olup evlerine çıkıyorlar. Olmamalı böyle şeyler. Bilmeden öç almak olmamalı, kendi kendine hak arayıp adalet sağlamaya çalışılmamalı. Çözümler ne olmalı....
Yasal çözüm olmalı. Mevcut yönetmelikler uzlaşmalar yasal düzenlemeler var ve yenileri yapılıyor. Olay vuku bulduktan sonra değil öncesinde neler yapılmalı ona bakmalıyız. Biz herkese saygılı olmalıyız, saygıyı hak edip etmediğimize karar vermeliyiz. Eğitim çözüm mü? Önceki konuşmacılar şüpheli baksalar da her alanda eğitim yapılmalı, genel davranış eğitimi verilmelidir. Bu paneli ortaya koyanlar da iyi niyetliler. Biz burada bu konuda ikna olmalıyız ki buradan çıktığımızda biz de başkalarını ikna edebilelim.
Dr. Ersin Arslan olayından sonra medyadan ve bakanlıktan açıklamalar yapıldı. Konuyla ilgili görüşleri olanlar oldu. Her bir gerekli olan adım atılmalı ve evvele konuyla ilgili gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı, katkı sağlanmaya çalışılmalıdır. Hastanelerde bu tip olaylar bir daha olmamalı. Hayat standardı bu tip olaylarla bakın nasıl değişiyor. Baba kendini sollayan oğlunu bıçaklayabiliyor. Bu kendi kendine hak arama izole edilmeli başkalarının haklarına saygı duymayı öğrenmeliyiz.
Samsun Milletvekili Dt. Cemalettin Şimşek
30 yıl boyunca kamuda ve özel sektörde diş hekimi olarak çalıştığım için konunun gelişimi hakkında az çok bilgiye sahip olduğuma inanıyorum. Öncelikle şiddeti toplumda genel manasıyla incelemek gerekiyor ki daha sonra sağlık gibi dar bir alanda spesifikleşebilelim. Şiddet olgusu bugün sosyal bilimler ve siyaset bilimlerinin önemli sorunlarından biridir. Şiddet eğiliminin doğuştan geldiği görüşü var olsa da şiddetin toplumsal ve kültürel bir ortamda öğrenildiği görüşü ağır basar. Zira şiddetin sembolik formları, ifade biçimleri ve boyutlarını incelememiz gerekiyor.
Bir ülkedeki sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal gelişmeler toplumdaki şiddetin anlaşılması yönünden önemli faktörler olarak ortaya çıkmaktadır. Kan davası, namus cinayeti, aile içi şiddet ve gençler arasındaki kavgaları sıradan saldırganlık eğilimi olarak değerlendirmek bu suçları önleyememenin en önemli nedenidir diye düşünüyorum. Bunlar çok basit birer saldırı olayı olarak değerlendirilmemeli. Yine şiddeti, eylemleri geri kalmış bir toplumun hareketleri olarak adlandırmak yanlıştır. Şiddeti önleyememenin en önemli nedenlerinden biri de şiddetin anormal bireyler tarafından işlenen hastalıklı bir eylem olarak görülmesidir. Şiddet kolektif ve bütüncül bir olgudur ve ancak bütüncül bir yaklaşımla önlenebilir.
Araştırmacılar şiddeti doğrudan şiddet, yapısal şiddet ve kültürel şiddet olmak üzere birbiriyle bağlantılı üç boyutlu olarak değerlendirmişlerdir. Doğrudan şiddet buz dağının görünen kısmını oluşturmaktadır. Ancak doğrudan şiddet çoğu zaman yapısal ve kültürel şiddetin katmanları üzerinde yer alır. Doğrudan şiddet fiziksel zarar vermeye yönelik eylemlerdir. Şiddetin görünen yüzünü engellemek nispeten daha kolaydır. Asıl zor olan doğrudan şiddete neden olan kanalları engellemektir. Yapısal şiddet; şiddetin gözle görülmeyen kısmıdır. Çünkü doğrudan fiziksel zarar vermeyi amaçlamaz. Ancak yapısal şiddetin etkileri doğrudan şiddetten çok daha yıkıcı olabilir. Örneğin gelir dağılımındaki düzensizlikler yapısal şiddete örnek verilebilir. Şiddetin en az anlaşılan boyutu ise kültürel şiddettir. Bunlar din, ideoloji ve benzeri sebeplerdir. Bu, doğrudan ve yapısal şiddeti meşrulaştırmaya zemin hazırlayabilir.
Günümüzde şiddet evde, işte, sokakta, televizyonda ve hemen her yerde toplumsal hayatın bir parçası haline gelmeye başladı. Toplumsal şiddetin başında yatan en önemli faktörlerin başında güvensizlik duygusu gelmektedir. Birbirimize olan güven duygumuz zedelenmişse şiddet kaçınılmaz olur. Siyasi, kültürel ve iktisadi yapılar toplumsal şiddet olgularını kontrol altında tutabilirler. Bugün ülkemizde şiddetin en önemli nedenlerinden biri de özellikle gençler arasında artan geleceğe dair güvensizliktir. Bu gün Türk toplumu kendisini daha önce hiç hissetmediği kadar sahipsiz hissetmektedir. Burada izlenen bireyselleşme politikalarının etkisi büyüktür. Toplumsal şiddeti anlama ve önleme konusunda çok boyutlu bir vizyona ihtiyaç var diye düşünüyorum. Kültürel şiddet toplumun yapısını bozan ciddi bir tehdit olarak görülmeli, bunu yerine uzlaşı kültürünü aşılamamız gerekmektedir. Yapısal şiddet konusunda da bu gün iktisadi kalkınmanın önemi büyüktür.
Yukarıda da bahsedildiği gibi doğrudan şiddet alınacak polisiye önlemlerle azaltılabilir. Ancak kültürel şiddetin önlenebilmesi için ortak çıkarlarımızın, ortak değerlerimizin farkına varmalıyız. Tüm bunların ışığında hastanelerde alınan güvenlik önlemleri maalesef yeterli değildir. Bu manada hastanelerde giriş-çıkışlar daha iyi kontrol edilmeli, hastanelerde olay çıkarmak isteyenlerin ki bunların %70’den fazlası hasta yakınlarıdır olay çıkarmadan olay çıkaracağı bellidir. Olayları çıkarmadan gerekli önlemlerin alınması bunları önleyecektir.
Bugün ülkemizde 10 milyon sigortalının büyük bölümü asgari ücretle çalışmaktadır. Bu yapısal gelir adaletsizliği de yapısal şiddete neden olmaktadır. Asgari ücretle çalışan bu vatandaşlarımız kendilerine bir sorun çıkartılacağı düşüncesi içinde bir ön yargıyla hastaneye gelmektedirler. Hastane çalışanlarına karşı bir peşin yüküm içerisindedirler. Kültürel şiddeti ortadan kaldırılması için yapılması gereken politikalar yetersizdir. Hastanelerin iş yükü çok fazladır. Deniliyor ki bugün hastanelere başvuru sayısını 6 kat arttırdık. Ancak hastanelere yapılan finansal destek, hekim sayısı, fiziki şartlar 6 kat artmadığı için yetersiz hizmet alımına neden olmaktadır. Kolay ulaşım iyi hizmeti göstermemektedir. Yapılan bir çalışma acildeki aşırı yoğunluk oraya giden hastalar üzerinde negatif bir ön yargıya neden olduğunu göstermiştir.
Sağlık çalışanları halkımızın hizmetkarıdır. Ancak yetkililer sağlık hakkında açıklama yaparken çok dikkatli olmalıdırlar. Çünkü bazen hasta yakınları bu açıklamaları başka formatlarla sağlık çalışanlarının aleyhine kullanmaktadırlar. Performans sistemiyle hastalar bunlar bana para gözüyle bakıyor düşüncesine kapılmaktadırlar. Bu yanlış performans sisteminden vazgeçilmelidir. Hekimler hastaların gözünde sadece paraya tapan insanlar olarak gösterilmektedir. Evet bir performans sistemi olmalı ancak bunun en az %80’i hekimin emekliliğine ve özlük haklarına yansıtılmalıdır. Bugün hekimler veya diğer sağlık çalışanları ay sonunda ne kadar maaş alacağını bilmemektedirler. Hekimin ay sonu alacağı, hastane borcu, ödemeler gibi faktörlerden etkilenmemelidir. Yani en azından performansına göre ne kadar alacağı belli olmalıdır.
Meclis komisyonu inşallah güzel çalışmalar yapacaktır. Ancak hekimlere eski itibarları iade edilmedikçe bu sağlık politikaları başarılı olamaz. Hekimlerin itibarı zedelenmiştir. Bu mutlaka düzeltilmelidir.
Paneli düzenleyen Prof.Dr.Hamit Hancı ve Adli Bilimciler derneği ile Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesine teşekkür ederim.


Panele Ait Fotograflar aşağıdaki gibidir.