Av. Celal Ülgen
Meslek yaşantımın 41. Yılındayım. Bugüne değin 12 Mart Faşizmini ve Mahkemelerini, 12 Eylül Faşizmini ve yargılamalarını gördüm. Elbette o dönemdeki askeri mahkemeler ve devlet Güvenlik Mahkemeleri antidemokratik uygulamaları ile ünlerini bugüne taşımışlardı. Engizisyon mahkemelerinden eksik yanları yoktu. Ama hiçbirinde bu günkü Özel Yetkili Mahkemelerde yaşanan yargılama yöntemleri kadar savunmaya baskı yapan, savunma ile bu denli çekişen, savunmayı yok sayan, dışlayan mahkemeler görmedim.

13 Aralık 2012 günü yaşadıklarım ise kolayca uslardan silinecek cinsten şeyler değildi. Meslek yaşantımda ilk kez Jandarmaya ait robokoplar tarafından duruşma salonundan zorla dışarı çıkarılmak isteniyorduk. Önce çevremiz kuşatıldı. Bize 1 metre mesafeye kadar yaklaşmışlardı. Duruşma Salonu boşaltılmış ve içeride 20 kadar avukat kalmıştık. Avukat arkadaşlarımın çoğu gençti. Meslek yaşantılarında böyle bir şeyle yüz yüze gelmeleri onların mesleğe bakışlarında çok olumsuzluklar doğuracaktı. Robokoplar bir yandan yaklaşıyor bir yandan da biber gazı sıkılabileceği yolunda sesler geliyordu.

Benim meslek yaşantımda ilk kez karşılaşmamdı böyle bir durumla.

Ancak daha önce anımsıyorum 1 Ekim 2012 günü de aynı olay KCK ana davasında gerçekleşmişti.

ERGENEKON FOTOĞRAFI

Orada robokoplar avukatlara müdahale etmiş ve fili güç kullanmıştı.

1 Ekim 2012 ve 13 Aralık 2012.

Demek ki artık bu yöntem sık sık başvurulacak bir yöntemdi.

Avukatlar bu yöntemle neden dışarı çıkarılmak isteniyordu. Salt konuşmak istedikleri için. Müvekkillerini savunmak istedikleri için…

Mahkeme heyeti Av. Vural Ergün’ün dışarı çıkmaması halinde oturumu açmayacaklarını söylüyordu. Bir yandan da 20 avukatın ortasına alınmış olan Meslektaşımızı nasıl dışarı çıkartılacağının planları yapılıyordu demek. Yoksa bu robokoplar nasıl gelirdi duruşma salonunun ortasına kadar.

Sonunda olan oldu. Avukatlara ayrılan sıralara birer birer robokoplar atlayarak girmeye başladılar. Ama robokoplar gençliğe yeni adım atmış çocuklardı.

Hepsi yirmisinde. Avukatlar kurban onlar avcıydı.

Ama Avcılar daha şaşkındı kurbanlardan.

Gözlerinde korku vardı hepsinin.“Saldır“ komutu gelince ne yapacaklarını düşünüyorlardı. Sırtlarında cübbeleriyle 20 kadar avukat vardı önlerinde. Onların silahları yoktu, ellerinde taşları yoktu, sopaları yoktu. Sadece bağırıyorlardı;

- „Yapamazsınız. Bu yaptığınız doğru değil.“

- „Ayıp ayıp bunu da mı yapacaktınız?

- „Bu çocukların burada işi ne?

- „Direnelim arkadaşlar, bize fili güç kullansınlar, bizi yaka paça götürsünler. Bu ayıp onların olsun.“

Bu sırada salona giriş kapıları da kilitlenmiş ve dışarıdan izleyici, gazeteci ve avukat girişi yasaklanmıştı. Koca bir kapan içinde küçücük bir yumak gibi kalmıştık. O sırada kapıların vurulmaya başlandığını duyduk. Robokoplar da duydu. Kapı önlerindeki askerler kapıyı açmıyorlardı. Biraz sonra kapıya yüklenmeler başladı.

İzleyicilerden bir gurup kapılardan birinin kilidini zorlama ile açmayı başarmıştı. Açılan kapıdan hızla girenler oldu. İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal da, Muğla Baro Başkanı Mustafa İlker Gürkan’da, CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, CHP milletvekili Prof. Dr. Süheyl Batum ve İP yöneticilerinden bir grup da izleyicilerin açtığı bu kapıdan girebildiler. Gazeteciler de girebilmişti. Artık avukatlar yalnız değildi.

Düşünüyorum ne adına yapılıyor bütün bunlar?

Avukata söz vermeme adına“…

Bu kadar çok mu korkuyorsunuz sözden?

Bu kadar çok mu ürküyorsunuz gerçeklerden?

Hiç tartışılmasın mı istiyorsunuz?

Kimse uyanmadan suçsuz ve günahsız insanlar mahkum edilsin mi?

Kurulan tuzaklar, pusular anlaşılmasın, fabrikasyon deliller gerçek sanılmaya devam edilsin.

Bu gök kubbe suçsuz insanların üzerine deli gömleği gibi çöksün, tonlarca çelikle kaynamış beton gibi kalsın mı.

Ne adına yapılıyor bütün bunlar?

Cevap bekleyen sorular

MHP neden, 13 Aralık´da Silivri´de yok!

S.TANTAN,

O.PAMUKOĞLU,

M.TÜRKER,

HAYDAR BAŞ DA YOKLAR?

Rahmetli Attila İlhan’ın deyimiyle, toplumun oluşturduğu “dip dalgası” milyonlarca Atatürkçüyü bir araya getirdi. Hem meydanlarda, hem de gönüllerde.. Bu dalga aynı zamanda, Atatürkçü geçinip de, onu anlayamayanları da deşifre etti. Etmeye devam ediyor”…

İktidarın gizli tanık olan, yalancı şahitler ve yandaş yargıçlarla kurdukları,”Çadır tiyatrosu” benzeri mahkemelerle, zindanlara tıktıkları, Başta Doğu Perinçek olmak, az da olsa gerçek Atatürkçü olan cumhuriyet sevdalısı bazı vatanseverler yılmadılar, Tüm yasaklara, tazyikli su ve biber gazı ile terbiye edilmek istenmelerine rağmen, başta, TGB, ADD ve İşçi Partisi olmak üzere, birçok vatansever, Cumhuriyetin ipini bırakmadılar, ülkenin çeşitli yörelerinde olduğu gibi 29 Ekim de, Ulus –Anıtkabir milyonlarla doldurup, Cumhuriyete sahiplendiler..

Yetmedi, 10 Kasım de yine milyonlar, Anıtkabire gidip, Cumhuriyeti kuranlara ve Atatürk’e sahiplendiler.

Ve 12 Aralık 2012 de, milyonlar, “Esir” alınan kahramanlara sahiplenmek için, Silivri`de idiler.

Vatanı hain, satılmış uşak ve piyonlardan kurtarma zamanı gelmiştir artık!

Ölü toprağını ya üstünden atacak, ya da toprağın altında yok olup gidecek…

Gelinen aşama budur…

Şimdi merak ediyor ve soruyorum ve kıvırmadan cevaplar bekliyorum…

Vatanseverliğe,

Atatürkçülüğe,

Cumhuriyetçiliğe toz koydurmayan

CHP başkanı Kemal Kılıçtaroğlu,

Yurt Partisi Genel başkanı, Sadettin Tantan,

HEPAR genel başkanı emekli general Osman Pamukoğlu,

Bağımsız Türkiye partisi genel başkanı Haydar Baş,

DSP genel başkanı, Masum Türker

-Silivri’de neden yoklar?

Ben ve benim gibi milyonlar merak ediyor!

-Hangi yüzle, milletin yüzüne bakıp,”Atatürkçüyüz, Cumhuriyetçiyiz, vatanseveriz” diyecekler?

-Milliyetçi Bahçeli´nin ” mhp’si” neden Silivri’de yoktu?

Sorulara devam:

-Ümraniye( Ergenekon) davasında, Hak Hukuk var mı?

-8 çocuğun ırzına geçen, Mahkeme kararları ile sabit bir sapığın, ülkenin Genelkurmay başkanlığı yapmış bir kişi hakkındaki beyanları nasıl “inandırıcı” olur?

-Ellerinde ,”Mehmetçik kanı” olan canilerin,şerefsizlerin, PKK ile mücadele edenler, hakkında,“tanık” olmalarını adı Cumhuriyetin savcıları olan ve de „ben hukukçuyum“ diyenler,nasıl böylesi hainleri ,dinler sözlerine inanırlar!

-„Osman’ım, Osman bey” diye iltifat ederler! Dünya da”Yalancı” şahitlere itibar eden bir başka ülke var mı acaba?

Bir yandan esir alınmış vatanseverlere,15 dakikalık süre…

Öte yandan gizli tanıklara konuşma tahdidi yok…

Gizli tanıkların, sözde sanıklara, küfür, hakaret etmeleri, tehditedip, aşağılamaları serbest!.

-Sanıkların, itirazlarında, duruşmalardan atıldığı, bir yargılama süreci yaşanırken kendisine milliyetçi, Ülkücü, diyen Devlet Bahçeli ve avenesi, bütün bu olup bitenlere hangi, düşünce ile sessiz kalıyorlar?

Herkes görevini layıkıyla yapıyor!

Yani bunlar görevli,?

Görevleri, Türkiye parçalamak, bölmek ve efendileri olan, ABD ve AB, peşkeş çekmek…

Bundan hem fikir olmayan var mı?

-Millet Bahçeli ve avenesini,”Mostıralık” olsun, TBMM’de bulunsunlar diye mi oy verdi?

-Bu kadar mı korkak ve omurgasızsınız?

Araştırın, sorun bakalım bu zindanlarda, ömür tüketenler neden yıllardır o zindanlarda,

Mesela,

Mehmet Haberal’ın,

Doğu Perinçek’in,

Yalçın Küçük’ün’,

Soner Yalçın’ın,

Kemal Kerinçsiz

Ergun Poyraz’ın

Ya da

Mustafa Balbay,

Tuncay Özkan

İnsaf be kardeşim, bu kadar da duyarsız olunmaz ki!

*

İşte içerideki kahramanların erdemliğine bakın.

Bizi bırakın‘ diyen yok!

Adalet istiyoruz, adalet‘ diyorlar…

Başka?

Adaletin bir engizisyon yargılaması uygulamaları ile 21. yüzyılda dünyanın çağdaşlık ve uygarlık yolunda hukukun, adaletin çiğnendiği bu süreçte yeniden engizisyon yargılamalarına ‚halkın izin vermemesini" istiyorlar ve halk izin vermediğini isbat etmek için Silivri´deydi.

Orada olmayanlar bu sorulara cevap versinlerde görelim bakalım.




















TÜRKİYE'DE ADALET ARAMAK, GENELEVDE BAKİRE ARAMAYA BENZER. NAZIM HİKMET


(Adaletbiz)