O son sevgiliyi kaybetmeyecektin adalet

Nasıl bir adalet bekliyorsunuz. Yani hayatın otomatik bi adalet sistemi olsa, dilediğinizde ‘on’a getirseniz, lüzumsuzken söndürseniz filan, fena olmaz mıydı?

Nasıl bir adalet bekliyorsunuz. Yani hayatın otomatik bi adalet sistemi olsa, dilediğinizde ‘on’a getirseniz, lüzumsuzken söndürseniz filan, fena olmaz mıydı? Çok yazmasına rağmen söndürmemekte de fayda var tabii adaleti. Adalet bir ampul gibi olsa, çok yaksa ama aydınlatsa, sabaha kadar açık dursun isterdim. Geceleri karanlıktan korkanlara bile faydası olurdu adaletin. Hiçbir şey yapmasa, insanlara en azından yol gösterirdi. Gece tuvalete kalktığınızda koridorun yılmaz bekçisi olabilirdi adalet.

İstenilen adalet nasıl bir şey olmalı ki, bunca zamandır bir türlü ulaşamıyoruz. Davalar zamanaşımına uğruyor, adalet unutuluyor. Cezanızı peşin öderseniz indirim alıyorsunuz, arada ‘af’ çıkıyor, fenalıklarınız devlet eliyle sıfırlanıyor. Yapılması ve bakımı için vergisini verdiğiniz yoldan geçerken hâlâ para veriyorsunuz, bazen vergileriniz cop, bazen müşavir tekmesi, bazen azar, bazen TIR, bazen de HES olarak geri dönüyor. Adalet böyle bir şey olmalı. Derelerin akması kadar doğal, karbon döngüsü kadar bizden olmalı, hayattan olmalı belki de. Acaba adalet bir zamanlar hayattan yana mıydı? En son görenler adaletin bonz peşinde koştuğunu ve sokaklarda yatıp kalktığını söylüyordu. Sonra tinere başlamış, sonra da kendi kendini yakmış. Tabii ki öncesinde o kadar içmekten ciğerleri kavrulmuş. Adaletin birkaç da sevgilisi varmış. Eski İstanbul’da onlarla fingirdermiş iyi zamanlarında. Onlardan ayrılınca kendisine gelememiş. Koskoca adalet şimdi saraylarda heykel olarak duruyor. Hiçbir şeyi görmesin diye gözlerini de kapamışlar. Oysa o her şeyi görmek istiyordu. Gizli tanık ne kadar gizleniyordu, onu bilmek istiyordu. Adaletin kafasındaki gri madde böyle konularla ve artan kirasını denkleştirme derdinde kavruldukça kavrulmuş. O son sevgiliyi kaybetmeyecektin adalet. Mülkün temelisin yine iyisin. Türkiye’de emlak yükselen değerdi. Hâlâ da değer. Değerliyse eğer her şeye değer. Hiç kirlenmez, leke tutmaz nano kumaşlarla, kefenini bile kevlarla güçlendirilmiş olarak giyip yola çıktı yeni adalet. Yolda doğru. Haksızların haklarını savundu, gücü buldu, güçlendikçe kazanmayı, kazandıkça daha çok kazanmayı istedi. Kazanmayı öğrenince kendisine hayran olunmasını istedi. Canı hep daha fazlasını çekiyordu. Aklında hep, ‘Şimdi buralarla başlarım, ileride aşağılara, şuralara da ben bakarım, ben adaletim’ demeye başladı. Çevresindekileri dinlemesine ihtiyacı yoktu, çünkü o adil olandı. O en doğrusuydu. Eski adaleti görmüştük. Ayyaş, içkici, kadına-kıza zaafı olan, aşırı duygusal olduğundan kırılgan, narin dolayısıyla da güçsüz bir adaletti. Güçsüz olduğu için elindeki gücünü kaybetmişti. Yeni adalet hiç esnemeyecek, hiçbir söze kulağını kabartmayacak, kendi bildiği yolda gidecek ve gerekirse bu yolda hayatını verecek, eğilmeden, dik durarak bu güç yolculuğunu kazanacak ve en güçlüsü olacaktı... Olması gereken de buydu çünkü... Bu düşünceler eşliğinde yeni adalet de kafayı yemeye başladı inceden. Günden güne eşini dostunu tersler, akrabasına ya da mahallelisine arıza çıkarır, sokaktan geçen gençlere laf atıp sataşır, oraya buraya, olmayacak yerlere arabasını bırakır geceleri insanları apartmanlarının içinde hapis etmeye başlar hale gelmişti. Okul çağındaki çocuklarla, sokaktan geçen hayvanla bile kavga eder, onlara sıkıntı çektirir hale gelmişti. Hep sinirliydi. Hiçkimse kendisini anlamıyordu, onun seçimleri en doğru olanıydı, neden laf dinlemiyorlardı? Neyse ki o yapacağını biliyordu. Herkese haddini bildirecekti, kimse onun sabrını sınamasındı...

Yeni adalete sonrasında neler olduğu hakkında birçok söylenti hâlâ kulaktan kulağa dolaşır. Kimi bir gün yaptıklarının geldiği yerden ne kadar uzakta olduğunu, hayatını koskoca bir yalan üzerine inşa ettiğini görüp kendini yollara vurduğundan bahseder. Kimisi güç ve kuvvet sahibi oldukça büyük yıldızlara olduğu gibi kendi yerçekimiyle kendi içine çöktüğünü söyler. Kimileri ise halkından kaçıp başka bir yerlerde bir kutunun içinde hâlâ kutunun içini düşünmeye devam ettiğini söylerler. Ama en çok akıllarda kalan o yılların çocuk şarkılarına yansıyan ‘Kurabiye kurabiye / Kurabiye koca adam / Kral da sanmış kendini / Aynamaya bakmış bir gün ki / Kurabiye adammış aslında / Kendini yemiş hırsından...

Editör: Birgün

Kaan Sezyum