Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, Ortadoğu’da Yaşanan Gelişmeler ve Yansımaları toplantısında, birçok TSK'nın birçok değerli isminin, bilim adamlarının cezaevine atıldığını hatırlatarak "bugün olanları ve yarın olacakları kamuoyuna anlatmaya çalışanların susturulmasını artık hukukçulara sormayın demiştik. “Bu davaları; askeri tarih, askeri strateji, uluslararası ilişkiler ve özellikle Ortadoğu uzmanlarına sorun” diye açıklamış idik. Keşke yanılmış olsaydık." ifadelerini kullandı.

Ortadoğu’daki yangının henüz tam olarak Türkiye’yi yakmaya başlamamış olmasının arkasında, başta laiklik olmak üzere Cumhuriyetin kuruluş ayarlarının bulunduğunu belirten Feyzioğlu, "Anayasa’nın ilk 3 maddesinde sıralanmış bu ilkeleri daha fazla yıpratmak yerine, el birliğiyle güçlendirmeliyiz." dedi.

Ortadoğu’da Yaşanan Gelişmeler ve Yansımaları konulu yuvarlak masa toplantısı dün (23 Ocak) Türkiye Barolar Birliği’nde gerçekleştirildi. Prof. Dr. Hüseyin Bağcı, Dr. Yavuz Ege, Mehmet Ali Güller, Hilmi Güllü, Dr. Ceren Gürseler, Prof. Dr. Hasan Ali Karasar, Dr. Onur Öymen, Reha Taşkesen, Dr. Ali Tigrel, Dr. Necdet Pamir, Uluç Özülker, Prof. Dr. Hasan Ünal, Prof. Dr. Necdet Basa, Av. Başar Yaltı’nın katıldığı toplantının açılışında konuşan TBB Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu şunları söyledi:

KEŞKE YANILMIŞ OLSAYDIK

Yaşadığımız coğrafyada ve içinde bulunduğumuz tarihsel süreçte, bölgemizde neler olduğunun büyük resmini göremezsek, Cumhuriyetimizin, demokrasimizin ve hukuk devletimizin nereye gittiğini ve bu değerlerimizi nasıl koruyup yükselteceğimizi değerlendiremeyiz. Nitekim kamuoyunda Silivri davaları diye bilinen davalarda; önce Türk Silahlı Kuvvetlerinin pek çok değerli isminin, sonra bir kısım bilim insanının, gazetecilerin ve avukatların hedef seçilerek; sahte delillerle, bölücü terör örgütü mensuplarının gizli tanıklıklarıyla, utanç verici bu uygulamalara karşı çıkan savunmanın yok sayılmasıyla zindanlara atılmasını; böylece ülkenin en temel kurumlarının çökertilmesini, tarihi bilinçle bugün olanları ve yarın olacakları kamuoyuna anlatmaya çalışanların susturulmasını artık hukukçulara sormayın demiştik. “Bu davaları; askeri tarih, askeri strateji, uluslararası ilişkiler ve özellikle Ortadoğu uzmanlarına sorun” diye açıklamış idik. Keşke yanılmış olsaydık.

Devlet gibi her devletin, kuşkusuz, arşivleri vardır. Ancak arşivlerde yer alan ve devletin ve milletin bekası için bilinmesi hayati olan temel bilgiler, sırf raflarda durmakla faydalı olamaz. Aslolan, bu bilgilerin, layık olanın layık olduğu göreve getirilmesi anlamına gelen liyakat sistemi içerisinde, devletin temel kurumlarında nesilden nesile aktarılarak geliştirilmesidir. Özellikle hükümetler üzeri ve çok uzun vadeli temel stratejilerin oluşturulmasında taşıyıcı sütun niteliğini haiz olan Dışişleri, Silahlı Kuvvetler ve İstihbarat birimlerinde liyakat sistemi çökertilip, tayin ve terfilere müdahale edilir, şevkler kırılır, erken emeklilikler ve istifalar teşvik edilir ise; son karar mercii olması gereken siyaset mekanizması, ülkenin menfaatleri adına doğru kararlar verebilmesi için muhtaç olduğu istişare kurumundan yoksun kalır. Ortak aklı oluşturan parçaların her biri boşlukta bir yere savrulur. Sonuçta, devleti yönetenler, yüzlerce yıllık birikimin yanında görece kısa hayatlarında edindikleri görece sınırlı bir kısım bilgilere dayanarak oluşturdukları politikaları, devlet politikası olarak benimserler.

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ, KUVVETLER AYRILIĞI ve GERÇEK DEMOKRAT ARAYIŞI

Bu tabloya; halkın düşünebilmesi, değerlendirebilmesi ve yöneticileri denetleyebilmesi için zorunlu olan haber alma hakkının, basın hürriyetinin kısıtlanması yoluyla sınırlanmasını; kuvvetler ayrılığının, özellikle yargının tarafsızlığının ve bağımsızlığının aşındırılarak yıpratılmasını; üniversitelerin bilimsel özgürlüğe bir türlü kavuşturulmamasını; özellikle hakaret davaları yoluyla ifade hürriyetinin sınırlanmasını; hoşumuza gitmeyen düşüncelere düşünceyle cevap vermek yerine, zaman zaman sosyal linç boyutuna varan baskılarla karşılık verilmesinin giderek sıradanlaştığını; kendi düşüncesine aykırı düşünceyi dile getireni düşman ilan etmeyi sadece devleti yönetenlerin değil, onlara doğruyu göstermekle yükümlü olan ve kendilerini aydın olarak takdim eden bazı kişilerin de benimsediğini eklediğimizde, ortak akla ulaşmanın ne kadar zorlaştığı daha da iyi anlaşılacaktır.

İşte, Ortadoğu’nun ve Kuzey Afrika’nın ateşler içinde yandığı, milli devletlerin yıkılarak yerlerine mezheplere ve etnik kökenlere dayalı, mikro milliyetçiliği esas alan küçük küçük yeni devletlerin kurulması sürecinin bütün hızıyla yürüdüğü; masa başında emperyal devletlerin ve bölge devletlerinin yaptığı planların sahaya kanlı iç savaşlar olarak yansıdığı; Rusya’nın 350 yıllık sıcak denizlere inme hedefinde en önemli edinimleri elde ettiği; ABD’nin, Rusya’nın, Çin’in, İran’ın, Suudi Arabistan’ın ve AB’nin donanmalarının Kıbrıs’ın doğusuyla Hatay arasında kalan Doğu Akdeniz’de buluştuğu bir dönemde, ülkemizdeki tablo ne yazık ki yukarıda özetlediğimiz gibidir.

NE YAPMALI

Bitirirken; son yıllarda okuduğum Ortadoğu’ya ilişkin en önemli eserlerden olan EUGENE ROGAN’ın “Osmanlı’nın Çöküşü” kitabının sonundaki bir paragrafa atıf yapmayı, “özetin özeti” anlamında gerekli görüyorum: “Osmanlı’nın yıkılmasıyla Ortadoğu’daki 400 yıllık barışın yerini, batı emperyalizmi almıştır.”

1.   İçi sadece Cumhuriyetin değil Osmanlı İmparatorluğu’nun yüzlerce yıllık birikimleriyle doldurulmuş olan Atatürk’ün “YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ” ilkesinin yeniden kavranması yoluyla, menfaatlerimizin dünyayla ve bölge devletleriyle ortaklaştırılması için çalışmalıyız. Bunun için, içeride kutuplaşmaya, birbirimizi düşman görmeye son vermeliyiz.

2.   77 milyon vatandaşımızı adalet paydasında buluşturmak zorundayız. Devlet yıkılırsa hepimiz altında kalırız. Devletin yıkılmaması için de devletimizi, eksiksiz demokrasinin ve hukuk devletinin kucaklayıcı yapısına kavuşturmalıyız. Bunun için adalet dağıtabilen, güvenilir, tarafsız, bağımsız, hesap verebilir bir adli sistemi kurmalıyız.

3.   Bütün bunları başarmamız için, birbirimizi daha çok dinlemeli, zor dönemlerin zor konuşmalarının içinden cümleleri seçip, bunları alkışlamak veya öfkeyle karşı çıkmak yerine, söylenenlerin bütününü değerlendirmeye çalışmalıyız.

4.   İç ve dış politikada mezhepçiliğin bütün izlerini silmeliyiz.

5.   Ortadoğu’daki yangının henüz tam olarak Türkiye’yi yakmaya başlamamış olmasının arkasında, başta laiklik olmak üzere Cumhuriyetin kuruluş ayarlarının bulunduğunu görüp, Anayasa’nın ilk 3 maddesinde sıralanmış bu ilkeleri daha fazla yıpratmak yerine, el birliğiyle güçlendirmeliyiz.

Unutmayalım;

Zor dönemlerde geliştirilen akıllı stratejiler ve uygulamalar, kalıcı çözümler sağlayabilir. Ben başaracağımıza inanıyorum.

 Kaynak : Odatv.com

  Kaynak: Hukukmedeniyeti.org