Tarih devam ediyor.. Doğa ve toplumun evrim-devrim kuralı işliyor, iki ileri bir geri.. Doğanın evrim-devrim kanunlarına karşı duramayız, ama 68 o günün koşullarında yaşandı, aynen tekrarı mümkün değildi ve olmadı da..
68’in insanlık tarihine mirası; haksızlığa, adaletsizliğe, diktaya, kapitalizme karşı bir başkaldırı örneği olmasıdır. Onlar bu başkaldırıda hiç kimseden, hiç bir şey beklemedikleri gibi inançları uğruna başlarını koyanlardı.. Kimi asıldı, kimileri zalimlerin işkence tezgahlarında işkencelerden geçti ve sağ kaldı, kimileri haince vuruldu ama onlar teslim olmadı direndi..
Onlara "Nedamet getirin, sizi asmayalım", dediler, ama onlar idam sehpasına yürürken haykırdılar:
Deniz’in son sözleri şunlardı:
“Yaşasın tam bağımsız Türkiye!
Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi!
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi!
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın işçiler, köylüler!”
Onlar Arhavili İsmail misali “hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin bir şarkı söyler gibi ölebilirlerdi”..
Büyük usta Nazım Hikmet kurtuluş savaşında, İstanbul’dan Anadolu’ya, Mustafa Kemal’in halk ordusuna kaçak silah taşıyan Laz takalarının hikâyesini destanında şöyle anlatıyor:
Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
Tekneleri kestane ağacındandı,
üç tondan on tona kadardılar
ve lâkin yelkenlerinin altında
fındık ve tütün getirip
şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.
Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.
Şimdi, denizde bir insan sesinin
ve demirli şileplerin kederlerini
ve Kabataş açıklarında sallanan
saman kayıklarının fenerlerini
peşlerinde bırakıp
ve karanlık suda Amerikan taretlerinin önünden akıp
küçük,
kurnaz
ve mağrur
gidiyorlardı Karadeniz'e.
Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...
Onlar dövüşerek ödüler, güneşe gömüldüler, ne mutlu onlara…
Bu kuşakta dövüşerek ölmek herkese nasip olabilirdi, Cihan gibi, Ulaş gibi, Kaypakaya gibi.. Hepsi de Eşrefoğlu’nun yakın arkadaşlarıydı..
Bugün Eşrefoğlu’nun savaşçı yanını değil, sevecen, espri dolu yanını anlatmak istiyorum. O hapishanelere neşe katan bir adamdı..
Siz armatör Eşrefoğlu’na bakmayın.. Onun bütün çocukluğu, delikanlılığı fakirlikle geçti, ama o hep mutlu yaşadı..
Av. Mahmut Kemal Kumkumoğlu anlatıyor..
12 Mart günleri.. Eşrefoğlu’nun arkadaşları içerde, o aranıyor.. Kumkumoğlu’na gider ve davalarını almasını ister.. Kumkumoğlu para vereceksiniz der.. O sorar:
-Ne kadar?
Kumkumoğlu’nun cevabı 7500 lira olur..
Metin sorar:
-Ayni mi, nakdi mi?
Kumkumoğlu “ Ayni olarak ne vereceksiniz?” diye sorar.. Eşrefoğlu:
-Daktilo, fasit makine, diye cevap verir..
İstanbul Teknik Üniversitesi devrimcilerin elindedir.. Metin Üniversitenin daktilolarını v.s verecektir para yerine..
Eşrefoğlu, Proudhon’un “Mülkiyet hırsızlıktır” sözüne itibar eden biriydi gençliğinde.. Olanın malı olmayana helaldı..
12 mart darbe günleri, Davutpaşa kışlasında tutukluyuz, 256 sanıklı Dev-Genç davası.. Hapishanede iki komün kuruldu; halk komünü, ağalar komünü.. Bozkurt Nuhoğlu, Celal Doğan, Kemal Bingöllü, Cavit Kavak gibi zengin çocukları ağalar komününde.. Bizler, Eşrefoğlu, Nihat Behramoğlu gibi parasızlar halk komününde..
Ağalar filtreli sigaralar içiyor, kebap yiyor.. Biz tahin-ekmeğe ve üçüncüye talim.. Metin acele bir çete kurdu hapishanede.. Çete ağaların sigaralarını, yiyeceklerini yürütüyor ve halk komününe dağıtıyordu..
Metin her şeye neşe katan, yüzü her daim gülen adam gibi bir adamdı.. Ömrü boyunca dostlarının yanında oldu ve dostları da onu bugün, soğuğa, kara rağmen yalnız bırakmadı…
Güle güle Metin…
Rahmi Ofluoğlu