BERLİN – ERBİL BAŞAY/CÜNEYT KARADAĞ

Almanya'da pazar günü yapılacak genel seçimler, Başbakan Angela Merkel liderliğinde farklı koalisyon ihtimallerini ortaya çıkarırken, aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin mecliste üçüncü büyük parti olması olasılığı da dikkati çekiyor.

Almanya'da 61,5 milyon seçmen, pazar günü yeni meclisi belirlemek için sandık başına gidecek.

Ülke genelindeki 299 seçim bölgesinde halk, yeni meclisin 598 üyesini belirlemek için iki oy kullanacak. Seçmenler ilk oylarını kendi bölgelerindeki milletvekili adayına, ikinci oylarını da seçtikleri partiye verecek.

Ülkede 19. kez yapılacak federal seçim için 16 eyalette yaklaşık 73 bin 500 sandık kurulacak. Seçimde yaklaşık 650 bin görevli çalışacak.

Ülkede 42 partinin yarıştığı seçime katılan 4 bin 828 aday arasında 92 Türk kökenli bulunuyor. Seçimde 720 bin Türk kökenli seçmen de oy kullanabilecek.

Türk kökenlilerin kurduğu Alman Demokratlar Birliği Partisi, seçim kampanyasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın fotoğraflarının bulunduğu afişleriyle dikkati çekti.

Seçime 4 gün kala en büyük endişe ise aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisinin oy oranını iki haneli rakamlara çıkararak mecliste yer bulup üçüncü büyük parti haline gelmesi konusunda yaşanıyor.

Hristiyan Birlik partileri anketlerde önde

Seçimlerden önce yapılan kamuoyu araştırmalarına göre, Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) ve kardeş partisi Hristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) ittifakının yüzde 36-38, Sosyal Demokrat Partinin (SPD) yüzde 20-23, AfD'nin yüzde 9-12, Sol Parti ve Hür Demokrat Partinin (FDP) yüzde 9-11, Yeşiller'in yüzde 7-9 ve diğerlerinin de yüzde 4-5 oranında oy alabileceği tahmin ediliyor.

Buna göre, seçimden açık ara birinci çıkacağı öngörülen CDU/CSU ittifakı, hükümeti kurmak için çeşitli olanaklara sahip olacak.

FDP'nin çıkaracağı milletvekili sayısı ile çoğunluğu yakalaması durumunda Hristiyan Birlik partilerinin CDU/CSU-FDP koalisyonunu tercih edebileceği öngörülüyor.

FDP’nin milletvekili sayısının yetmemesi durumunda CDU/CSU-FDP-Yeşiller’den oluşan 3’lü koalisyonun kurulması da gündeme gelebilir.

Bu seçenek kullanılmazsa CDU/CSU için SPD ile bir kez daha ''büyük koalisyon'' hükümeti kurmaktan başka seçenek kalmayacak.

Tüm bu ihtimaller göz önünde bulundurulduğunda Merkel'in dördüncü kez başbakanlık koltuğuna oturması bekleniyor.

Hristiyan Birlik partileri, AfD ve Sol Parti ile koalisyona kesinlikle girmeyeceklerini seçimlerden önce açıklamıştı.

SPD-Sol Parti-Yeşiller'in milletvekili sayısı yetmesi durumunda bu cephenin koalisyon kurmak için girişimde bulanabileceği de konuşuluyor ancak bu seçeneğe çok fazla ihtimal verilmiyor.

AfD'nin seçimden üçüncü sırada çıkması ve CDU/CSU’nun da SPD ile hükümet kurması durumunda Federal Meclis'te ilk kez aşırı sağcı bir popülist parti ana muhalefet partisi konumuna gelecek. Bu da Alman siyasetçileriyle vatandaşları şimdiden düşündüren konu olarak öne çıkıyor.

"Dünyanın en güçlü kadın yöneticisi" Merkel

Yapılan anketlerden "dünyanın en güçlü kadın lideri" olarak çıkan CDU Genel Başkanı Angela Merkel, 2005'te yapılan erken seçimde ülkenin ilk kadın başbakanı oldu.

Merkel, 2005-2009 döneminde SPD, 2009-2013'te de FDP ile kurduğu koalisyon hükümetleriyle ülkeyi yönetti. Merkel, 2013’te CDU ve kardeş partisi CSU oylarını 2009 seçimine göre 7,7 puan artırarak yüzde 41,5 yükseltmesiyle en yüksek oy oranına ulaşmıştı.

FDP’nin 2013'teki seçimde yüzde 5’lik seçim barajının altında kalmasıyla koalisyon ortağını kaybeden CDU/CSU partileri, 2013-2017 döneminde yeniden SPD ile ortaklık kurdu.

Dış politika

Üçüncü kez başbakan seçilen Merkel liderliğindeki CDU/CSU-SPD hükümeti, küresel mali krizin ardından baş gösteren avro krizi ve etkileriyle mücadele etti. Bu dönemde İngiltere’nin AB’den ayrılma kararı (Brexit) önemli gündem maddelerinden biri oldu.

Merkel, bir yandan Brexit konusunda İngiltere’ye yapıcı müzakere yapılacağı sözü verirken diğer taraftan da bu ülkenin hayallere kapılmaması uyarısında bulundu.

Brexit’in yanı sıra Ukrayna krizinden dolayı Rusya’ya uygulanan yaptırımlar, sığınmacıların AB ülkeleri arasında dağıtılmasına yanaşmayan Avrupa’nın doğusundaki ülkelerin tutumu, Türkiye politikası, Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesinin ardından ABD ve Almanya arasındaki ilişkilerin gerilmesi, Suriye’deki durum ve uluslararası terörizmle mücadele son 4 yılda Alman hükümetini dış politikada en çok meşgul eden konular arasında yer aldı.

Türkiye politikasında büyük yaralar açıldı

Almanya’da bu koalisyon döneminde geliştirilen Türkiye politikası, iki ülke arasında büyük yaralar açtı.

Ülkede 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarını içeren karar tasarısının Federal Meclis’te kabul edilmesi, Almanya'nın Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15 Temmuz'daki hain darbe girişimine zamanında ve yeterli tepki göstermemesi, referandum öncesi Türk bakan ve siyasetçilerin Almanya’da konuşmasına izin verilmemesi, Almanya’nın teröristlerin faaliyetlerine ve gösterilerine göz yumması gibi konular iki ülke arasında gerginliklere sebep oldu.

ABD ile görüş ayrılığı

Eski ABD Başkanı Barack Obama ile iyi ilişkiler geliştiren Merkel, Trump ile aynı havayı yakalayamadı. Almanya, Trump’ın ekonomideki korumacı politikasını ve İklim Anlaşması’na ilişkin yaklaşımını eleştiriyor.

Merkel’in G20 ve G7 zirvelerinin ardından Trump ile ilgili “Kim dünyanın sorunlarını tecrit ve korumacılıkla çözeceğine inanıyorsa muazzam yanılgı içindedir.” ve "Başkalarına tamamen güvenebileceğimiz dönemler artık geride kaldı. Bunu son günlerde yaşadım.” şeklinde sözler sarf etti.

Sığınmacılar Merkel’i zorladı

Bu dönemde iç politikada Merkel’i en çok zorlayan konu sığınmacılar oldu. Eylül 2015'te sığınmacılara kısa süreliğine kapıların açılması üzerine kamuoyunun tepki gösterdiği Başbakan Merkel'in, çözümün anahtarı olarak gördüğü Türkiye’ye kısa aralıklarla birkaç kez ziyarette bulunması yoğun şekilde eleştirildi.

Bu ziyaretler sonucunda AB ile Türkiye arasında imzalanan anlaşma da Alman kamuoyunda tepkiyle karşılandı ve “Merkel diz çöktü” yorumları yapıldı ancak Merkel, anlaşmanın arkasında durdu.

Merkel, aşırı sağcı ve İslam düşmanı PEGIDA gösterileriyle artan aşırı sağ popülist söylemlerle de mücadele etmek zorunda kaldı.

Başta avro karşıtı söylemleriyle dikkati çeken ancak daha sonra sığınmacı krizinin baş göstermesiyle aşırı sağ popülist bir partiye dönüşen “Almanya için Alternatif” partisinin yerel seçimlerden başarılı çıkarak eyalet meclislerine girmesi ve oylarını artırması CDU/CSU-SPD koalisyon hükümetinin ve Merkel’in başını ağrıtan bir başka konu oldu.

Güvenlik ve iltica politikaları sertleştirildi

Hükümet, eleştirilere cevap vermek için bu yasama döneminde güvenlik ve iltica politikalarını sertleştirdi.

Güncel gelişmeler sonucunda alınan kararlar dışında koalisyon sözleşmesinde yer alan annelere emeklilik hakkı, asgari saat ücreti, kira artışlarının frenlenmesi, şirket yönetimlerinde kadın kotası, eyaletler ve federal hükümet arasındaki mali ilişkilerin düzenlenmesi gibi konular yasalaştı.

Başbakan Merkel her fırsatta başbakanlığı döneminde Almanya’nın yeni borç almama hedefi bulunduğuna, işsizlerin sayısının düştüğüne ve çalışanların sayısının hiç olmadığı kadar yüksek olduğuna dikkati çekerek, ekonomide başarılı grafik çizdiğini halka anlatmaya çalışıyor.

Koalisyon sözleşmesinde yer alan önemli maddelerin yerine getirildiği ancak şirket yöneticilerinin maaşlarıyla ilgili düzenleme, uzun yıllar çalışanlar için asgari emeklilik maaşı veya yarım gün çalışmayla ilişkin düzenleme gibi konularda hükümet ortaklarının anlaşamadığına işaret ediliyor.

Kaynak: AA