Uluslararası statükonun uzun yıllar boyunca Türkiye’ye kazandırdığı kavram, ‘iktidar olurlar ama muktedir olamazlar’dı. Sivil iktidarlara karşı kurulan vesayetçi yapı aslında uluslararası güç odaklarının amaçlarına hizmet etmekte, kendi ufak menfaatlerine karşı Türkiye’yi onların istediği eksende tutmaktaydı.

Sermaye, bürokrasi, medya ve güdümlü STK’larla oluşan yerli statüko konsorsiyumu uluslararası düzeyde yazılan oyunda sadece figüran olarak rol alıyor, çiftliği bekleyen uşağın durumundan öteye geçemiyordu. AK Parti, iktidarı muktedir hale getirince, yüksek siyaset yaparak özellikle ekonomide ve dış ilişkilerde kendi politikasını geliştirmeye başladı. Vesayetçi yapının çeteleri çökertilirken, menfaat grupları bir bir etkisizleştirildi. Ekonomik ve siyasi olarak Türkiye’nin bölgesel etkinlik kazanmaya başlaması küresel statükoyu fena halde rahatsız etti.

Türkiye’nin Irak, İran, İsrail, Mısır, Suriye politikasını değiştirmek isteyen güçler bunların hepsini birden değiştiremeyeceklerini anladıklarından bu politikanın mimarı olan kişiyi hedefe koydular, ondan kurtulmayı, topyekün bu konularda değişiklik için tek yol olarak gördüler.

Türkiye’nin ekonomik yetkinliği, Kuzey Irak’la ve İran’la girilen işbirlikleri, açıkça bir menfaat çatışmasını ortaya çıkardı. Bu bölgeyi ve bölgenin tüm imkanlarını kendi malı gibi görmeye alışanlar Türkiye’nin haddini aştığını düşünmeye başladılar.

Türkiye nasıl olur da kendi kendine Kürt sorununu çözebilirdi? Oysa bu mesele hem içsiyaseti dizayn etmekte, hem bölgesel güç dengelerinde küresel güçlerin işine geliyordu. Bu yüzden ilk hamle Oslo sürecinde geldi. Türkiye’nin milli menfaatleriyle izahı mümkün olmayan bahaneleri öne süren yerli maşalar devreye girdi.

Gezi olayları kalkışmanın ikinci perdesiydi. Hükümet açıkça sokak olaylarıyla alaşağı edilmek istendi.

Siyasi ve sosyal saldırılar finansal saldırılarla devam etti.

Ardından Başbakan’ın otoriter ve baskıcı olduğu yönündeki kara kampanya başladı. Malum lobiler sahne alarak iç ve dış kamuoyunda farklı bir hava estirmeye başladı.

Ne otoriterlik, ne Suriye’de radikal örgütlerle işbirliği, ne Oslo iddiaları, ne de Gezi denemesi tutmayınca AK Parti’nin imajını sarsabileceklerini düşündükleri ‘yolsuzluk’ senaryosu devreye alındı.

Tertip ve tezgah o boyutlara geldi ki, Türkiye’nin topyekün kaybetmesi hiç umursanmadı. Nasıl Mısır darbesiyle bir ülkenin tüm imkanları heba edildi ve ülke kaosa sürüklendiyse, AK Parti’nin gitmesi uğruna Türkiye’nin çökmesi göze alındı. 

Küresel güçlerin ‘bu iş bitecek’ talimatını yerine getiren yerli işbirlikçileri gözünü karartarak kirli bir savaş başlattılar. Hiçbir kutsalın tanınmadığı bu süreç, hükümetten bir şey götürmedi ama yapanların gerçek yüzünü ortaya çıkardı. Son olaylarda hükümetin meşruiyeti ve güvenirliliği zedelenmemiştir, tam aksine hükümete tertip kuranların tüm güvenilirlikleri ortadan kalkmış, büyük bir toplumsal şüphe ve tepki oluşmuştur.

AK Parti kurulduğu günden itibaren türlü tertip, tezgah ve saldırılara maruz kalmıştır. Kritik günlerde AK Parti’ye kazık atmaya çalışan işbirlikçiler ise hep kaybetmiş, kendileri itibarsızlaşarak milletin gözünden düşmüştür.

Allah, bu aziz millete ve milletin adamlarına kumpas kuranlara geçit vermemiştir, inşallah milletin hayır duasıyla bundan sonra da vermeyecektir.


http://haber.stargazete.com