“31 Mart”, bu ülkenin tarihine bir kez daha “karanlık bir gün” olarak geçti.

Ne yalan söylemeli; hepimiz, “Seçim öncesi bir provokasyon olur mu” kaygısıyla elimiz yüreğimizde bekliyorduk nicedir.

Böyle bir provokasyon, iktidara faşizan önlemler alma yetkisi veren İç Güvenlik Yasası’nı meşrulaştırmakta kullanılabilirdi. İnatla yasayı dayatan hükümete, “Bakın böyle bir düzenlemeye ne kadar ihtiyaç varmış” dedirtebilirdi.

Ya da çözüm sürecini sabote etmek, yeniden bir çatışma ortamını yeşertmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürebilirdi.

Korkulan oldu. Her tür şiddete karşı durmalı, her tür provokasyona karşı uyanık olmalıyız.

Ülke gündemini değiştirmekte, seçmenin ruh halini etkilemekte, muhalefeti zor duruma düşürmekte kullanılabilirdi.

Her sağduyulu çevrede düşünülse de dillendirilmeyen bu ihtimal, seçim yaklaştıkça, restleşmeler başladıkça, gerilim arttıkça çoğaldı.

O yüzden işte, dün adliye baskını haberi geldiğinde o ihtimalden kaygılananlar, “Eyvah, korkulan oldu” diye sıçradı.

Olay çok boyutlu:

Bir yanıyla adaletin ayaklar altına alındığı bir ülkede, yargıdan umudu kesenlerin, kendi adaletini uygulamaya başlamasının sinyali var.

Barışçıl protestolara engel olunmasının, adalet taleplerinin karşılıksız kalmasının, şiddeti yegâne çıkış yolu haline getirmesi tehlikesi var.

Buna karşın oğlunu devlet şiddetine kurban vermiş acılı bir babanın, intikam zehri içmek yerine, büyük bir bilgelikle, “Kanı kanla yıkamayın” feryadı var.

Kanı kanla yıkayanlar ve onların öfke selinde şehit edilen bir savcı var.

Bu kargaşa içinde iktidarın, mahkeme kararı olmaksızın, bir emirle, bütün medyaya kilit vurabileceğini gösteren bir sansür dayatması var.

Bütün bunlar, seçime iki ay kala yaşanıyor. Ve demokrasi umutlarının yerini, felaket senaryoları alıyor.

7 Haziran’da bir partiyi, bir hükümeti değil, bir rejimi seçeceğiz. Her eylem, her kurşun, her karar, o rejimin niteliğini belirleyecektir.

Her tür şiddete karşı durmalı, her tür provokasyona karşı uyanık olmalıyız.

Cumhuriyet