Ümit Kocasakal ve baro yönetimi, İstanbul Barosu’nun Kanlıca’daki sosyal tesislerinde önceki gün gazetecilerle sohbet toplantısı düzenledi. Son günlerde baro yönetimini düşürdüğü iddia edilen dava ve olağanüstü genel kurula gitme kararı almalarıyla ilgili gelişmeleri anlatan Ümit Kocasakal şunları söyledi:

KOLTUK SEVDAMIZ YOK 

Bizim kesinlikle bir koltuk sevdamız yok. Son seçimde aldığımız yüzde 60’lık oy ve o destek bizim namusumuz ve onurumuzdur. Biz aslında şu anda onu savunuyoruz. Süreç, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Balyoz davasına bizim giderek bir takım açıklamalar yapmamızla başladı.

SİLİVRİ’YE KANUNUN VERDİĞİ GÖREVLE GİTTİK

Biz niye o davaya gittik? Çünkü o davada olmayan bir takım şeyler gerçekleşmeye başladı. Bu dava sürecinde meslektaşlarımız itilip kakılmaya başlandı. Avukat söz almak istiyor. “Efendim söz almak istiyorum” diyor, Başkan “Vermiyorum” diyor. Efendim kanunen vermek zorundasınız diyor. Başkanın cevabı, “Vermiyorum. Ne yapacaksın?” Şimdi böyle yargılama olabilir mi? Söz almada ısrar, duruşma düzenini bozan bir fiil olarak nitelenip 16 celse men kararları verilmeye başlandı. Bir savcı düşünün ki, bu davada avukata, “Hoplama zıplama otur yerine” diyebiliyor ve mahkeme başkanı buna müdahale etmiyor. Bu artık meslek onuruna yönelik bir davranıştır. Biz bunun üzerine bir karar alıyoruz. Baro bir meslek kuruluşudur. Avukatlık Kanunu’nun 95 ve 97. maddeleri bize bir görev vermiş, yetki vermiş. Diyor ki bu maddeler: “Meslektaşa, mesleğe, meslek onuruna yönelik bir saldırı söz konusu ise, Baro Yönetim Kurulu buna karşı her türlü idari ve yasal yola başvurabilir.” Şimdi biz bu maddeden aldığımız hak ve yetkiyle mahkemeye gittik.

MAHKEMEYİ BASMADIK

Avukatlara ayrılan bölüme gittik. Oraya geçtik. Biz normal cübbemizi giydik. İçeri girdik. O yere girdik. Mahkeme Başkanı’nın tavrı, bizi görünce, “Orada bir takım avukatlar görüyoruz. Kimin müdafisisiniz” diye sorunca. “Efendim biz savunma haklarını kısıtladığınız avukat meslektaşlarımızın müdafileri olarak burada buluyoruz” diye yanıt verdikten sonra konuşmaya başladım. Eğer bizim yaptığımız mahkemeyi basmaksa, hukuka aykırı bir davranışsa, bir suçsa mahkemenin buna karşı bir yetkisi bulunmaktaydı. CMK 203’e göre mahkeme başkanının duruşmanın düzen ve disiplinini bozan kişilere karşı, onları dışarı çıkartmak hatta 205. maddeye göre de tutuklama yetkisi bulunuyor. 7 güne kadar da disiplin hapsi vermek. Kimsenin hakkını yememek lazım. Mahkeme Başkanının bize karşı en küçük saygısızlığı olmadı. Bizim de ona karşı en küçük bir saygısızlığımız olmadı Mahkeme Başkanının sürekli tavrı, “Evet. Buyurun. Lütfen devam edin” şeklinde. Bu bile mahkemenin bizim davranışımızın hukuka uygun olduğunu tescil etmiştir. Sonuna gelindiğinde mahkeme başkanı dedi ki bize, “Efendim böyle bir usul yok. Biz sizi yan tarafa alalım”. Ben de dedim ki, “Sayın Başkan zahmet buyurmayınız. Biz görevimizi yaptık şimdi çıkıyoruz.” Bu kadar nazikane gerçekleşti. Mahkeme Başkanının bir ifadesi var, “Sizin baro yönetimi olarak buraya gelip kullandığınız hakkı mahkeme arzu ederdi ki sanıklar kullansınlar”. Bizim bir hak kullandığımızı bizzat mahkeme başkanı bu şekilde de onaylamış bulunuyor. Şimdi diyorlar ki siz suç işlediniz.

İFADEYE GİTSEK BOYUN EĞMİŞ OLURDUK

Suç duyurusunda bulundular. Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs etmişim ben. Yani TCK’nın 288’nci maddesi. Bunun üzerine Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı bir soruşturma başlattı. Görevimizden dolayı ya da o organlardaki varlığımızdan dolayı işlediğimiz iddia edilen suçlardan dolayı izin alınması gerekiyor. Sayın başsavcılık dedi ki, bu görevle ilgili değil. İzin alma gereği duymadan bizi ifadeye çağırdı. Mantıken bu konumdaki bir insana bir suç isnat edildiğinde, bir suç isnadı bir suç işlemek, zaten hiçbir zaman görev kapsamında kalmaz ki. Daha somutlaştıralım. Mesut Yılmaz. Eski başbakan. Görev suçu sebebiyle yüce divanda yargılanmadı mı? Hangi suçtan. İhaleye fesat karıştırmak suçundan. Peki bu ihaleye fesat karışmanın başbakanın görevi kapsamında kaldığı anlamına mı geliyor?
Savcılık bu Baroya gönderdi. Baro Başkanı ve Baro yönetim kurulu üyesi sıfatıyla gönderdi. Bu dahi görevi onaylamak anlamına gelmiyor mu? Biz de dedik ki, kanuna uygun işlem yapılıncaya kadar gelmiyoruz. Hiç gelmiyoruz değil. Biz oraya gitseydik bu hukuksuzluğu kabul etmiş ve boyun eğmiş oluyorduk.  Ben size sorarım. Bir baro başkanına bunu yapabilen bir güç vatandaşa ne yapmaz. Biz inanın toplum için direndik ve ifadeye gitmedik.

DAVA YANLIŞ MADDEDEN AÇILDI

Sonrası enteresan. Şimdi bu 288’e göre, yani adil yargılamayı etkilemeye teşebbüse göre başlayan soruşturma devam ederken bir baktık ki üçüncü yargı paketiyle bu suçun cezası maddi para cezasını içeren bir suça dönüştürüldü. Genel kanun uygulanacağı için bizim fiilimizin cezası sadece maddi para cezası olacaktı. Ama bu amaca uygun olmadı. Onun üzerine 288’den başlayan soruşturma bir anda 277’nci maddeye, yani yargı görevini yapanı etkilemeye teşebbüs suçuna dönüştü. Halbuki 2. sınıf öğrencisi bile bu suçun unsurlarının olmayacağını bilir.  Çünkü madde açıkça emir veren, talimat veren, nüfus icra eden diyor. Bizim birileri gibi yargıya gerekeni söylemek gibi bir gücümüz ve konumumuz mu var? Ama 277 den dava açıldı. Asıl soruşturmayı yürüten savcı izne çıkmışken, Başsavcımız tarafından dosya başka bir savcıya verilmek ve o savcı tarafından dava açılmak suretiyle bu dava açıldı. 2 yıldan 4 yıla kadar hapis istemiyle bu dava açıldı. Görevle ilgili görmedikleri 2 Asliye Ceza Mahkemesi’nde açıldı.  İlk duruşması da 17 Mayıs’ta.

BAŞSAVCININ EŞİ YARGILAYACAK

Başsavcılık bizimle ilgili soruşturmayı yürüttü, dosyayı aldı başka bir savcıya verdi. Dava açıldı. Açılan dava da sayın Başsavcının eşinin mahkemesinde açıldı. Böyle de bir tablo var. Bunu bize insanlar söylüyor. Bizim davamızı görecek olan mahkemenin hakimi, Silivri Cumhuriyet Başsavcısının eşi. Bu bizim için bir mesele olmayabilir ama etraftan bunu bize ya bu nasıl iştir falan diyenler var.

ASKERİ CUNTA BİLE BUNU DÜŞÜNEMEMİŞTİ

12 Eylül sonrasında o dönemin efsane İstanbul Barosu Başkanı Orhan Adli Apaydın hakkında 141. maddeden iki dava açıldı. Ama dikkat edin. O dönemde dahi bugün işletilmek istenen maddelerin işletilmesi akla bile getirilmemiş cunta yönetimi tarafından. Dolayısıyla biz 12 Eylül’den sonra haklarında dava açılmış ilk baro başkan ve yöneticileri konumundayız.

YERİME DÜŞÜNDÜKLERİ AKP’NİN ESKİ İLÇE BAŞKANI

Bunun üzerine bir yaygara başladı. Baro yönetimi düşmüştür. Bu işaret fişeği AKP İstanbul Milletvekili Bülent Turan tarafından, ki kendisi İstanbul Barosu mensubudur. Bir özelliği de bizden sonra gelen, ikinci olan Hukukun Üstünlüğü Grubu içerisinde bir kişidir. Benim yerime geleceği söylenen, ikinci olan sayın Rıza Saka da AKP’nin eski Ataşehir İlçe Başkanı.

ZAMANIN MAĞDURLARI ŞİMDİ ZALİM

Zamanında 28 Şubat sürecinden ve diğer süreçlerden dem vurup darbe mağduru olduğunu söyleyenler görüyorum ki şimdi mağrur ve zalim haline dönüşmüşler. Bunun adı fırsatçılıktır. Ağızlarından neyi düşürmüyorlar: Milli irade. Millet iradesi. Sandık, seçim vs. Son seçim sonuçlarını hatırlatayım size. Bizim ilk seçildiğimiz dönemde biz en yakın rakibimizden 1500 oy fazlayla seçilmiştik. Oylarımız yüzde 30’du oy oranımız. Son seçimde yüzde 60 oy aldık. Bütün katılan adayların toplamından 3500, ikinci olan Hukukun Üstünlüğü Platformu’ndan 8200 fazla oy aldık. Biz bir şeyin farkındayız. Biz bir milli mutabakat sağladık. Bu durumda nerede kaldı irade. Seçim sandığında yapamadıklarını şimdi başkaca yolla yapmaya çalışıyorlar. Bunun adı baro yönetimine karşı darbe teşebbüsüdür. Çok net söylüyorum bunu.

HEDEFTE OLMAMIZIN NEDENİ CUMHURİYET’E SAHİP ÇIKMAMIZ

Bizim hedefe konulmamızdaki bir sebep de sudur. Bizim tüm hukuksuzluklara karşı çıkmamız. Bizim daha kötüsü Cumhuriyete ve onun değerlerine sahip çıkmamız. Bizim üniter devlete, milli devlete sahip çıkmamızdır. Bütün rahatsızlık bundandır. Sanırım son dönem avukatlara yönelik olaylardaki tavrımız can sıkmaya başladı. Yargı dizayn edildi. Önce tutsak edilmişti, sonra esir edildi. Geride ayakta kalan bir tek güç kaldı. Avukat, savunma ve onun örgütlü gücü olan barolar. Baroları çökertirlerse avukata sahip çıkamaz hale gelecek baro. Hukuksuzluklara ses çıkaramayacak. Aslında bu saldırı doğrudan doğruya halka, onun hak arama özgürlüğüne bir saldırıdır. Çünkü avukat bu şekilde savunmasız kalırsa artık bir takım davaları almaktan tereddüt eder. Böylece halkın hak arama özgürlüğü de kolaylıkla ihlal edilir. Toplumun barolarına, avukatlarına sahip çıkması gerekiyor. Ortam ve durum budur. Bize yapılan budur. Kişi olarak da bunu algılamayın.

İSTANBUL BAROSU BOĞAZINIZA TAKILIR

İstanbul Barosu o kadar büyük bir güçtür ki, boğaza takılıverir alimallah. Biz madem öyle dedik hodri meydan. İstanbul Barosu Genel Kurulu’nu topluyoruz. En üst organımız olan genel kurula gitmeye karar verdik. Bu seçimsiz bir genel kurul. Bir tek gündemi var. Ama çok önemli bir gündem. Avukata, mesleğe, meslektaşa, meslek onuruna, barolara ve özellikle İstanbul Barosu’na yönelen saldırıların, hukuksuzlukların, sindirme ve yıldırma girişimlerinin konuşulacağı ve bunlara karşı yapılacakların tespit edileceği bir genel kurul bu. Bizim genel kurulumuz bütün bunlara karşı cevabı verecek, göreceksiniz Türkiye’de de büyük bir heyecan yaratacaktır. Sonunda bir manifesto yayınlanacaktır. Bu heyecanı gördüğüm için söylüyorum. Hukuksuzlukla mücadelede yeni bir döneme girilecektir diye düşünüyorum.

SİNE-İ AVUKATA GİDİYORUZ

İstanbul Barosu tarihinde 3 tane olağanüstü genel kurul var. Birisi bir avukata yapılan bir kötü muameleyle ilgili. İkisi de baro yönetimine açılan davalarla ilgili. Bu dördüncüsü oluyor. O nedenle çok büyük önemi var. Biz sine-i avukata gidiyoruz. Orada gereken cevap verilecektir.


TÜRKİYE’DE BİR TERZİLİK FAALİYETİ VAR

Ümit Kocasakal, temyiz mahkemelerinin kurulmasıyla ilgili bir soruya da şu yanıtı verdi:
Zannedersiniz ki şu an Türkiye’de temyiz yok. Peki biz yerel mahkeme karınını ne yapıyorz. Temyiz ediyoruz. Yargıtay ve Danıştay zaten temyiz mercileri. Buradaki sorun o değil. Yargıtay ve Danıştay Cumhuriyetin kurumları olduğu için, isimini bizzat Atatürk’ün koyduğu kurumlar olduğu için Cumhuriyete ait izleri yok etmek ve silmek. Bu kadarı yetmiyor. Majestelerinin yargısını yaratmak. Şu an Türkiye’de topluma uygun bir sistem ararken, bir monarka, bir tek adama en uygun olacak elbise biçilmeye çalışılıyor. Bir terzilik faaliyeti var. 

hürriyet