BÜŞRA ZEHRA TÜMER

Kader Çeşmecioğlu’nun hazırladığı “Ateşe Uçan Pervaneler’’ 1980 öncesi ve sonrası Devrimci Yolcu kadınların mücadelesini anlatıyor. 1975-85 arası zalimlere de zulümlerine de boyun eğmeyen; Alime Mitap-Nurdan Deliorman (İstanbulluoğlu) Sevinç Eratalay-Şafak Aydın-Asu Demir-Filiz Akyazı-Nihal Uygur ve birbirinden değerli yirmi yedi devrimci kadının Türkiye siyasetine düştüğü not ‘Kadın olmadan devrim asla’ sözü oluyor. Devrimci olmanın bedelini ödeyen, hapishanelerde yatan, kaçak yaşayan, işkencelerden geçen ama yine de hep ayakta kalan devrimci kadınların hikâyelerini derleyen Kader Çeşmecioğlu ile konuştuk.

>>Ateşe Uçan Pervaneler’i yazmaya nasıl karar verdiniz?

Aslında kitabın önsözünde de söylediğim gibi bu kitap benim bir arkadaşımın fikriydi. O zamanlar fazla yoğun olduğumuz için yapamadık. Zaman geçtikçe ve arkadaşlarımızı da kaybetmeye başlayınca, hatta bu fikre sahip arkadaşımı da kanserden kaybettik. Hal böyle olunca da daha fazla geç kalmamak için böyle bir şey yapmaya karar verdim. Başlangıçta nasıl bir şey olacağına dair hiçbir fikrim yoktu, kadınlara nasıl ulaşacağımı, kadınlara ulaştıktan sonra konuşup konuşmayacaklarını merak ediyordum. Çünkü devrimci hareketin insanlarının bir özelliği de çok fazla konuşmazlar. Yanılmadım kadınlar da birçok sebepten dolayı ilk başta konuşmak istemediler. Konuşmak istememelerindeki asıl sebep, hâlâ bir korumacı tavır göstermeleri ve halkımıza bir zarar gelmemesi düşüncesinden dolayı. Olabildiği kadar anlatmaya çalıştılar ve olabildiği kadar anlatılanları olabildiği kadar yazdık.

>>Devrimci Yol’un kadınları nasıldı?

Devrimci Yol’un kadınları en başta çok güçlü ve özgüven sahibiydiler. Neşeli ve rahattılar. En sıkıntılı zamanlar da bile gülebilen kadınlardır. Kitapta Mamak ile ilgili bir yerde de geçiyor, “Güleceksin, inadına güleceksin” diyor bir arkadaşımız. Gülmek de direnmenin bir versiyonudur; bunu Gezi’de de yaşadık. Devrimci Yol’cu kadınlar bunu yapabilen insanlardı. Bir özellikleri de şu; sadece kendileri değil ailelerinin, eşlerinin mücadelesini de omuzlamışlardır. İçerdeki mücadelelerin yanı sıra dışarıdaki mücadeleyi de kadınlar örgütlemişlerdir.

>>O dönemde Devrimci Yol da dahil olmak üzere tüm örgütlerin Merkez Komiteleri’nde kadınlar yer almıyor, erkeklerden oluşuyor. Sizce neden kadınlar Merkez Komite de yer almıyordu?

Bunun çeşitli sebepleri olabilir. Aslında bugünden baktığımızda çok anlaşılır sebepler bunlar. Toplum yapısı ve aile yapısı kadınların çok fazla öne çıkması ve sorumluluk alması o dönemlerde çok doğal süreçler olarak işlemiyordu. Bir de kadınlar da bu konuda çok ısrarcı olmamış sanıyorum. O dönem şöyle bir şey vardı: Bir yerlerde görev talep etmek için kişisel talepler rol oynamazdı. Kimse gidip ben şunu yapmak istiyorum, bunu yapmak istiyorum demezdi. Görevler kişilere dağıtılırdı. Erkek arkadaşlarımızın da kadınlara böylesine önemli görevleri sunmak akıllarına gelmemiş herhalde öyle diyelim. Ama ona rağmen Merkez Komite değil ama Devrimci Yol’un ikinci halka dediğimiz bir yapısı vardı. İkinci halka, asıl kadrolardı aslında hareketin omurgası dediğimiz. Bu kadrolarda da epeyce kadın arkadaşımız vardı. Bu böyle bilinmiyor olabilir çünkü isimleri bilinmiyordur. Kadınlar zaten kendi isimlerinin çok bilinmesi yönünde bir tutum almadılar. Yine de yeterli değil tabii ki. Merkez Komitede de kadın olmalıydı. İki sene, üç sene gibi yoğun bir silahlı mücadele dönemi dediğimiz Devrimci Yol’un olduğu dönem biraz daha ilerleseydi eminim kadınlar da daha yüksek sorumlulukları elde etmiş olacaklardı.

>>Kitap için konuştuğunuz tüm kadınlar erkeklerin çok korumacı bir tavırlarının olduğunu söylüyor. Bu korumacı tavır neye dayanıyordu ?

Korumacı tavrı kadınların hiç hoşlanmadığı, hatta sinir olduğu bir durumdur. Bu korumacı tavır bir anlamda feodal bir bakış açısının sonucudur aslında. Erkek arkadaşlar, silahlı mücadele dönemi olduğundan dolayı kadınların o riskli ortamlara girmesini çok fazla tercih etmiyorlardı. Belki bir nevi kadınlara tam güvenememekten olabilir. Ya da tam tersi kendilerine fazla güvenmekten olabilir. Ama özellikle 12 Eylül’den sonraki hapishane süreçleri, emniyet süreçleri aslında kadınlara kesinlikle güvenmeleri gerektiğini onlara öğretti diye düşünüyorum. Bunları kendileri de yer yer dile getiriyorlar. Devrimci Yol Türkiye toplumunun aynasıdır aslında. Türkiye toplumundaki erkek davranışları neyse, Devrimci Yol’un içerisinde de bu davranışlarla devam edildi mücadeleye. Bunu değiştirip dönüştürecek bir süreç yaşanmadı. Bunu belki kadınlar başlatmalıydı ama öyle bir süreç yaşanamadı ve akla gelmedi. Çünkü hayat çok hızlı akıyordu.

>>12 Eylül öncesi ve sonrasındaki dönemde aktif mücadelenin içerisindeki kişiler şu an günümüzde aktif mücadelenin biraz daha kenarında duruyorlar. Bu durum kadınlar için daha fazlaymış gibi duruyor. Neden böyle olmuştur?

Aslında hiç kimse kenarda değildir. Herkes bir şekilde en azından duygu olarak birbirine bağlıdır. Bu kadınlar için de erkekler için de değişmez. Artık böyle bir hareket ismiyle yoktur, başka formlar ve örgütlenmeler altında vardır desek de o duygu, devrimci hareketten bir insan olmak, mücadele etmiş olmak duygusu hiç değişmez. Bu herkes için hâlâ geçerli bir durumdur. Çok keskin çizgilerle bir anlatım ve tanımlama yapmamız mümkün değildir. Ama burada önemli olan, genç kuşaklara o eski deneyimlerin aktarılmasında biz çok geç kaldık. Geç kalmamızın sebebi nedir diye düşündüğümde de; insanlar anlatmak için uygun biçimler bulamadı. Artık çıkarılan kitaplar bu deney aktarımını sağlayacaktır bir nebze de olsa.

>>Cezaevinden çıktıktan sonra ve 12 Eylül’den sonra kadınlar genel olarak ne gibi sorunlar yaşadılar? Dışarıya alışma süreci nasıl gerçekleşti?

En başta herkes için geçerli olan bir durum var; hapishaneden çıkan çok büyük bir yoksullukla karşı karşıya kalıyor. İçeriden çıkan da evvela kendi ayaklarının üzerinde durarak bir şeyler yapma durumundaydı. Kadınlar bu konuyu hızla çözdüler. Yarım kalan okulları varsa okullarını bitirdiler. Sonrasında işe girip çalışmak durumunda kaldılar. Kadınlar her işi yapabilir durumda bir inanca sahip oldukları için bu süreci çok daha çabuk ve başarılı bir şekilde atlattılar. Erkekler içeriden çıktıklarında, kadınlar dimdik ayakta oldukları için, onlara destek olma ve onların dışarıya adaptasyon sürecinde önemli rol oynadılar.

>>O zor ve sert dönem de mücadele eden kadınlar genellikle erken yaşta evlilik gerçekleştiriyor ve çocuk sahibi oluyorlardı. Bu durum nasıl gerçekleşiyordu?

Aşk her zaman var ve geçerli. Bu önemli çünkü en zor koşullar da bile bu duyguların var olması bir dayanma ve direnme gücü sağlıyor. Tabii buna rağmen çok da kolay değil bu ilişkilerin sürmesi. Çünkü hareketin merkezi yapısında bu konu da bir denetleme tutumu var. İki kişinin birlikteliği söz konusu olacağı zaman mutlaka hareketin haberi olması gerekiyordu ve bir çeşit onay mekanizması çalışıyordu. Sanıyorum bunun bir sebebi o dönemin asıl meselesinin devrimci mücadele olması, devrime hizmet eden yaşam biçimlerinin olmasıydı. Evlilik meselesine gelecek olursak, aslında aileler yeterince anlayış gösterdiği halde o dönemin tabiriyle 24 saat devrimcilik yapabilmek için, kadınların kendilerini daha özgür hissetmeleri gerekiyordu. Zaman zaman evliliğin bir çözüm olarak görüldüğü de doğrudur. Ama o zaman da evlenilecek erkeğin aile tarafından kabulü zor oluyordu. Kadınlar bunun için de mücadele ettiler. Ve sonuçta başardılar. Çocuk konusu da aynı aşk gibi evlilik gibi... O şartlar da çocuk sahibi olmak büyük bir cesaret. Bunu hareketin kendisine ve yapılanların kendisine duyulan özgüvenle açıklayabiliriz.

>>Kitapta özellikle herkesin vurguladığı merak etmeme ve mesafe olgusu var. Merak etmeme olgusu ile ilgili o dönemi vurgularken ne demek istersiniz?

Sevinç, Mine’yi anlatırken örnekliyor; “Mine giderken bir hoşçakal bile demedi’’ diyor. O dönem de kimse kimsenin nerede olduğunu, ne yaptığını sormazdı ve söylemezdi. Bu hareketin merkezi yapısı ile ilgili bir anlayış. Öyle bir güven ilişkisi vardı. Kimse kendi bulunduğu birim dışında başka bir yerdeki sorumluları bilmezdi. Bu durum biraz da önlem alma konusunda da önemliydi. Herkes kendi tanımlı görevi neyse bütün zamanını ona harcardı, başkalarını soruşturacak zamanı olmazdı. Bu Devrimci Yol’un bir karakteristiğidir. Günümüzdeki mevcut yapılarla böyle bir hareketi sağlamak çok zordur.

>>O dönemde yürütülen mahalle çalışmalarında kadınların evlere girip çıkması daha olabilecek bir durumdu ve daha normal karşılanıyordu. Peki kadınlar bu konu da ne gibi zorluklar ve problemlerle karşılaşıyordu?

Çok zor olmuyordu çünkü insanlar o dönem de iç içeydi ve komşuluk ilişkileri güçlüydü. Zaten mahalleler de büyük sorunlar yaşanıyordu, sivil faşist saldırılar oluyordu. Bir mahalle de olduğunuz zaman her yerde varsınız, bu erkekler için de kadınlar için de geçerli. Mahallelinin sorunlu alanlarına müdahale ettikçe devrimciler kabul gördü. Kadınlar da bu açılardan dolayı sorun yaşamadılar hatta daha avantajlıydılar diye düşünüyorum. Çünkü kadın kadına ilişki kurmak daha kolaydır. Arkadaş olursunuz, birlikte örgü bile örersiniz. Özellikle mahalleler de kadın arkadaşlar mesela kıyafet değiştirirdiler. Günlük kıyafetleri farklıydı, mahalleler de ise halkımız ne giyiyorsa onları giyerlerdi. Bütün yönleriyle oradaki insanlar gibi olmak gerekir, bunların hepsini kadınlar yaptı. Bu kadar büyük bir hareket olmayı kadınların bu emeği ve inancı sayesinde başardık diye düşünüyorum.

>>Kitabın ismi neden Ateşe Uçan Pervaneler?

İsim konusunda çok zorlandık, yüzlerce isim geçti. Sonra Alime’nin önerisi cazip geldi. Aslında bu isim tam olarak bizi anlatıyor mu ilk başta çok emin olamadık. Ateşe Uçan Pervaneler, yok olmaya ölmeye gidiyorlar ama bunu bilmeden yapıyorlar gibi bir anlam çıkıyor ilk başta. Oysa bilmeden yapılan bir şey yok. Herkes son derece bilinçli bir şekilde yaşadı bu süreci. Yaptığının farkındaydı, farkındalık düzeyi çok yüksekti. Bu anlam da içeriği tam olarak karşılamıyor diyebilirim. Ama şu yönüyle karşılıyor: Çok gözü peklik vardı. Büyük bir kararlılık vardı, bunu karşılıyor. Yani şöyle yorumlayabiliriz; sonunda ölüm olacağını bildiği halde, o süreçten geri durmamak anlamında içeriğine uygun düştü.

>>Kitapta kendinizle ilgili hiçbir şey yok. Neden yok? Kitabı bir başkası ele almış olsaydı ve size gelip sorsaydı sen neler anlatırdınız?

Bende çok benzer süreçlerin içerisindeydim tabi ki. O hani herkesin yaşı küçüktü diye anlatıyoruz ya ben ve birkaç kişi, herkesten biraz daha küçüktük o zaman. Hatta bizi küçük kardeşleri gibi severdi diğer arkadaşlarımız. Onun dışında benim kişisel bir özelliğim var; ben genellikle bu tip anlatımlarım hep hamallığını tercih eden birisi oldum. Çıkıp kendisinden bahsetmek zor bir durum, bu zorluğu bende yaşıyorum. Benim yaşadığım sürecin çok da önemli olmadığını düşünüyorum. Sonuçta hepimiz aynı şeyi yaşadık. Şöyle söylenilebilir, kim önüne ne geldiyse onu yaşadı. Bu kitapta başkalarının anlatmasını istedim, böyle bir yol izledim.

Kaynak: Birgun.net