Hindistan Kadınlar Birliği’ nin ölümü üzerine yayınladığı bildiride, “Kadın haklarının insanlık tarihi boyunca gelmiş en büyük savunucularından” birisi olarak kabul ve ilan ettiği Ulu Önder Atatürk, 1923 yılının Ocak ayında, Cumhuriyetin ilanından dokuz ay önce İzmir’ de yaptığı konuşmada :
“… Bir toplum, cinslerinden yalnız birinin yüzyılımızın getirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur….Bizim toplumuzun uğradığı başarısızlıkların nedeni kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurun sonucudur. … Bir toplumun bir uzvu faaliyette bulunurken öteki uzvu atalette olursa, o toplum felce uğramış demektir.” diyerek , toplumların uygarlaşmasında , kadının yeri ve önemine vurgu yapmıştır.
Bir toplumun uygarlık düzeyini öğrenmek isterseniz o toplumdaki kadının durumuna bakmanız gerekir.

Peki kadının dünya üzerindeki konumu nasıldır?

Kadınlara karşı şiddet dünyada en yaygın, ancak en az cezalandırılan suçtur.
Tahminlere göre 113 ila 200 milyon arasında kadın demografik olarak “kayıp” (yok) görünmektedir. Ya doğar doğmaz öldürülmüşler (erkek çocuğun kız çocuğa tercih edilmesi) ya da erkek kardeşleri ve babalarıyla eşit derecede gıda ve tıbbi olanaklara ulaşamamışlardır.
Fuhuşa zorlanan ya da bunun için satılan kadınların sayısı yılda 700 bin ila 4 milyon arasındadır. Cinsel kölelik düzeninden elde edilen kazançlar yılda tahminen on iki milyar dolardır.

Küresel olarak, on beş ile kırk beş yaş arası kadınlar, kanser, sıtma, trafik kazaları ve savaşlardan daha ziyade, erkek şiddetinin sonucu hayatını kaybetmekte veya sakatlanmaktadır.
En az üç kadından biri dövülmüş, cinsel ilişkiye zorlanmış ya da hayatı boyunca başka türlü suiistimal edilmiştir (tecavüz, kötü davranış, gibi). Genellikle, suistimal eden kişi aileden bir üye ya da kadının tanıdığı bir kimsedir. Ev içi şiddet, bölge, kültür, etnik köken, eğitim, sınıf ve din ne olursa olsun kadınlara karşı en yaygın suiistimal şeklidir.
Sistematik tecavüz yeryüzündeki birçok çatışmalarda bir terör silahı olarak kullanılmaktadır. Ruanda soykırımı (1994) esnasında 250 bin ila 500 bin kadının tecavüze uğradığı tahmin edilmektedir.
Araştırmalar, kadına karşı şiddet ile HIV virüsü arasında yükselen bağlantıyı göstermekte ve HİV bulaşmış kadınların daha fazla şiddete maruz kaldıklarını, şiddet kurbanlarının da HİV bulaşma risklerinin daha yüksek olduğunu ortaya koymaktadır.

Screen Shot 2014-12-04 at 14.41.20

Kadına karşı ayrımcılık ve şiddet konularındaki bilinçlenme hareketleri ilk olarak, 1993 tarihinde Viyana’da toplanan Dünya İnsan Hakları Konferansında başlamıştır. Aynı yıl Kadına Yönelik Şiddetin Tasfiyesi Deklarasyonu kabul edilmiş, 1995 yılında Pekin’de gerçekleşen Dördüncü Dünya Kadın Konferansında ise, kabul edilen Eylem Platformunun 12 kritik alanından birisi kadına yönelik şiddet olmuştur.
Kadınlara Karşı Şiddetin Tasfiye Edilmesine Dair (Uluslararası) Bildiri”nin 1.maddesine göre;
“Bu bildirinin amacı bakımından “kadınlara karşı şiddet” terimi, ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir”. Diğer bir deyişle “kadına yönelik şiddet”; kadının fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan hareketlerdir. İster kamusal, ister özel alanda olsun kadına yönelik her türlü baskı yöntemi şiddettir.

Kadınlar açısından çok önemli olan CEDAW (Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination against Women) “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”ne Türkiye 1985 yılında taraf olmuş, sözleşme 1986 yılında yürürlüğe girmiştir.
(CEDAW’ın uygulanması ve etkinliğini sağlamak üzere, 2002 yılında, Kadınlara
Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesine (CEDAW) İlişkin İhtiyarî Protokol’ü (Ek İhtiyarî Protokolü) de Türkiye 2002 yılında onaylamış ve bu protokol 2003 yılında yürürlüğe girmiştir).
CEDAW’ın 1. Maddesi kadına yönelik ayrımcılığı tanımlamaktadır. Buna göre
“ayrımcılık”, cinsiyete dayalı şiddeti, yani bir kadının sırf kadın olması nedeniyle maruz kaldığı veya kadınları artan oranlarda etkileyen şiddeti de içermektedir. Bu şiddet, kadına fiziksel, zihinsel ya da cinsel yönden zarar veya acıya neden olan davranışları, bu davranışlara ilişkin tehditleri, zorlamayı ve özgürlüklerin kaybedilmesine neden olan diğer davranışları kapsamaktadır.
Ankara’da kurulu bulunan bir meslek örgütünden alınan bilgilere göre, bu meslek örgütünün kadın danışma merkezine 2011 yılına kadar 10.000 (onbin) in üzerinde kadın başvurmuştur. Bu başvuruların ;
%75-80’ nini dar gelirli kadınlar,
%20’ sini gelir düzeyi yüksek kadınlar oluşturmuştur.
Yine bu merkeze başvuran kadınların;
%65’ i ilkokul mezunu,
%25’i lise mezunu,
%10’u üniversite /yüksek okul mezunudur.
Başvuru nedenleride ise;
Birinci sırayı ne yazık ki aile içi şiddet nedeniyle hukuksal yardım ,
İkinci sırayı boşanma ve nafaka davası hakkında bilgi,
Üçüncü sırayı psikolojik yardım,
Dördüncü sırayı cinsel taciz,
Beşinci sırayı açılmış veya açılacak davalar için ücretsiz avukat istemi
Altıncı sırayı sığınacak yer istemi
Yedinci sırayı velayet konusunda bilgi,
Son sırayı ise ekonomik yardım istemi almıştır.
Yukarıda değindiğim gibi merkeze başvuru nedenleri arasında ilk sırayı aile içi şiddet almaktadır. Merkeze sadece fiziksel şiddete uğrayan kadınlar değil, ekonomik, cinsel, psikolojik yönden şiddete maruz kalan kadınlar da başvurmuştur.

Jandarma Genel Komutanlığı tarafından 25.11.2014 tarihinde yapılan açıklamaya göre; Jandarma Genel Komutanlığı son iki yılda 30 bine yakın kadına yardım eli uzatırken, 10.766 şiddet mağduru kadın için de KORUMA TEDBİR kararı çıkartmıştır.

Screen Shot 2014-12-04 at 14.41.32

Bu veriler, 24.11.2011 tarihinde hükümet tarafından onaylanan ve 01.08.2014 tarihinde yürülüğe giren KADINLARA YÖNELİK ŞİDDET VE AİLE İÇİ ŞİDDETİN ÖNLENMESİ VE BUNLARLA MÜCADELEYE İLİŞKİN AVRUPA SÖZLEŞMESİ yükümlülüklerinin hiç birisinin yerine getirilmemiş olduğunu, yürülüğe konulan “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”un kadına karşı şiddeti önlemede yetersiz kaldığını göstermektedir. Aile ve Sosyal Politikalar Başkanlığı tarafından “şiddete sıfır tolerans” sloganıyla çıkılan yolda 2014 yılının ilk on ayında ülkemizde öldürülen kadın sayısı 255’e ulaşmıştır. Ancak, kapalı kapılar adında kalan, adli birimlere yansımayan, sesini duyuramayan veya korkusundan sesini hiç çıkartmayan şiddet gören kadın sayısı ise belirsizdir. Kadını eve kapatan, en az üç çocuk isteği ile kadını iş hayatından uzaklaştırmak isteyen, kürtaja-sezeryana karşı olan, hamile kadının sokağa çıkmasını istemeyen, 4+4+4 eğitim sistemi ile kız çocuklarına eğitim yolunu kapatan, çocuk gelinleri meşrulaştıran, üniversite öğrencilerini kızlı- erkekli diye ayrıştırıp namus kavramını dejenere eden, kadın – erkek eşitliğine kadının fıtratında eşitlik yoktur diyerek karşı çıkan bir iktidardan kadına uygulanan şiddeti ortadan kaldıracak çalışmaları yapmasını beklemek gerçekçi olmayacaktır. Zira bu iktidarın kadına bakışı nedeniyle son yedi yılda kadın cinayetlerinde %1400 (Yüzde bindörtyüz) oranında artış olmuştur.
Yeri gelmişken bir istatistiki bilgiyi de burada paylaşmak isterim. Türkiye’ de kadına yönelik fiziksel şiddetin % 39 oranında olduğu, şiddet gören kadınların ise sadece % 6’ sının resmi mercilere başvurduğu tespit edilmiştir. Ve bunun yanında başvuran kadınların da hiç birisinin verilen hizmetten memnun olmadığı vurgulanmıştır.

Screen Shot 2014-12-04 at 14.41.43

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ nin, kadını aile içi şiddetten etkili korumadığı için mahkum ettiği tek ülke ne yazık ki Türkiye’ dir. Yasalar, en mükemmel düzenlemeleri içerse bile uygulanmamaları halinde kağıt üzerinde yazılmış dilek ve temennilerden öteye gidemez.
Bütün bunlarla birlikte; toplum vicdanında derin yaralar açan Ayşe PAŞALI cinayeti gibi olayların bir daha yaşanmaması için; yapılan ve yapılacak yeni yasal düzenlemelerin, kanun uygulayıcılar tarafından, uluslararası sözleşmelere uygun olarak geniş yorumlamaları, iktidara rağmen belki çözümün bir parçası olabilecektir.
Ne yazık ki; imza edilen uluslararası sözleşmelere ve yapılan yasalara rağmen ülkemizde de kadına karşı şiddetin önüne geçilememektedir, hatta son yıllarda kadına şiddetin ağırlaşarak arttığı görülmektedir. Değiştirilen yasalara, kurulan kurumlara rağmen kadına karşı uygulanan şiddetin oranında bir düşme sağlanamamaktadır. Evet, erkek zihniyetin egemen olduğu, kadın üzerinde her türlü uygulama yapmayı kendisine hak gören bu zihniyet ile bu uygulamaları normal yaşamın bir parçası olarak gören kadının zihniyeti değişmediği sürece, kadının karşılaştığı şiddetin oranı azalmayacaktır. Sorun, yaşamımızı oluşturan ve donatan araçların doğru kullanımı sonucu cinsiyet eşitliğine dayalı demokratik sistemin yerleştirilmesiyle çözümlenebilecektir. Sorun sadece yasal düzenlemelerle çözümlenememektedir, sorunun asıl çözüm yeri zihniyet değişikliğidir. Bu değişikliği yapacak güçte kadınlarda vardır.

Screen Shot 2014-12-04 at 14.41.54

Bir kadın tarafından 9 ay boyunca taşındığını, doğurulduğunu, emzirilip büyütüldüğünü unutanlara karşı biz kadınlara sesleniyorum;
Başımızı kaldırmalıyız,
Bize öğretilen yanlışlara karşı başkaldırmalıyız,
Bize dayatılanlara başkaldırmalıyız,
Sevginin ayaklar altına alındığı bir çıkar dünyasına karşı başkaldırmalıyız,
Duygularımızı korumak için, duygularımızı geliştirmek için, duygularımızı açıklamak için başkaldırmalıyız,
Hayatın gözüne içtenlikle bakmalıyız,
Biz kadınların fıtratında duygusallık vardır ama aptallık yoktur, EŞİTİZ diye haykırmalıyız,
Hayatı sevdiğimizi söylemekten korkmamalıyız,
Çünkü kendimizi savunmak hayatı savunmaktır.
Çünkü biz hayatın ta kendisiyiz.

Screen Shot 2014-12-04 at 14.42.09

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
HUKUK VE SİYASET KURULU ÜYESİ
AV. İDİL YALÇINER ŞİMŞEK

http://add.org.tr/?p=7121