İSTANBUL

Uluslararası İslamofobi ve Aşırıcılıkla Mücadele Uzmanı Büyükelçi Munir Akram, İslamofobi ile mücadele ederken tanımlamalar yapılması gerektiğini belirterek, "İslamofobi ile ilgili kaygı uyandıran ülkeler listesi hazırlamak gerekiyor. Çok geniş kapsamlı bir kampanya yürütmeliyiz. Öncelikli olarak belli İslamofobi tezahürlerinin suç olarak kabul edilmesini sağlamalıyız. Nefret söylemleri, İslam kuruluşlarına yönelik hakaret, belli giyim tarzlarının, camilerin ve ezanın yasaklanması ayrımcılık eylemleridir ve bunların da muhakkak suç olarak addedilerek, uluslararası ve ulusal kanunlar çerçevesinde yargılanması gerekir." dedi.

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Bağımsız Daimi İnsan Hakları Komisyonu (BDİHK) ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti işbirliğiyle düzenlenen "İslamofobi: Bir İnsan Hakları İhlali ve Irkçılığın Çağdaş Görünümü" konulu 5. Uluslararası Semineri kapsamında, "Bir İnsan Hakkı İhlali ve Irkçılığın Çağdaş Görünümü olarak İslamofobi" başlıklı panel düzenlendi.

Akram, paneldeki konuşmasında, İslam'a yönelik nefretin korkudan kaynaklandığını dile getirerek, "Bu korku, ilk olarak İslam'ın devrimsel ve eşitlikçi ideolojisinden korkanlar tarafından geliştirildi. İslam Avrupa'daki aydınlanma çağının berraklaşmasına yardımcı oldu ancak bir süre sonra askeri, ekonomik, sosyal ve entelektüel olarak Avrupalı emperyalistler tarafından geriye düşürüldü. Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde mücadele başlatılmasaydı Türkiye de bu sömürgecilerin bir başka sömürgesi haline gelebilecekti." diye konuştu.

Ayrımcılığa uğrayanların her zaman daha zayıf olandan oluştuğuna işaret eden Akram, Soğuk Savaş döneminde ayrımcılığın yükselişe geçtiğini, Batılıların Batı değerleriyle ilgili bazı zaferler kazandığını anlattı.

Akram, Nisan 1999'da İİT'nin Cenevre'de İslam'a yönelik hakaretlerin ardından derin kaygılarını dile getirdiğini, İİT İnsan Hakları Çalışma Grubu'nun taslak bir karar aldığını ve İslam'a yönelik hakaretin İnsan Hakları Komisyonu'nun 54. oturumunda kaleme alındığını aktararak, bu dokümanın yeniden ele alınması gerektiğinin altını çizdi.

Taslak kararda medya veya diğer iletişim kanalları aracılığıyla İslam'a yönelik tahammülsüzlük ve devletlerin nefret, ayrımcılık, korkutma ve şiddet eylemlerini engellemeleri konularında gerekli önlemleri almaları için adımlar atması gerektiğine yönelik bir çağrı bulunduğuna değinen Akram, daha sonra kararın "dinlere yönelik iftira ve karalamanın engellenmesi" şeklinde değiştirildiğini söyledi.

H-ÜFE'de televizyon programı yapımcılığı revaçta H-ÜFE'de televizyon programı yapımcılığı revaçta

Akram, "dinlere yönelik iftira ve karalamanın engellenmesi"nin uluslararası normlar bağlamında düşünülmesi gerektiğini belirterek, şunları anlattı:

"Bu konu İnsan Hakları Komisyonu tarafından yürütülen çalışmalarda detaylı şekilde analiz edildi. 11 Eylül'den sonra Müslüman olmayanlar tarafından Müslümanlara yönelik İslamofobiyle ilgili eylemlerin cezalandırılması hayata geçirilir oldu. Komisyon tarafından alınan kararda da zaten dinlere yönelik iftiranın engellenmesi bu bağlamdaydı. Batı ülkeleriyle birlikte dinlerin korunması aslında ibadet özgürlüğü çerçevesi altında kabul ediliyordu. Nefretin, dini ayrımcılığın, tahhamülsüzlüğün engellenmesine yönelik maddede atıflar var. Komisyonun çalışmasına bakıldığında çok verimli sonuçların alınmadığı görülüyor. Batı ülkelerinde ve Müslüman olmayan ülkelerde İslamofobi eylemlerinin engellenmesine yönelik bir istek olmadığını görüyoruz, odak daha ziyade dini özgürlükler ve azınlık haklarına kaymış durumda."

Seminerin, İslamofobi ile mücadele konusunda bir fırsat olduğunu dile getiren Akram, "İslamofobi ile mücadele ederken tanımlamalar yapmamız gerekiyor. İslamofobi ile ilgili kaygı uyandıran ülkeler listesi hazırlamak gerekiyor. Çok geniş kapsamlı bir kampanya yürütmeliyiz. Öncelikli olarak belli İslamofobi tezahürlerinin suç olarak kabul edilmesini sağlamalıyız. Nefret söylemleri, İslam kuruluşlarına yönelik hakaret, belli giyim tarzlarının, camilerin ve ezanın yasaklanması ayrımcılık eylemleridir ve bunların da muhakkak suç olarak addedilerek, uluslararası ve ulusal kanunlar çerçevesinde yargılanması gerekir." dedi.

"Şiddet vakaları önceki yıllara göre artış gösterdi"

AGİT Müslümanlara Karşı Hoşgörüsüzlük ve Ayrımcılıkla Mücadele Özel Temsilcisi Doç. Dr. Bülent Şenay da İslam'a karşı hoşgörüsüzlüğün şiddet olarak kendisini gösterdiğini, İslam ve Müslümanların çeşitli tehditlerle karşı karşıya kaldığını söyledi.

Devletin bünyesinde kültür, tarih ve taraflara eşit davranmak açısından bir tarafsızlığa ihtiyaç duyulduğunu belirten Şenay, "Müslüman toplumlar hakkaniyetli adaleti arıyor. Şiddet vakaları önceki yıllara göre artış gösterdi. Bunu daha kötü hale getiren de sosyal medya. İslamofobik hikayeler muhafaza edilirken diğerleri siliniyor. Toplumun uygarlığını yükseltecek anlayışla donatıcı bir tutum göremiyoruz." dedi.

Muhabir: Andaç Hongur, Ammar Nas, Gülsüm İncekaya

Kaynak: AA