Kendini dışlanmış hisseden çocuklarla gençlerin kazanılması gerektiğini belirten Bahar, “Babaların zoruyla toplumlar entegre olmazlar. Türk ve Kürt analarını da dahil etmeliyiz” dedi.

SÖZDE DEĞİL ÖZDE BİR KARDEŞLİK PROJESİ

Prof. Dr. Halil İbrahim Bahar, Ankara Strateji Enstitüsü'nde özellikle terörün sosyolojik temellerine ilişkin çalışmaları ile biliniyor. İmralı ile görüşmeler yapıldığının açıklanması, ardından Diyarbakır'daki cenaze törenlerinde ortaya çıkan tablonun sosyolojik yansımalarını onunla konuştuk.  "Siyasetçilerin kullandığı dille söylersek sözde değil özde bir kardeşlik projesine Türkiye'nin ihtiyacı var.

RÖPORTAJ: SEDA ŞİMŞEK / [email protected]

Gerçek bir barış inşasının ortaya çıkabilmesi için elbette birinci şart PKK'nın eylemsizlik, ateşkes kararı almasıdır. Daha sonra, bürokratik bir mekanizmadan ziyade doğal ilerleyen ve toplumsal bir gelişme olmalı. Toplumsal gerçeğimizi anlamaya çalışmalıyız. Türklük ve Kürtlük ile ilgili bir kimlik oluştu. Gencinde, çocuğunda, yaşlısında, İstanbul'daki Kürt'te de Diyarbakır'daki Kürt'te de oluştu" diyor.

* Şu anda meseleyi sosyolojik açıdan değerlendirdiğinizde Türkiye hangi noktada?

Kopuş süreçlerinde  önce kimlik bilincinin oluşması, ardından güvensizlik, daha sonra kopuş ve statü aşamaları ile gerçekleşir.  Şu anda ikinci aşamada yani güven eşiğindeyiz. Yani, iki toplumun, Kürtler ve Türkler'in bir arada yaşama iradesi var mı yok mu, o noktadayız. Silahın bırakılması, PKK'nın sınır dışına çekilmesi gibi unsurlar sağlansa dahi çözümün garantisi yok.

Çünkü kimlik bilinci oluşmuş bir toplum var, buna ek olarak bir de geçmişin öfkelerini yaşayan bir topluluk var. O toplulukla Türkler'in nasıl entegre edileceği asıl mesele. Barış dediğimiz de zaten bu. Barış, insanların fiziksel, duygusal, psikolojik her türlü tehditten uzak yaşamalarıdır. Sadece silah tehdidi değil diğer tehditlerin de ortadan kalkması lazım. Bir kişi eğer kimliğinden veya aksanından dolayı ayrımcılığa tabi tutulduğunu düşünüyorsa kendisini tehdit altında hisseder. Birarada, güven içinde yaşamın inşa edilmesi gerekiyor.

GÖRÜŞMELER KEMOTERAPİ

* Birarada, güven içinde yaşam nasıl inşa edilebilir?


Yapılan araştırmalarda, bu kuşak, yaşlı ve orta jenerasyonda bir arada olma iradesi var ancak gençler ve çocuklarda bu güven eşiğinin aşıldığını, ayrılma iradesinin yüksek olduğunu görüyoruz. Öcalan ile görüşmeler, İmralı süreci bence bir kemoterapi. Hasta cevap da verebilir ters de tepebilir. Aslolan kan değişiminin yapılması, hücrelerin yenilenmesi.

Kemoterapi verilmesine rağmen kanserin nüksetmesi gibi bir durum söz konusu olabilir. Çözüm, ancak toplumsal ve mikro çalışmalarla mümkün. Barış, her iki toplumun, Kürtler'in ve Türkler'in omuzlarında yükselecek bir ideal. Kürtler ve Türkler'in bu ideale ulaşmak için önce  "bunu birlikte taşıyacağız" demesi gerekiyor. Yaşlılar, orta yaşlılar "tamam gücümün yettiğince taşırım" diyor ama gençler ve çocuklar  "taşımayacağım" diyor, çünkü marjinalize olmuşlar, hariç tutulmuşlar.

BİZİ HAYATA BAĞLAR

* Çocuklar ve gençler ikna edilebilir mi?


Kürt çocuklarının en çok yaptığı şey taş atmak, molotof kokteyli atmak, okul camı kırmak. Okul camı kırmak, devlete karşı gelmenin bir simgesi. Ankara'da dahi buna rastlıyoruz. Devlet malı olarak düşünüyorlar ve en büyük hobileri devlet malına zarar vermek çünkü kendisine ait görmüyor, "zaten benim değil" diyor. Yani kendisini o devlete ait hissetmiyor, o devletin malını da kendisine ait görmüyor. Bizim yapmamız gereken de o çocuklar, gençler kendilerini dışlanmış hissediyorlarsa bunu ortadan kaldırmak, onları dahil etmek.

Marjinalleşmeden kurtarmak yetmez

* Nasıl dahil olacaklar?


Onları dahil etme, marjinalleşmeden kurtarmak da yetmez, "seni seviyoruz" demek yetmiyor. En iyi okulu, orada Oxford'u yapsan da faydası yok çünkü var olduğunu hissetmiyor. Bir anneye, anne kucağı ile simgeleşebilecek bir devlete ihtiyaç var. Devlet baba, hoş güzel, otoriter ama kriminalize etmeyen devlet anaya ihtiyaç var. Harçlığımız bittiğinde babamızdan para isteyemeyiz, annemizden isteriz. Annemiz sigara içtiğimizi bilir ama babamıza söylemez. Kızlar erkek arkadaşlarını, erkekler kız arkadaşlarını annelerine anlatırlar, sırrımızı annemizle paylaşırız. Anne bizi hayata bağlar. Yani, anneniz var olduğunuzu hissettirir.

ACİL SOSYAL SERVİSLER KURULMALI

* Bir çocuğa, bir gence var olduğunu hissettirmek için devlet ne yapabilir?

Sosyal hastaneye ve sosyal bakıma ihtiyaç var. Durum acil ve beklenemez. Acil sosyal servislerin kurulması gerekiyor. Ulaşılabilir acil sosyal servisler oluşturulmalı. Sosyal çözülmüşlüğün müsebbibi kim diye aramanın bir anlamı yok, bununla zaman kaybediyoruz. Atılması gereken adımları atmayıp, suçlu aramaya çalışmamalıyız.

Flört etmemiz gerekiyor

* İstanbul'da, Ankara'da zaten Türkler ve Kürtler bir arada yaşıyor.

İstanbul'daki Kürtler'in bakışı ile Diyarbakır'daki Kürt'ün bakışı, hatta Diyarbakır'da Bağlar'da yaşayan Kürt ile Ofis'teki Kürt'ün de bakışı birbirinden farklı. Birbirimizi tanımamız lazım.

Tabiri caizse bir flört dönemi yaşamamız gerekiyor. İstanbul'da Boğaz'da da, Van'da, Hakkari'de, Diyarbakır'da da Fırat'ın kenarında da flört etmemiz gerekiyor. Sadece babaların zoruyla toplumlar entegre olmazlar.

Kürt babalarıyla Türk babalarının zoruyla, diretmesiyle olmaz. Olursa ne olur? Zoraki olur, babaların zoruyla bir araya gelenler sonunda intihar edebilir.

BİR KLİPTE OYNASINLAR

* Nasıl bir süreç işlemeli?


Türk ve Kürt analarını da dahil etmeliyiz. Emine Hanım Uludere'ye gitmişti, bunun yaygınlaşması gerekir. Biraradılığın kalıcılaşabilmesi için okullar, üniversiteler arasında spor, kültürel etkinliklerin artırılması ve  rutinleşmesi gerekiyor. Mesela, Kürt ve Türk sanatçılar birlikte söyledikleri şarkılarla, müzikle iki halk arasında köprü olabilir. Hep birlikte bir konser verseler, bir klipte oynasalar tam zamanı.

Hatta ortak metinler yazılsa. Diğer yandan, atılacak adımların, yapılacak düzenlemelerin bir an önce açıklanması gerekiyor,  yapılacak düzenlemeler sanki müzakere ile elde edilmiş kazanç anlamına gelmemeli. Bu süreç, vatandaşın kafasını karıştıracak, tutumunu değiştirmesine yol açacak ani, şok bilgiler,  flaş flaş halleri ile taşınmamalı. Türkiye çok taraflı dış politika paradigmasından da vazgeçmemeli.

Provokasyona açık hale gelir

* Bu süreçte 30 yıldır söylenmedik söz kalmadı, sözler pek ikna edici olmadı.


Türkler ve Kürtler mikrofon uzatıldığında gerçek düşüncelerini söylemiyorlar, saklıyorlar. Bu süreçte açıklık çok önemli. Geleneksel politikaların dışında topluma gidilmeli. 12 Eylül sonrası toplumun siyasetsizleştirilmesinin de etkileri de silinip toplum siyasete çekilmeli.

Toplumun sürece katılımı sağlanmalı. Oslo sürecine bakılırsa, Silvan, sabotajlar oldu ama toplumsal desteği olmayan her hareket, her süreç kendiliğinden provokasyona açık hale gelir. Bundan sonra provokasyonlar bahane olmamalı. Toplum o kadar güçlü bir hale gelmeli ki, provokasyonlar vız gelip tırıs gitmeli. Toplumun bu konuda da depreme dayanıklı olması lazım. Herkes birbirine güvenirse,  atomlar arasında bağ kuvvetli olursa deforme olmaz. İnsanları birbirine bağlamamız gerekiyor, boşta insan bırakmamalıyız, yalnız, dışlanmış, yok sayılmış insan olmamalı.

Bütün adımlar eşzamanlı atılmalı

* Bu süreçte umudun artmasını neye dayandırıyorsunuz?

Geçmişin tecrübelerinden yararlanıldı, toplum da bu sürece hazır. Barışa doğru kapı aralandı, bu kapıdan içeri girilmesinin sağlanması gerekiyor. Hepimiz hükümetin, Türkler'in ne yapması gerektiğini konuşuyoruz. Bu doğal ama sorumluluk tek taraflı olamaz. Kürtler'in de sorumlulukları var. Onların da artık ne yapmaları gerektiği ile ilgili konuşmaları gerekiyor.

Akıllarını bir lidere, bir harekete, bir partiye, bir STK'ya havale etmemeleri gerekiyor. Zor koşullarda olsa bile kendi varlıklarını keşfetmek için çaba göstermeliler. Barış süreci gücünü toplumdan almalı. Emile Durkheim, "Toplum, toplumu oluşturan bireyin toplamından daha farklı bir şeydir" der. Kimse kişisel olarak, tek başına toplumu inşa edemez, ancak birbirimizle toplumu inşa edebiliriz.

* Bu dönem nasıl yönetilmeli?

Hükümet PKK'nın silah bırakması ile demokratikleşme adımlarını eş zamanlı götürmeli. PKK'nın silahlarını bırakması konuşulurken diğer alan ertelenirse silah bırakmazlar. Genellikle uluslararası ilişkilerciler terörü uluslararası ilişkilerin bir enstrümanı olarak görürler, toplumsal gerçeği çok görmezler. Biz de "toplumu görürseniz terörün bir dış ülkenin enstrümanı olma yeteneği zayıflayacaktır" deriz. Tabii ki dış faktörleri atlamıyoruz ama sonuçta bu eylemi  Kızılay'da kim yapıyor? 

Hep terörü kullanmak isteyen olur ama mesele o eylemi kime yaptırdığı. Ankara'daki, İstanbul'daki üniversiteden Kandil'e kim gidiyor? Bizim oraya bakmamız gerekiyor. Neden PKK Karadeniz'e açılamadı? Farklı faktörler de olmakla birlikte, her türlü yoksulluğa, yoksunluğa rağmen, barındırmıyorlar bünyelerinde. Toplumsal bağları güçlendirmek, uyurken evinizin kapısını kilitlemek gibidir, bu sağlanırsa evde rahat uyursunuz.

Entegrasyon sağlanmalı

* PKK'nın silah bırakması, bir son mudur?


Toplumsal entegrasyon çok daha önemli. Kuzey İrlanda'da, 1998'de resmi anlamda silahlar bırakıldı ancak şu günlerde o yangının küllerinin yeniden alevleniyor. Belediye meclisinden Belfast Belediye Binası'na Britanya bayrağının belli zamanlarda asılması kararı çıktı, Protestanlar ayaklandı.

Protestanlar ile Katolikler arasında tekrar çatışmalar başladı, son 10 gündür Katolik Kiliseleri'ne petrol bombaları atılıyor. Silahlar bırakılmasına rağmen hala barış olmamış, iki toplumun bir arada yaşama iradesi oluşmamış, entegrasyonu sağlanamamış demek ki.
Bugün