İnsanların hayatları bir anda baştan sona değişebilir. En mutlu günleri kâbusa dönüşebilir. Ağzındaki bal tadı gidip katranlı bir zehrin tadı kalabilir geriye... Viyanalı doktor Viktor Frankl için böyle olmuştu işte... Hayatında her şeyin yolunda gittiğini düşündüğü, kariyerinde basamakları birer ikişer büyük bir süratle tırmandığı bir anda, Frankl kendisini aniden Nazi Toplama Kampı’nda buldu.
Suçu Yahudi olmaktı. Viyana’nın kahve kokan sokaklarında, neşe ve umutla işine gidip gelirken şimdi toplama kampında bir ‘köle-işçi’ olarak çalışmak durumundaydı. Korkunç işkencelere, hayal edilemeyecek büyük acılara tanık oldu, Annesi, kardeşi ve daha pek çok sevdiği insan gaz odalarında can verdi.
Frankl, toplama kampında çıldırmamak için oldukça ilginç bir zihinsel teknik geliştirdi. Buna ‘detachment’, kendini dışında tutma tekniği adını verdi. Yaşadığı işkenceleri, tanık olduğu büyük acıları sanki kendisi yaşıyormuş gibi değil de odanın bir yerinden izleyen birisi gibi tecrübe etmeye çalıştı. Yani yaşananlarla arasına bir tür duygusal mesafe koydu. Frankl, bu mesafeyi koyarken insanın en korkunç durumlarda bile, başına gelenlere değişik cevaplar verebileceğini, olaylara verdiği yanıtları hemen her zaman kendisinin seçtiğini fark etti.

***

Şimdi gelin Frankl’ın tekniğini kullanarak, son günlerde Türkiye’de olanlara, kendi ülkemizde olmuyormuş, başka bir ülkede olanları izliyormuşuz gibi bakmaya çalışalım. Ne oluyor bu ülkede? Gaziantep’te otobüs durağında araba-bomba patlıyor, bebekler ve çocuklar öldürülüyor. Adım adım şiddet ve terör tırmandırılıyor.
Kim, kiminle koalisyon içinde yapıyor olursa olsun, ister PKK, ister onun içindeki ‘kontrol dışı unsurlar’, ister yabancı istihbarat örgütleri bu işleri peydahlıyor olsun, ortada ulaşılmak istenen çok net bir hedef var: Bu da Türkler ve Kürtlerin birbirlerini öldürdüğü bir ‘iç savaşı’ başlatmaktır.
Bunları yapanlar içinden çıkılamaz bir öfke sarmalı yaratmak istiyorlar. İnsanların öfkesi öyle bir noktaya ulaşacak ki bu nefreti yaratanlara bir biçimde benzeyen, onlarla bir biçimde ‘özdeşleştirilebilecek’ olan kişiler ilk görüldükleri yerde saldırıya uğrayacak, saldırıya uğrayanlar saf tutmaya zorlanacak, öfke öfkeyi besleyecek, ta ki ülke kan gölüne dönünceye kadar...

***

Yine Frankl’ın tekniğini kullanacak olursak, siyasetin her zaman şıkları olduğunu, giderek tırmanması muhtemel bu terör dalgası karşısında, şiddeti tırmandıranların beklediğinin, umduğunun dışında ‘tepkiler’ geliştirilebileceğini görebiliriz.
Ama ne yazık ki yapılmaması gerekenleri yapanlar hemen sahneye çıkıp rol kapmaya başladılar:
BDP binaları saldırıya uğradı; PKK’lıları Ermeni dönmesi ilan eden en pespaye ırkçı şovenist söylemler yürürlüğe sokuldu ve tekrar BDP’nin kapatılmasına ilişkin tartışma başlatıldı.
Bunların devam etmesi, tam da teröre teslim olmak, bu saldırıları yapanların istediği bütün adımları tek tek atmak anlamına geliyor: Kürtler nefret söylemlerinin, şovenist saldırıların, linçlerin hedefi haline gelecek; Kürtler için tüm siyasi kanallar kapatılacak ve ülke altı giderek daha fazla ateşle harlanan bir düdüklü tencereye dönecek...

***

Yazıya Viktor Frankl’la başladım, onun sözleriyle bitireyim: “İnsanların ellerinden her şeyleri alınabilir ama bir şey hariç, ki o da insanın hangi koşullar altında olursa olsun kendi tutumunu seçebilme, kendi yolunu belirleyebilme özgürlüğüdür.” Türkiye kendisine dayatılan bu oyunu bozup kendi seçimlerini yapmalı ve kendi yolunu belirleyebilmelidir.

ORHAN KEMAL CENGİZ/ Radikal