Hakim Faruk Özsu’nun adalet.org sitesindeki İlginç bir paylaşımı; hukukçuların cehaletini hukuk eğitim veren kurumlara bağlıyor. Paylaşımda şöyle deniliyor:

Yazıda bu "cehaletin" asıl sebep ve kaynağının hukuk fakülteleri, hukuk eğitimi ve "hukukçular" olduğunu, bu tedrisattan geçmeyenlerin çok daha sahici ve gerçek bir hukuk ve yargı bilgisine sahip olduğunu iddia ediyorum.”

Bazı hakimlerin cehaleti üzerine bir yazı yazmak istiyordum. Adalet.org sitesinde bu yazıyı görünce cesaretlendim.  Bu yazıda ileri sürülen görüşlere tamamen katılmasam da bazı hukukçuların dayanılmaz cehaletine 40 yıllık avukatlık yaşamım boyunca sıkça rastladım. Öyle ki bir yandan hakimin durumuna üzülüyorsunuz, bir yandan müvekkilinizin alacağı adil olmayan cezaya.. Korkunç bir durum, içler acısı bir durum.. Bir resmi belgede sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık davasında heyete bir türlü derdimizi anlatamıyoruz.. Vergi dairesinden BA BS formları istensin diyoruz, “başkan ne onlar” diyor? Derdimiz heyete taraflar arasındaki ticari ilişkiyi vergi dairesi kayıtlarına dayanarak ispatlamak..  Duruşmalar berbat gidiyor.. En sonunda üyelerden birisinin odasına girdim, durumu açıkladım. Üye hakim son derece saygılı bir kişi.. Dinledi beni ve şu cevabı verdi:

“ Rahmi Bey başkan da ben de çocuk mahkemesinden buraya geldik, bu davalara yabancıyız..”

Dehşete kapılmamak mümkün mü?

Konuya yabancı olduğunu söyleyen hakimler sizin müvekkilinizi yıllarca hapse mahküm edebilecek..

Dönelim hakimin paylaşımına..

Yazı Ergenekon Davası ile ilgili olarak  “HAHAM” Tuncay Güney’in bir TV kanalında anlattıkları ile bitiyor.

Şöyle:

Güney'in söylediğine göre, Ergenekon iddianamesi için Av. Ergül -özetle- “Türk adaletine güveniyorum... Bu iddianame çok zayıf. İlk celse tahliye ettiririm...” deyince Güney şöyle cevap vermiş: “10 yıl yatacaklar!”...

Güney, programda şöyle bağlıyordu sözünü: “Türkiye'de güç mü var, hukuk mu var? Ben dedim güç var, hukuk yok diye. Ben dedim ki 10 yıl yatıp çıkacaklar. Bak işte beşi gitti, beşi kaldı.”...

Paylaşımın tamamı:

HUKUK VE YARGI CEHALETİ VE HUKUK EĞİTİMİ

Kocaeli Barosu Dergisi için yazmış olduğum "BİLGE HUKUKÇULAR VE BÜYÜK YARGI CEHALETİMİZ" başlıklı yazımda, Türkiye'deki hukuk, yargı ve siyaset ilişkisi bahislerindeki yaygın cehaleti yazmaya çalıştım.

Yazıda bu "cehaletin" asıl sebep ve kaynağının hukuk fakülteleri, hukuk eğitimi ve "hukukçular" olduğunu, bu tedrisattan geçmeyenlerin çok daha sahici ve gerçek bir hukuk ve yargı bilgisine sahip olduğunu iddia ediyorum.

Yazının o bölümünü, ilginizi çekeceğini umarak paylaşıyorum. Yazı bu ayın sonunda yayımlanacak. İlgilenenlere de şimdiden duyurmuş olalım...

Bu ülke, hukuk ve yargı meselesini aynı sığlıkta tartışmayı sürdüremez. Bu yazının da gerçek bir hukuk ve yargı tartışmasına vesile olması dileklerimle selam ve saygılarımı sunuyorum.

Sağlıcakla.

***

Türkiye'de hukukçularda yaygın olarak rastlanan hukuk ve yargı cehaleti ile eğitimleri arasında doğrudan bir bağ ve ilişki vardır. Şöyle ki: Hukuk eğitimi almayanlar hukuk ve yargı “bilgi”sine kişisel tecrübeleri ve beş duyu organı ile ulaşırken, “eğitimli” hukukçunun zihni, hatalı ve yanlış bilgi ile kirlenmekte ve doğal yollarla edindiği sahici bilgiyi de kaybetmektedir. Başka deyişle, “Hukukçu”lar eğitim yoluyla, ilk önce doğal yollarla edindiği (ve daha sahici) “bilgiyi” unutmakta (Bkz: “Geriye ket vurma”), daha sonra da üniversitedeki edindikleri hatalı hukuk ve yargı bilgisi yüzünden doğrusunu öğrenmekte zorlanmaktadırlar (Bkz: “İleriye ket vurma”). Bu kısır döngü sürekli ve yaygın bir cehalet üretmektedir. Hem de sanıldığı gibi dar bir kesimde değil, çok çeşitli mahfillerde son derece yaygın ve köklü olarak varlığını sürdüren bir cehalettir bu. Tam da bu noktada Adorno'yu analım istiyorum: "Yarım anlaşılmış ve yarı öğrenilmiş olan, eğitimin ön basamağı değil, onun can düşmanıdır. ".

Velhasıl, Türkiye'deki hukuk ve yargı cehaletinin en büyük sebebi ve kaynağı Akademya ve “Hukukçular”dır... 

Özellikle de, -bu cehaletin en önemli üreticisi ve temsilcisi olan- Sami Selçuk'la tanışmayan eğitimsiz/“Cahil” halk kesimlerinin, -eğitimli- "Hukukçular"a oranla yargıya dair daha tutarlı ve gerçek bilgiye sahip olmalarının sebebi buradadır. Zira hukuk eğitimi almayan bu kesim hukuk ve yargı bilgisine doğrudan ve kişisel tecrübeleri sayesinde vakıf olmaktadır. Bu sayede de ülkenin yargısında geçerli olanın hukuki metinler değil, kişisel ilişkiler ve temaslar olduğunu fark etmektedir. Dolayısıyla da “Cahil” halk hukuki probleminin çözümü için egemen güçle ve yargıçla ya bir başkası üzerinden, ya da doğrudan yakınlık kurması gerektiğinin bilinciyle hareket ederken, “eğitimli” hukukçu, çözümün biricik anahtarı sandığı yasa metinleri arasında kaybolmaktadır. “Cahil” halkın “Avukat tutma, hakim tut!” mottosu karşısında -davaya en ufak katkısı olmayacağı bariz olan bir konuda bile- zaman zaman didişmeye dönüşen“Bu husus zapta geçsin!” ısrarı yan yana getirildiğinde yargıya dair gerçek bilgiye sahip olanın “Cahil halk” olduğu açık ve net biçimde ortaya çıkmaktadır... 

Sözlerimi somut bir örnekle pekiştirmek istiyorum: 12 Nisan 2013 günü Ulusal Kanal'a bağlanan “Haham” Tuncay Güney, Ergenekon davasının avukatlarından Vural Ergül ile bir konuşmasını aktarmıştı...  

Güney'in söylediğine göre, Ergenekon iddianamesi için Av. Ergül -özetle- “Türk adaletine güveniyorum... Bu iddianame çok zayıf. İlk celse tahliye ettiririm...” deyince Güney şöyle cevap vermiş: “10 yıl yatacaklar!”...

Güney, programda şöyle bağlıyordu sözünü:“Türkiye'de güç mü var, hukuk mu var? Ben dedim güç var, hukuk yok diye. Ben dedim ki 10 yıl yatıp çıkacaklar. Bak işte beşi gitti, beşi kaldı.”...

Netice?...

Güney'i yanıltan 8 ay sonra gerçekleşen 17/25 Aralık hadisesi oldu. Şüphesiz hata bile sayılamayacak son derece makul ve kabul edilebilir bir “yanılgı” bu...

İşte size tecrübeli bir “hukukçu” ile hukuk bilmeyen bir “Cahil”in "güldürürken düşündüren", ibretlik bir macerası... 

O halde gelin ciddi olalım ve Türk yargısını gerçekten “anlamaya” çalışalım önce. Ancak ondan sonra çözümü konuşabiliriz.

Güney'i yanıltan 8 ay sonra gerçekleşen 17/25 Aralık hadisesi oldu. Şüphesiz hata bile sayılamayacak son derece makul ve kabul edilebilir bir “yanılgı” bu...

İşte size tecrübeli bir “hukukçu” ile hukuk bilmeyen bir “Cahil”in " güldürürken düşündüren", ibretlik bir macerası... 

Gerçek payı

Yazı görüldüğü gibi hukukçuların cehaletini bir yönü ile ele almış , anlatılanlarda gerçek payı var, ancak yeterli değil.

Bir kere hukuk mesleğinin kendisi tutucu, muhafazakâr bir meslektir, çünkü hukuk kurulu düzenin hukukudur, aksi de olmaz..  Ekim İhtilalinden sonra Leningrad Barosu’nun 10 yıl devrimi tanımamakta direndiği söylenir. Lenin’e kapatalım baroyu derler, Lenin hayır der, bekleyelim. Çünkü Lenin hukukçuları ve hukuk mesleğini iyi biliyor.

Tutucu bir meslekten yaratıcılık beklenemez.

Kötü eğitim

İkincisi hukuk fakültelerinde çok kötü bir eğitim sistemi mevcuttur. Hukuk mesleği analitik düşünmeyi gerektiren bir meslek olmasına karşın bizim eğitim sistemimiz ezbere dayalı bir sistemdir.

Acı ama gerçek, mevcut adalet sisteminden adalet beklemek hayaldir. Adalet sistemi derken sadece hakim ve savcıları kast etmiyoruz, barolar, avukatlar, bilirkişilik mesleği, hepsi..  Al birini vur öbürüne..
Bir davada,bilirkişi mali müşavir, rapor veriyor ve hileli iflas vardır diyor. Bu dava ağır cezada görülüyor. Mali müşavir suçun tanımı yapıyor, hileli iflas suçu işlenmiştir diyor ve ağır ceza heyeti bu rapora göre karar verecek..

Dosyayı inceliyoruz:

Suç tarihi şirketin iflasından önce, suç tarihi 2011, şirket 2012 de iflas etmiş..

Bilirkişi 2012 defterlerini incelememiş..

İflasın tasfiyesi devam ediyor, iflas kapanmamış..

Burada iflas suçunun oluşamayacağını anlamak için hukukçu bile olmaya gerek yoktur ama yazıda anlatıldığı gibi hukukçuların zihni hukuk eğitimi ile çarpıtılmış..

Kısaca biz Ankara’da hakimler var, onlara güveniyoruz diyemiyoruz..

Not: “Berlin’de hakimler var ben de onlara güveniyorum”  bu sözler Prusya Kıralına bir değirmenci tarafından söylenmiştir. Hikayeyi okumak için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz.

Rahmi Ofluoğlu

 "Berlin'de hakimler var" buraya tıklayınız