Hükümet "anadilde savunma" hakkını da içeren bir düzenlemeyi Meclis'e sundu. KCK davalarında sanıkların Kürtçe savunma talepleri her duruşmada reddedilmiş, Kürtçe, hakimler tarafından “bilinmeyen dil” olarak tanımlanmıştı.

Lozan Antlaşması’nın 39. maddesinde yer alan “yargıç karşısında herkesin anadilini sözlü olarak kullanabilmesi için kolaylıklar sağlanmalıdır” ibaresine rağmen mahkemeler, sanıkların Türkçe bildiklerini, bu nedenle anadilde savunma yapamayacaklarını belirtmişlerdi.

Açlık grevcilerinin talepleri arasında da bulunan anadilde savunma hakkı, Ceza Muhakemesi Usul Kanunu ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunla ilgili değişiklik önerisi içerisinde TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Ancak ortaya çıkan metin, tüm inisiyatifi mahkeme bileşenlerine bırakmak suretiyle, AKP’nin Kürt meselesinde sergilediği pazarlıkçı tutumu gözler önüne seriyor.

Paran kadar Kürtçe konuş
Anadilde saavunmayı yargı sürecinin doğal bir parçası haline getirmesi beklenen tasarı, umulanın aksine bir dizi yeni sınırlama getiriyor.

Tasarının göze çarpan yanlarından biri, meramını Türkçe anlatabilen ancak başka bir dilde daha rahat kendini ifade edebileceğini beyan edenlerin duruşmaların tamamı boyunca anadillerini kullanamayacak oluşu. Tutuklular, yalnızca iddianamenin okunması ve esas hakkındaki mütaalanın verilmesi aşamalarından sonra anadilinde savunma yapabilecek. Bu süreçte de tercüman bulundurmak zorunlu olacak ve tutuklular tercümanlarının ücretlerini kendileri karşılayacaklar.

Ancak düzenlemeye göre, bu maddenin yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamayacağı, bunu engellemek için hakimin izni doğrultusunda geçerli olabileceği belirtiliyor. Bu durum, özellikle KCK gibi iktidarın izlerinin görüldüğü davalarda, “amaç sürüncemede bırakmak” diyerek anadilde savunma yapılmasını engelleyebilecek.

Düzenlemede, soruşturma, kimlik tespiti, çapraz sorgu gibi aşamalarda anadilin kullanılmasına yönelik bir ifade yer almıyor, bu nedenle bu aşamalarda da tutukluların ifade vermeyi reddedeceği ve dava sürecinin yine sekteye uğrayacağı belirtiliyor.

Terör suçları çıkmazı
Ergenekon ve Balyoz davaları döneminde çokça gündeme gelen ve cezaevlerinin bir insan öğütme merkezi gibi çalıştığına dair değerlendirmelerin yapılmasına sebep olan hastalıklarla ilgili olarak tutukluluk koşulların değiştirilmesi de tasarıda yer aldı. Buna göre ağır bir hastalık veya sakatlık nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyenler, infazı ertelenerek cezaevinden çıkacak. Ancak toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturacağı değerlendirmesi yapılan hükümlüler, Cumhuriyet Başsavcılığının kararıyla bu haktan yararlanamayacak. Düzenleme yalnızca hükümlüleri kapsadığı için, hukuk sisteminin bir rutini haline gelmeye başlayan uzayan tutukluluk sürecinin mağdurları da bu hakka sahip değiller.

Düzenlemeyle beraber İnfaz Kanunu’na getirilen, gebe olan ya da doğum yapmasının üzerinden 6 ay geçmemiş kadınlar için hapis cezasının infazının ertelenmesi hükmüne terör suçlarında kısıtlama getiriliyor. Terör suçundan mahkum olan ve cezaevindeyken hamile kalanların cezasının ertelenmeyeceği, cezaevlerinin özel bir kısmında tutulacağı belirtiliyor.

Tasarının geneli, AKP’nin Kürt sorunu konusunda takındığı popülist ancak “devletli” olmaktan vazgeçmeyen, zor aygıtını devreye sokacak yeni alanlar yaratmaktan vazgeçmeyen tutumunu yansıtıyor. Kürtçeyi “bilinmeyen dil” olarak tanımlayan hukuk sistemine gerektiğinde kullanılmak üzere bir dizi inisiyatif tanıyan düzenleme, iktidarın Kürt hareketiyle ilişkisini optimum aralıkta tutmaya çalıştığı dönemlerde işleyecek, ancak çatışmalı süreçlerde sert yüzünü gösterecek bir yapıya sahip.

(soL-Haber Merkezi)