Cumhuriyet Haber Portalı/İstanbul-  Fırat Aşık

Ergenekon davasına ilişkin, savcıların verdikleri mütalaayı ve ‘Darbe Komisyonu’nun raporunun gerekçe olarak sunulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mütalaa ne kamuoyunu ne de bizleri tatmin edebilecek içerikte değil. Özellikle mütalaanın içerisindeki değerlendirmelerin iddianamede daha önce yazan hususlarla bire bir paralellik taşıdığını görüyoruz. Biz delillerin tam anlamıyla tartışılmasını ve iddiaların somutlaştırılmasını beklerdik. Ancak ne yazık ki bu delillerin ortaya konulmadığını Ergenekon terör örgütünün varlığı konusunda somut elle tutulur gözle görülür ve Yargıtay’ın da belirlemiş olduğu kriterler çerçevesinde bir değerlendirme yapılarak bir mütalaa oluşturulduğuna şahit olamadık. Mütalaanın eleştirilecek çok fazla yanı var. Başta sanıkların örgütsel konumları sanıklara yüklenen suçlar noktasındaki somut delilerin ortaya konulmamış olması eleştirilerin başında geliyor. Diğer bir husus ise TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu raporlarının iddianamede çok fazla önem atfedilmesinden kaynaklanıyor. Ergenekon terör örgütünün varlığı noktasında siyasal iktidarın temsilcilerinin tarafından hazırlanmış olan bir rapora itibar edilmesinin, tarafsız ve bağımsız yürütüldüğü iddiasında olunan yargılama sürecinde, hukuk mantığıyla çelişen bir durum olduğunu da belirtmek gerekiyor.

“Mahkeme sadece bir şekil unsuru olarak görüyor bizi”

ERGENEKON AVUKATI ERSÖZ MÜTALAAYI DEĞERLENDİRDİ VİDEOSU


Bundan sonraki süreçte Silivri'yi neler bekliyor?

Bu mütalaayla savunmanın tamamen bu yargılama sürecinde dışlandığını şu ana kadar söylemiş olduğumuz lehe hususların hepsinin görmezden gelindiğini bir kez daha görmüş olduk. Biz savunma makamı olarak bu yargılamada kendimizi esasa etkili unsur olarak göremiyoruz. Bu şekilde değerlendiremiyoruz. Sanki sadece oranın bir mahkeme olmasını sağladığımız, duruşma salonunda bir mahkeme görüntüsü vermek için tutuluyormuşuz gibi bir görüntü var. Sadece bir şekil unsuru olarak görüyorlar bizi. Bunu tabi avukatlar olarak kabul etmemiz mümkün değil. Zaten çoğu zaman feryat ettiğimiz, mahkemenin uygulamalarına direndiğimiz husus da buydu. İtirazlarımız da bundan kaynaklanıyordu. Ancak bunlar yargılama safhasında göz önüne alınmadı. Bundan sonraki süreçte tabii ki esasa ilişkin mütalaaya karşı savunma yapılması gündeme gelecek. Ancak böylesine ciddi hak ihlallerin olduğu, savunma hakkının kısıtlandığı, dinlenmesi gereken tanıkların dinlenmediği, lehe olan delillerin toplanmadığı bir yargılama sürecinin adil yargılanma ilkesi çerçevesinde gerçekleştiğini söylemek mümkün değil. Bu durum bundan sonraki süreçte de sıklıkla gündeme gelecek bir konu.

"MAHKEME AVUKATLARI ŞEKİL UNSURU OLARAK GÖRÜYOR" VİDEOSU İÇİN TIKLAYINIZ


Silivri'de neler yaşanıyor? Bu davalara olan ilgiyi, Silivri ortamını biraz anlatır mısınız? 

2008 yılından beri duruşmalar devam ediyor. Başlangıçta Silivri'ye çok yoğun bir şekilde sanıkları destekleyen insanlar geliyordu. Bir süre sonra duruşmaları izleyenlerin azalmaya başladığını gördük. Ancak esasa ilişkin mütalaanın gündeme gelmesiyle beraber davaya olan ilgi yine arttı. Burada göz önüne alınması gereken şehrin 100 km uzağında bir yargılamanın yapılıyor olması. Şehrin 100 km dışında bir yargılama yapıyorsanız ve insanlar buraya çok zor şartlar altında geliyorlarsa doğal olarak bu davalara ilginin de yavaş yavaş kaybedilmesi normal. Son dönemde ilginin artmasında ise başlangıçta bu davalar hakkındaki algının kamuoyu nezdinde değişmeye başlamasına ve bu davada insanların, sanıkların mağdur edilmeye başlandığı konusunda bir kanının da artık yerleşmesine bağlıyorum.


CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin, İlker Başbuğ ziyaretlerinde yaşananlar ile terör örgütü lideri Öcalan’ın ziyaretlerinde yaşananların çok farklı olduğuna dair açıklamaları var. Silivri'deki cezaevi askerinin ve memurlarının tutumları hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Son bir sene içerisinde cezaevinde ve duruşma salonunda görevli olan askerler açısından çok ciddi bir tavır değişikliği olduğunu söylemek mümkün. Daha önceki uygulamalarda gerek avukatlara yönelik gerekse sanıklara yönelik yaklaşım açısından herhangi bir sorun yokken son bir sene içerisinde ciddi anlamda bir tavır değişikliğinin gerçekleştiğini, sanıklara ve avukatlara yönelik olarak, aynı zamanda oraya gelen ziyaretçilere yönelik olarak da çok ciddi anlamda bir önyargıyla yaklaşıldığını görebiliyoruz. Bu tavır değişikliğinin tam olarak nedenini anlayabilmek mümkün değil. Ancak görevli askerler değiştikten sonra bu olumsuz tavrı takındıklarını söylemek mümkün. Bunun yanında Mahkeme Heyetinin yönlendirmesi ile avukatlara uygulanan şiddetde tavır değişikliği konusunda bize bazı ipuçları veriyor.
 


“Masumiyet karineleri ihlal ediliyor”

Bu dava sürecinde intihar edenler oldu. İntihar eden kişilerin aileleri neler yaşıyorlar, bilginiz var mı?

Bu davada intihar edenler oldu evet, bu dava sürecinde cezaevinde hayatını kaybeden insanlar oldu. Bu davalar kapsamında masumiyet karinesinin ihlal edildiğine şahit olduk. İntiharların büyük bir kısmının sebebi bu. İnsanların mağdur edildiğine şahit olduk. Sanıklarla beraber sayıları binlere varan aileler mağdur ediliyor. Kişilere terör örgütü üyeliği ya da yöneticiliği sıfatını yapıştırıyorsanız, o kişiyle beraber sanık yakınlarının bundan etkilenmesi gayet normal. Onlar da tabi ki bunun sıkıntısını yaşamaya devam ediyorlar.

Bu sıkıntı sadece maddi sıkıntılardan ibaret de değil, toplumsal baskıyla da karşı karşıyalar. Henüz daha suçları bile kesinleşmeden bu insanlar intihara sürüklendiler. Bu durum sanık yakınlarında çok ciddi anlamda infial uyandırdı. Sisteme karşı, düzene karşı bu yargılama sürecinde yaşanan hukuka aykırılıklara karşı da büyük öfke duyuyorlar. Bizler yargılama süreci içerisinde mahkemede devam eden süreçte haklı taleplerimizi mahkeme heyetine iletiyoruz ve mahkeme heyetinin bu konularla ilgili olarak bir değerlendirme yapmasını ve bir karar vermesini bekliyoruz. Avukat sadece müvekkilini duruşma salonunda savunmaz. Bütün ortamlarda müvekkiliyle ilgili değerlendirmelerde bulunur. Eğer mahkeme salonlarında adil bir yargılamanın oluşmadığını düşünüyorsanız bu durumda konuyu kamuoyunun gündemine taşımak, kamuoyunu bilgilendirmek de önemli bir görevdir. Bizler müvekkillerimizin masumiyeti noktasında deliller toplanmasını isterken bu yapılmıyor ve taleplerimiz kabul edilmiyor. Durum böyleyken bu bilgilerin kamuoyuna mal olması bizim için önemli bir hal alıyor.
 


4. Yargı paketi sizce bu davalarda bir rahatlama yaratır mı? Bu paket mağdurlar açısından bir ümit teşkil ediyor mu?

Tutukluluk sürelerinin kısaltılması ve ortadan kaldırılması için çok ciddi anlamda reformlar yapıldı. Yapılan yasal düzenlemelerin bu noktada yeterli olmayacağını düşünüyorum. Siz ne kadar yasal düzenleme yaparsanız yapın uygulayıcılar yasa koyucunun amacına aykırı bir yorumu da benimseyebilirler. Ben bu konuda asıl düğümün tamamiyle hâkimlerin ve savcıların yaklaşımında olduğunu düşünüyorum. Hâkimler ve savcılar daha özgürlükçü bir bakış açısına sahip olmazlar ise böyle bir durumda yargı paketlerinin bir önemi olacağına inanmıyorum. 4.yargı paketine baktığım zaman da zaten içerik itibariyle yargılanmakta olan sanıklar açısından herhangi bir olumlu düzenleme getirmediğini görüyorum.

ERSÖZ'DEN 4.YARGI PAKETİ DEĞERLENDİRMESİ VİDEOSU İÇİN TIKLAYINIZ


“Savcılığın 2 ay önce serbest bırakılmış olan sanıkların tekrar yakalanmasını talep etmesi ciddi anlamda bir hukuk ihlali”

Yakalama taleplerinin mahkeme tarafından ret edilmesi ne anlama geliyor?

Savcıların istemiş olduğu yakalama kararlarını da eleştirmek gerekiyor. Dosyanın içerisine bu kişiler ile ilgili olarak aleyhe yeni bir delil girmemişken savcılığın daha 2 ay önce serbest bırakılmış olan sanıkların tekrar yakalanmasını talep etmesi tabi ki ciddi anlamda bir hukuk ihlali. Fakat Türkiye pratiğinde ne yakalama ne de tutuklama tedbirleri açısından gerekli özen ve dikkatin gösterilmediğini, bu hususlarda çok keyfi yorumlarla kişiler hakkında özgürlük kısıtlayıcı kararlar verilebiliyor. Zaten arka arkaya çıkartılmak istenen yargı paketleri de aslında bu keyfiyetin önlenmesi amacıyla çıkartılmış olan paketler. Ergenekon yargılama sürecine baktığımız zaman terör örgütü olma konusunda Yargıtay’ın belirlemiş olduğu kıstasların hiçbirisine bakılmamış olduğunu görüyoruz. Öyle ki duruşma salonunda sanıklardan bir tanesi çıkıp “Ben Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan'la aynı salonda durmaktan hicap duyuyorum” gibi sözler sarf edebiliyorlar. Ya da Sedat Peker hakkında soruşturma yürütmesine ilişkin olarak Adil Serdar Saçan hakkında, “Benim hakkımda soruşturma yürüten polis müdürüyle ben nasıl aynı örgütün üyesi olabilirim” gibi bir takım değerlendirmelerde bulunabiliyor.

Cumhuriyet Gazetesi'nin bombalanması ve Danıştay'a silahlı saldırı düzenlenmesi fiilinin içerisinde olan Alparslan Aslan gibi isimler ile İlker Başbuğ, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Mehmet Haberal gibi isimlerin yan yana olması da mantık sınırlarını zorlayacak bir durum. Bu çerçevede ortada örgüt görüntüsü veren bir yapının bulunmadığını da ifade etmek gerekiyor. Birbirleriyle taban tabana zıt siyasi görüşlere sahip olan insanların aynı çuvalın içerisinde yargılandığını görüyoruz.


“Amerika’daki bilirkişi engellendi”


Biz, mahkemeye bazı talepler sunuyoruz fakat taleplerimiz ret ediliyor. Bunların başında bilirkişi raporları geliyor. Bizler de kanunun tanıdığı yetkiyle bir takım girişimlerde bulunuyoruz. Kamuoyunun gündemini önemli ölçüde meşgul eden Oda TV davası, Balyoz davası ve Ergenekon davası bilimsel mütalaalarından bahsediyorum. Bizler sadece yurt içinden değil aynı zamanda yurt dışından da bağlantılarımızı kullanarak bir takım raporlar alıyoruz. Almış olduğumuz bu raporlar müvekkillerimizin masumiyetini ve dosya kapsamındaki manipülasyonları gözler önüne sermek için alındı. Balyoz davasında Amerika’daki bir bilişim şirketinden almış oluğumuz rapor var. Ancak aynı kişiden Oda TV davasından da rapor almak istediğimizde bu bilirkişi artık rapor vermek istemediğini bize söyledi. Bu da benim bu yargılama sürecinde şahit olmuş olduğum çarpıcı durumlardan bir tanesidir. Bu davalarda neden bilirkişilik yaptığı neden dosya kapsamındaki hususlarla ilgili olarak incelemeler yaptığı konusunda kendisine bazı kişiler tarafından üstü kapalı uyarılar yapılmış ve bu sebepten dolayı da Oda TV davasında kendisinden bilirkişi raporu istediğimizde bu incelemeyi yapmak istemedi. Öyle bir organize yapıyla karşı karşıyayız ki İstanbul’da devam eden bir dava var, Amerika’da bilirkişilik yapan bir kişi var, biz ondan rapor alıyoruz, daha sonra başka davayla ilgili rapor almak istiyoruz fakat kaynağını bilmediğimiz bir güç tarafından engelleniyor.

"AMERİKA'DAKİ BİLİRKİŞİ ENGELLENDİ" VİDEOSU İÇİN TIKLAYINIZ


Ciddi bir tehdit var öyleyse…

Aynen öyle, bu sürecin ne kadar ciddi tehditler içerdiğini bu durum bize bir kez daha gösterdi. Bu ortamda korkmadan işinizi yapmanız mümkün olabilir mi? Sistematik bir şekilde avukat gözaltılarının yaşandığı bir ülkede bizler de tedirginlik duymadan işimizi yapamıyoruz ne yazık ki.


Sizin hakkınızda da suç duyuruları oldu, bunlar hakkında neler söyleyebilirsiniz? Özel hayatınızı bu davalar nasıl etkiliyor?

İşimizi hakkıyla yapmaya çalışırken ve bir takım haklı taleplerimizi mahkemeye iletirken bu taleplerin ret edilmesi, savunmanın temel aşamalarının atlanması, hak ihlali ile karşı karşıya kaldığımızı gösteriyor. Biz bu süreçte avukatların söylemelerinden rahatsız olan mahkeme heyetleri ile karşılaştık. Bundan dolayı hakkımızda sayısız suç duyurusunda bulunuldu. Bir anlamda hakkımızda açılan davalarla uğraştırılmak isteniyoruz çünkü bu davalarla uğraştığımızda kendi işimizi etkilemesi de kaçınılmaz oluyor. Bu sıkıntıyı yaşamamız isteniyor gibi bir izlenim ediniyoruz. Mahkemeye biraz direnç gösterdiğimizde yeni suç duyurularıyla karşı karşıya kalıyoruz. Sanıyorum ki bu davalar bitecek belki yargılananlar beraat edecekler fakat avukatlara yapılan bu suç duyuruları sonucu açılan davalar belki de bu davalar bittikten sonra bile devam edecek.


“Yapmış olduğum savunma nedeniyle 9 yıl hapis cezası ile yargılanıyorum”

Ben şu anda Balyoz davasında yapmış olduğum savunma nedeniyle 9 yıl hapis cezası ile yargılanıyorum. Bunun yanında hakkımda 6 tane suç duyurusu var. Biri müvekkilim ile görüştüğüm için, diğeri mahkeme heyetinin kararına itiraz ettiğim için. Bu suç duyurularıyla bizim yaptığımız etkili savunmaların önüne geçilmek isteniyor. Bu davalarda yaşanan birçok sahtecilik var bu sahtecileri yine kamuoyuyla paylaşma gayreti içerisindeyiz.

2010 senesinde Poyrazköy davası ilk gündeme geldiğinde oradaki imza sahteciliklerini gündeme getirdiğimizde tehditler aldım. Nişanlımı ve aileme yönelik tehdit mesajlarıydı bunlar. Bunları dile getirmedik ama ne zaman bu davaların içeriğiyle ilgili olarak daha aydınlatıcı bilgiler kamuoyuna gazetelere yansımaya başladı o zamandan itibaren tehditler azaldı.


Bu konuda yaşamış olduğunuz ilginç anekdotlar vardır o halde?


Davalar sırasında Savcıyla aramızda geçen bir diyaloğu anlatmak istiyorum. Duruşmaya ara verildiği sırada savcılarla konuşma imkânımız olabiliyor. Cumhuriyet Gazetesi'nde çıkan mütalaanın hazırlanmasına başlandığıyla ilgili bir haber sonrasında Cumhuriyet Savcısı beni yanına çağırarak “Neden böle bir beyanda bulunduğumu” sordu. Ben de daha önce aramızda geçen bir konuşmadan yola çıkarak bunu bir sosyal paylaşım sitesinde yazdığımı söyledim. Bunun üzerine Cumhuriyet Savıcısı “Ben zaten Cumhuriyet Gazetesi'ni, Ulusal Kanalı ve Oda TV’yi yakından takip ediyorum” şeklinde bir değerlendirmede bulundu. Bu davalarda soruşturma savcılığı da yapmış olan bir savcının Cumhuriyet, Ulusal Kanal ve Oda TV’yi takip etmesine şaşırmadım. Kendisi bu yayın kuruluşlarını takip ettiğini bu yüzden evde televizyon kanalı izleme tartışmalarının yaşandığını bile ifade etti. Bu benim için yargılama sürecinde yaşadığım önemli diyaloglardan bir tanesi. Korku ve tehdit altında iş yapmak zorundayız. Tüm avukatlar bir sabah erkenden evlerine polisin gelebileceği endişesini taşıyordur. Bundan özel hayatımızın etkilenmemesi düşünülemez.

"SAVCILAR CUMHURİYET GAZETESİ OKUDUKLARI İÇİN AİLESİNDEN TEPKİ ALIYOR" VİDEOSU İÇİN TIKLAYINIZ