TALİP CAN PEKGÖZ

Başkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden Prof. Dr. Menderes Çınar, AKP konusunda çalışmalarıyla tanınan bir akademisyen. Prof. Dr. Çınar’la, 7 Haziran yenilgisi ile buzdolabına kalkan ancak Erdoğan’ın 1 Kasım’ın ardından yeniden gündeme getirdiği başkanlık sistemi tartışmalarını konuştuk. Çınar, 1 Kasım’daki başarının kimin eseri olduğunun bu tartışmalara yön vereceği kanısında, “Mevcut siyasi kapasiteleri itibariyle ve Erdoğan’ın Davutoğlu karşısında hiyerarşik üst olduğunu gösteren bazı geçmiş hamlelerini dikkate alarak, inisiyatifin Erdoğan’da olduğunu söylemek mümkün. Ancak, bu onun istediği türden başkanlık sistemine geçiş için yeterli olmayabilir, Davutoğlu’nun da engelleme kapasitesi vardır’’ diyor.

>>1 Kasım seçimleri; Erdoğan ve başkanlık sistemi açısından ne ifade ediyor? Başkanlık sistemi AKP içinde ve Erdoğan-Davutoğlu ilişkisinde bir gerilime yol açar mı?

Başkanlık meselesi ne AKP içinde ne de toplumda çok karşılık bulan bir mesele olmadı. Ancak, Erdoğan özellikle Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, arzuladığı yürütme yetkilerine kavuşabilmek ve aynı zamanda parlamentoya, dolayısıyla AKP’ye bağımlılığını azaltabilmek amacıyla başkanlık sistemini güçlü bir şekilde bir gündem maddesi haline getirdi. 7 Haziran seçimleri de bir anlamda başkanlık sistemi referandumuna dönüştü ve reddedildi. Erdoğan’ın kendisini ‘maraton koşucusu’ olarak tanımladığı hatırlandığında, bu reddedişle başkanlık sisteminin onun gündeminden düştüğünü söylememiz mümkün değil. Sorunuz esas olarak ‘’1 Kasım seçim sonuçlarının sorumlusu kim?’’ sorusunda düğümleniyor bence. Erdoğan olduğunu kabul ettiğimizde, başkanlık olasılığı artıyor, Davutoğlu olduğunda azalıyor. 1 Kasım’da tekrar seçim yapılması ve özellikle çözüm sürecinin sonlandırılarak seçim şartlarının değiştirilmesi kararları, Erdoğan’ın kararları gibi. Davutoğlu’nun 7 Haziran’dan sonra koalisyondan yana olduğu ve çözüm sürecinin devam edebilmesi adına bunun CHP ile yapılmasını istediği kanısı var. Öte yandan, başkanlık sistemi 7 Haziran’a nazaran 1 Kasım kampanyasında pek vurgulanmadı. AKP’nin kampanyasını esas olarak Davutoğlu yürüttü, Erdoğan daha az ve dikkatli konuştu, fakat belki de bu nedenle daha etkili oldu. Demek istediğim, 1 Kasım’daki başarının kimin eseri olduğu sanırım liderler arasında da tartışma konusudur, dolayısıyla aralarındaki iktidar mücadelesi belki de yeniden başlamıştır. Mevcut siyasi kapasiteleri itibarıyla ve Erdoğan’ın Davutoğlu karşısında hiyerarşik üst olduğunu gösteren bazı geçmiş hamlelerini dikkate alarak, inisiyatifin Erdoğan’da olduğunu söylemek mümkün. Ancak, bu onun istediği türden başkanlık sistemine geçiş için yeterli olmayabilir, Davutoğlu’nun da engelleme kapasitesi vardır.

VESAYETLE MÜCADELE MECBURİYETİ

>>Türkiye demokrasi tarihinde AKP hangi alanı temsil ediyor, ‘’vesayetle mücadele’’ olarak adlandırdığı süreç düzleminde değerlendirir misiniz?

Demokrasinin bizim tarihimizden kaynaklanan, deyim yerindeyse “Türkleştirilmiş” bir anlamı da var ve AKP uzunca bir süre bu “Türkleştirilmiş demokrasiyi” başarmak için mücadele etti. Söz konusu demokrasi anlayışının kökenleri Demokrat Parti tecrübesinde bulunabilir. Demokrat Parti ile başlayan merkez sağ gelenek de aşağı yukarı bu Türkleştirilmiş demokrasi anlayışının taşıyıcısı olmuştur. Nedir bu demokrasi anlayışı derseniz, kısaca ekonomik kalkınmayı ve refahı vurgulayarak toplumun taleplerine duyarlı olduğunu, tek parti rejiminin kültürel modernleşme hedefini paylaşmadığını, dolayısıyla vesayetçi olmadığını vurgulayarak “demokrat” olmaktır, derim. Toplumun taleplerine duyarlı olma biçiminin patronaja dayandığı hatırlandığında bu demokrasi anlayışının, bir kısım halkın siyasi partileri vasıtasıyla devlet kaynaklarına ayrıcalıklı olarak erişebilmesi anlamına geldiği de söylenebilir.

AKP İKTİDARINI DERİNLEŞTİRDİ

>>Milli iradeci söylemden bahsettiniz, kitabınızda da ‘’milli’’ demokrasi kavramını kullanıyorsunuz. Bu ‘milli’likte kapsanan ve dışlanan gruplar kimler? Kapsayıcı bir anlayıştan mı bahsediyoruz?

AKP’nin Türkleştirilmiş demokrasi normunu gerçekleştirmesi evrensel demokrasi kriterlerine uygun bir demokrasi haline geldiğimiz anlamına gelmiyordu. Yine de Türkleştirilmiş demokrasi anlayışının evrensel demokrasi ilkeleriyle örtüşen demokratik bir boyutu vardı, çünkü vesayetçi iktidar yapısının kontrol ve denge mekanizması taklidi yaparak iktidarı ve hatta siyaseti sınırlandırması pek demokratik değildi. Dolayısıyla, Türkiye’nin demokrasi yolunda ilerlemesi, Türkleştirilmiş demokrasi anlayışını gerçekleştirdikten sonra da demokratikleşmeye devam etmesini gerektiriyordu. AKP bunu yapmak yerine, kendi iktidarını derinleştirmeye ve sağlamlaştırmaya çalıştı. Bu çabasını da demokrasi olarak yansıttı ve öyle olduğuna inanmamızı istedi. Milli demokrasiden kasıt, AKP’nin kendisini evrensel demokrasi kriterlerine uydurması değil, demokrasi kriterlerini kendi keyfince ve kendisinin her daim demokrat kalacağı şekilde yeniden tanımlama çabası. ‘’Osmanlı’da, Selçuklu’da bugünün evrensel hakları en iyi şekilde uygulanıyor’’ türünden ifadeler de esasen bu keyfi demokrasi arayışının sonucu. Bu iddialı projenin gerçekleştirilmesi AKP’nin kendisine demokratik veya demokratikleşme perspektifinden yönelen eleştirileri geçersizleştirmesini gerektiriyor. AKP, bu geçersizleştirmeyi zaten bölünmüş bir toplum olan Türkiye’deki bölünmeyi derinleştirerek ve keskinleştirerek yapıyor. Bunu yaparken, karşı tarafın geçmişteki pratiğinden alışık olduğumuz dışlayıcı, aşağılayıcı, zorlayıcı söylemleri kullanıyor. Normunun eşit bireylerden oluşan çoğulcu bir toplum olmadığını gösteriyor. Kendisinin temsil ettiği kimliğin genetik olarak demokrat, kendisi olmayan tüm kimliklerin de genetik olarak otoriter olduğunu iddia ediyor. Böylece, kendisi olmayanların, örneğin laik kesimlerin demokratik perspektiften eleştiri yöneltme kapasitesini daha en baştan reddediyor. Kendisinin de otoriter olamayacağını bu ikilik içinde ifade etmiş oluyor. Burada bir toplumu yeniden kurma projesinin de söz konusu olduğunu vurgulamak gerekir. Zira, AKP’nin projesi, bu memleketin gerçek sahibi olduğu iddia edilenlerin daha önce zorla bastırılmış kimliklerinin, dolayısıyla memleketin orijinal olduğu iddia edilen kimliğinin restore edilmesi. Bu bir demokrasi değil adalet projesi, üstelik şimdiye kadar izlenen gerçekleştirme biçimiyle adaletten anlaşılanın daha çok “kısasa kısas” olduğu gösterildiği için bu proje daha çok rövanşa benziyor.

***

Kürt meselesi bir süre daha buzdolabında

>>Kürt meselesinde yaşadığımız süreçte çözüm süreci buzdolabına kaldırıldığı söylendi Erdoğan tarafından, yeniden çözüm sürecine dönülebilir mi?

AKP ileri gelenlerinin söylediklerinden benim anladığım kadarıyla eski çözüm sürecine dönmek mümkün değil. Zaten eski çözüm sürecinde de AKP’nin meseleyi kendi şartlarında, kendi istediği gibi “çözmek” istemesinden kaynaklanan bazı sıkıntılar vardı. Kürt siyasi hareketini temsil eden siyasetçilerin zaman zaman muhatap alınmadıklarından şikâyet etmiş olmaları bağlamda değerlendirilebilir. Yine, AKP’nin meseleyi birleştirici olduğu iddia edilen İslami kimlik, Müslümanlık vurgusu üzerinden çözmek istemesi dindar Kürtler için bile artık yeterli değildi. Kaldı ki, Kürt siyasi hareketi denilen geniş ağ sol gelenekten geliyordu. Ben biraz daha bu şekilde “buzdolabında” devam edeceğimizi düşünüyorum. AKP için bu şeklin maliyeti ve kazancı kabul edilebilir durumda şu anda. Bu değiştiği zaman, o zamanın şartlarına göre yeniden başlayabilir.

***

Erdoğan’ın Davutoğlu karşısında hiyerarşik üst olduğunu gösteren bazı geçmiş hamlelerini dikkate alarak, inisiyatifin Erdoğan’da olduğunu söylemek mümkün. Ancak bu onun istediği türden başkanlık sistemine geçiş için yeterli olmayabilir, Davutoğlu’nun da engelleme kapasitesi vardır.

Kaynak: Birgun.net