Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde
ben içeri düştüğümden beri.
Ve bizim hane halkı
bilmediğim bir sokakta
görmediğim bir evde oturuyor.

……………………….

Tahir ELÇİ tutuklanmamıştı; Can Dündar tutuklandı. Tahir Elçi bugün öldürüldü; Can DÜNDAR yaşıyor.

Daha önce Tahir ELÇİ hakkında yakalama kararı verildiğinde şöyle yazmışız:

“TAHİR ELÇİ VAKASI
Tarihteki yerini alacak vakadır. Yalnızca bir baro başkanı hakkında yakalama kararı verilmesi yönüyle değil; ayrıca ve aslen Türk yargısını ve politikasını şekillendiren sosyal ve tarihsel unsurların gün yüzüne en belirgin olarak çıktığı bir vaka olması yönüyle de bu vaka tarihteki yerini alacaktır.

Meselenin ilk ayağı, irdelenmemesi halinde ikinci ve asıl olan ayağını kavrayabilmenin imkansız olması nedeniyle irdelenmesi gereken baro başkanı hakkında yakalama kararı verilmesidir.

Teknik detaylara girmeksizin ele alırsak olay gününden itibaren bir baro başkanını hakkında yakalama kararı verilmesi mevzuunun usul ve esas yönünden iki açıdan ele alındığını görmekte olduğumuzu belirtmek gerekir.
Bunlardan ilki meseleyi “Bir baro başkanının kaçma şüphesi olamaz.” argümanı etrafında şekillenen usule ilişkin ele alma şeklidir. Diğer meseleyi ele alma şekli ise “PKK bir terör örgütü değildir.” sözünün ileri sürdüğü tezi gerçeklikte bir temele oturtma/ma biçimine bürünen ele alma şeklidir.

Şüphesiz, işlem usule aykırıdır. Asıl ve toplumsal sorunumuzun tam olarak kendini gösterdiği nokta da işte tam olarak budur. Usule aykırı bir işlem üzerine, dahası bu işlemin yargı erkinin kolları vasıtasıyla gerçekleştirilmesinin üzerine esasa ilişkin olarak değerlendirme yapılması dahi başlı başına masumiyet karinesine aykırıdır. Zira yasak bir yolda doğru adımlarla yürümek asla hedefe ulaştırmaz. Bu yüzdendir ki usul esastan önce gelir. Bu gerçekliğe rağmen esasa ilişkin Tahir ELÇİ’nin eylemini olumlamak şeklinde olsun veya olmasın, her ne yönde değerlendirme yapılırsa yapılsın bu daha o anda, eylemi mahkemece ve mahkeme olarak yargılamaktan başka bir işlev görmemektedir.

Vakanın Türk yargısını ve politikasını şekillendiren sosyal ve tarihsel unsurların gün yüzüne çıkması yönü bu iki ele alma şeklinin mesele karşısında ülkenin hukukçuları tarafından kullanılış biçimine bağlıdır.

Gerek sosyal medyada gerek yüzyüze diyaloglarda görülmektedir ki birçok hukukçu meseleyi esastan değerlendirmekte ve kimisi zıt fikir kimisi ise eylemin suç olmadığına ilişkin değerlendirmelerini beyan etmektedir. Oysa ki şu anda eylemin esasına değil; yargılamanın sıhhatine ilişkin bir işlem tesis edilmiştir. İşlemi bu yönüyle değerlendirmek yeterli ve hatta zorunluyken; eylemi esastan değerlendirmek; usule ilişkin işlemlerin değil esasın değerlendirildiği gözlemi nedeniyle yargı erkini keyfiliklerine alet etmek isteyenlerce usule aykırılıkların olumsuz yöntemle meşrulaştırılması sonucunu doğurmaktadır. Zira devlet ve onun bir parçası yargı sürekli olarak denetlenmelidir. Bu yüzdendir ki hukuk devleti denetimin en etkin biçimde gerçekleştirildiği bir devlet tarzıdır.

En başta hukukçuların, kendi okudukları ve yazdıkları kitaplarda yer alan, meclisin yasalarla düzenlediği ilkeleri, kuralları ve bakış açısını, hukuk nosyonunu koruması lazım gelir. Hukukçuların dahi meselenin esasına doğrudan, tabiri caizse balıklama atladığı bir ortamda; hiçbir şey üretemeyiz. Ancak ve ancak aynı çöplükte farklı çöpler bulmaktan ileri gidemeyiz.

Bu resim; bizlere şunu tekrar ve sert bir şekilde hatırlatmıştır ki; bir ülkenin insanı nasıl olursa avukatı, hakimi, savcısı, milletvekili, mühendisi, doktoru, çöpçüsü, inşaat işçisi de onun kodlarını taşır.

Bir ülkenin avukatı meselelere hangi bakış açısıyla ve ne şekilde yaklaşabilme kabiliyeti ve kapasitesine sahipse o ülkenin bireye yansıyan yönüyle uygulanan hukuku da o kabiliyet ve kapasiteye sahiptir.

Mesele, tarihteki yerini almıştır ve zihniyetimizi değiştirmezsek tarih bizi karanlık sayfalarına gömecektir.

Av.S.Deniz Çelikkaya”

Evet, bugün Tahir ELÇİ öldürüldü. Soruşturma dahi açılmasını gerektirmeyen bir sözü nedeniyle hedef gösterildi, usuli işlemler modern işkence olarak kullanıldı ve hukukla olan bağı kesilerek ruhuna şiddet uygulandı, son olarak da bugün sokakta vurularak öldürüldü.

Can DÜNDAR, bugün yaşıyor. Soruşturma dahi açılmasını gerektirmeyen bir haberi nedeniyle hedef gösterildi, usulü işlemler modern işkence olarak kullanıldı ve hukukla olan bağı kesilerek ruhuna şiddet uygulandı. Ne var ki o tutuklandı.

Bu iki vaka aslında bizlere meselenin çok daha temelde ve artık sökülüp atılmayı bekleyen bir mikrop olduğunu gösteriyor: Terör Suçları

Devletin kişiliğine yönelik her türlü suç tanımı hukukun dışında, hukuka ait olmayan; legalize edilmek amacıyla hukukun maddesine monte edilen ayrıksı otlardan başka bir şey değildir.

Eylemsel anlamda terör doğada mevcut olan bir suç olmadığı gibi; tarihsel ve sosyal gelişimin bu suçun tanımlanması gerektiğirdiğini ileri sürmek de olanaklı değildir. Zira, terör suçları insanlık tarihi boyunca o veya bu şekilde tanımlanmış ve infaza tabi tutulmuştur.

Terör suçları, Hamilton’ın “Ahlak bozucu hizip nefesinin adalet kaynaklarını zehirleyebilmesinin en olası bulunduğu yasama organı üzerinde dürüst bir yargı denetimin gerekliliği aşikardır.” iddasında doğru olarak ifade ettiği şekliyle yasama organının siyasi tanımının yaptırıma bağlandığı suçlardır. Esasen öldürme eylemi, siyasi yapının çekince derecesine göre şiddeti artan şekilde farklı yaptırımlara tabi kılınmaktadır.

‘Terör’ize sonuçlara yol açan eylemleri cezalandırmanın tek ve yegane yolu bu maddi eylemleri suni olarak başkaca bir tanımla ‘Terör’ olarak sınıflandırmak değildir. Anılan öldürme eyleminin devletin devamlılığına bir saldırı olarak gerçekleştirilmesi halinde bu, suçun ağırlaştırıcı nedeni kabul edilebilir. Eylemin ve saikin türü gözetilerek ağırlaştırıcı halin yaptırımları farklı şiddetlerle donatılabilir.

Ancak, bir eylemi siyasi yapıya hakim olanların veya devlet hafızasının ve geleneğinin refleksleriyle değerlendirmesine ve farklı sonuçlarla kategorize ederek, kağıtlara yazdırmak suretiyle legalize etmesine izin vermek çok tehlikelidir.

Bu durum, yukarıdaki her iki örnekte görüldüğü üzere, kişilerin ayağının altından bir anda sehpanın çekilmesine sebep olabilmektedir. O sehpadır ki hukuki güvenlik hakkıdır; siyasi yapıya hakim olanların ve devletin geleneğinin insafına bırakılmış olacaktır.

Başta hukukçular olmak üzere, aklı selim her bireyin “ama”lı cümle kurmadan, mağdurun kimliğini gözleri kapalı değerlendirerek olguya yoğunlaşıp temellerini irdelemesi; artık çöpe atılması gereken, yaptırımı olan yazıları sistemden söküp atmak için çabalaması, seslerini çıkarması, rahatsızlığını haykırması gerekmektedir.
Aksi halde, düştüğümüz bu karanlık çukurdan çıkabilmemiz mümkün değildir.


Av.S.Deniz Çelikkaya

adaletbiz.com 

Bu yazı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz.