Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP-C) militanları Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol, Berkin Elvan’ın katillerinin açıklanması ve yargılanması için gerçekleştirdikleri eylem sonucu katledildiler. 

Yayla ve Doğruyol, Çağlayan Adliyesi’nde savcı Mehmet Selim Kiraz’ı rehin alarak, Berkin Elvan’ın katillerinin bir an önce açıklanarak mahkum edilmelerini ve Berkin için adalet isteyenlere açılan soruşturmaların da iptal edilmesini talep ettiler.

Devletin bu taleplere yanıtı ise beklendiği gibi vahşice oldu. Polisin operasyonu ile savcı Kiraz’da dahil Yayla ve Doğruyol öldürüldü. 

Bu eylem ve eylemin yasal(!) şiddetle sonlandırılması sonucu, zihinleri kutsal(!) devletin çizdiği sınırları aşamayanlar, kapitalizmin kendi meşruluğunu sağlamak ve yeniden inşa etmek için ürettiği terör örgütü(!) ve teröristler(!) gibi kavramlara sarılmakta bir an bile tereddüt etmediler. Resmi(!) ve yetkili(!) makamların yayın yasağına biat ederek, egemenlerin sınıfsal yaklaşımı ve söylemleri doğrultusunda haber üretmeye ve eylemin içeriğini bir takım komplo teorileri ile çarpıtma gayretine giriştiler.

Adaletin egemenler tarafından ayaklar altına alındığı ve hukukun her geçen gün katledilerek yok edildiği bir süreçte, adaletin yerini bulması için gerçekleştirilen devrimci bir eylemi lanetlemek ve içeriğini boşaltarak bilinçleri bulandırmak, elbette ki mevcut düzenden çıkarı olanların çabalarının da nedenlerini açıklamaktadır. 

Böyleleri, yani dalkavuk ve iktidar şakşakçıları, tarihin her döneminde var olmuştur ve olacaktır. 

Diğer yandan kişisel hiçbir çıkarı olmayan, halkın ve emekçilerin çıkarları ve sömürü düzeninin yok olması uğruna bağımsızlık, özgürlük ve sosyalizm için yaşamlarını ortaya koyan devrimciler de her daim vardı ve var olacaktır.

Bu nedenle Çağlayan Adliyesi’nde gerçekleştirilen eylemin amacını anlamak için bu eylemi gerçekleştirenlerin açıklamalarını esas almak en doğru ve devrimci yöntemdir. Sonuçta ölümü göze alarak giriştikleri bu eylemin nedenlerini en iyi onlar cevaplayabilir. 

Devrimcilere dair olumsuz algı yaratma çabasına girişenlerin en çok korktukları ve doğru bilinmesini istemedikleri şeylerin başında, devrimcilerin sözleri ve eylemlerinin içeriğinin halka ulaşması gelir. Tabii burada gerçeklerden korkanların, devrimcilerin açıklamalarının paylaşılmasını “terör örgütü propagandası yapıldığı” gibi bir söylem ile çarpıtmaya ve kitleleri yanıltmaya çalışmaları da beyhude olacaktır. Her ne kadar bu gibiler demagoji yaparak gerçeklerin üstünü örtebilecekleri düşüncesine kapılsalar da, gerçekler er ya da geç açığa çıkacak ve halka ulaşacaktır. Bu durumu Mao Zedung’un şu cümlesi gayet iyi özetlemektedir:

“Komünistler gerçeği savunmaya her zaman hazır olmalıdırlar. Çünkü gerçek, halkın çıkarlarına uygundur!”

İşte tam da bu nedenle burada, iki devrimcinin Dicle Haber Ajansı’na yaptıkları şu açıklama, meselenin özünün anlaşılmasını kolaylaştıracaktır:

“Biz bu ülkede adaletin olmadığını söylüyoruz. Adaleti arama için her türlü yol denendi. Dilekçeler verildi, aileler başvurularda bulundu, devrimciler sokaklara çıktı. Berkin için adalet istediler ama işkenceye, copa, gözaltıya maruz kaldılar. Ve beş dakikada tutuklandı Başbakan’ı protesto edip adalet isteyen insanlar. Biz adeletin olmadığını söylüyoruz. Ve adaleti her türlü yola başvurarak sağlayacağız. Halkın mücadelesi sağlayacak. Halkımızı çok seviyoruz. Ülkemizi çok seviyoruz, ülkemizin bağımsız olmasını istiyoruz. Bunun için mücadele ediyoruz. Onları çok seviyoruz. Onlar için ölümü dahi göze aldık.” (DİHA / 31.03.2015)

Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere hak ihlallerine yönelik demokratik itirazlar ve barışçıl gösteriler, devletin baskı ve şiddeti ile ezilmeye ve sindirilmeye devam ettikçe adaletin yerini bulması imkansızdır. Burada devrimcileri suçlamak ve onları terörizm söylemi ile karalamaya çalışmak, ancak tarihten, siyasetten ve vicdandan yoksun insanların işi olabilir. Eğer durum böyle bir eylem yapma noktasına gelmişse, insanlar adaletin yerini bulması için kendi canlarını hiçe sayarak ortaya koyuyorsa, herkesin olup bitenleri bir kere daha düşünmesi gerekiyor. 

Bu nedenle katillerin ve hırsızların elini kolunu sallayarak dolaştığı ve hiçbir şekilde yargılanmadıkları bir ülkede, devrimci şiddete başvurulmasını yadırgamak ve eleştirmek tek kelime ile saçmadır. Kaldı ki, DHKP-C militanlarının talepleri göz önüne getirildiğinde bunların karşılanmayacak talepler olmadığı da anlaşılacaktır. Fakat devlet, Berkin’in katillerini koruma refleksi ile bu talepleri göz ardı etmiş ve üç kişinin yaşamını hiçe saymıştır. 

Bu ortaya atılmış gelişigüzel bir iddia değildir. 

Zira, Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol’a telefonla ulaşan gazeteci Ahmet Şık’ın, onlara sorduğu şu soruya aldığı yanıt, meselenin özünün anlaşılmasını oldukça kolaylaştırıyor:

“Talep karşılanmazsa savcı beyi cezalandıracağınızı söylüyorsunuz. Bu meşru mu?

Biz bu olmasın diye uğraşıyoruz. Talebimizin karşılanıp karşılanmaması ve savcının başına bir şey gelmemesi kendi ellerinde. Sonuçta kendi savcıları ve kendi polisleri. Onların düzenini koruyan savcılar ve polisler. Başlarına bir şey gelsin istemiyorlarsa talebimizi yerine getirsinler. Biz düzenin, kendi insanlarına da değer verdiklerini düşünmüyoruz. Kullanır, harcar, atarlar. Bundan sonrası kendilerine kalmış. Daha fazlasını pazarlık konusu yapmıyoruz... Ve meşruiyetimizi de ideolojimizden alıyoruz.” (Cumhuriyet / 31.03.2015)

Dolayısıyla hukuk düzenini yok eden ve adaletin yerini bulmasını engelleyen devlettir ve aynı devlet gerçekleştirdiği operasyon sonucu üç ölümden de sorumludur. Devlet tercihini çözümden yana değil, yok etmek yana kullanmıştır. Böylece Berkin’in katillerini koruduğunu bir kere daha herkese göstermiştir.

Ayrıca burjuva hukukunun sınıfsal karakteri ve kime hizmet ettiği ortadayken, Marxist-Leninist devrimcilerin gerçekleştirdikleri eylemlerin meşruluğunu tartışma konusu yapmak, bilinçleri bulandırmak ve gerçekleri saklamak gayretinden başka bir şey değildir. 

Unutulmamalıdır ki, devrim mücadelesi, liberal demokrasinin göstermelik özgürlük sınırlarına sığmaz, onu aşar. Dolayısıyla bir eylemin meşruluğunu iktidar değil, eylemin içeriği ve bu eyleme yön veren ideolojinin sınıfsal karakteri belirler.

Son olarak, DHKP-C’li militanlara isimleri sorulduğunda, bu soruyu “Berkin” diye yanıtlamaları da eylemin içeriğine dair bir dipnottur ve bu dipnot birçok şeyi de açıklar niteliktedir. 

Bugün Berkin adı, direnişin adıdır!

Devrimciler bu kod adı gururla taşımaktadır.

Ve halkını çok seven nice Berkinler, devrimciler, devlet tarafından katledilen bütün güzel insanlar için adalet ve hayatta kalanlar içinse özgürlük kavgasına devam edecektir! 

 

@Umit_Aggul

Radikal