Esasen kimin ve neyin sözcüsü olduğu açık olan adı geçenin beyanlarına göre, İstanbul Barosu Ergenekon davasını “işgal etmiş ve davanın geç sonuçlanmasına neden olacak şekilde mahkemeyi terörize etmiştir. Hızını alamayan, Balyoz davası ile Ergenekon davasını kasıtlı olarak karıştıran sözcü, avukatlara da dil uzamaya cüret ederek,  “Sevsinler sizi, Atatürk hayatta olsaydı, size patates bile soydurmazdı” buyurmuştur.

Öncelikle belirtmek gerekir ki asıl darbeciler, adı geçenin sözcülüğünü yaptığı, darbe korkusu salarak sivil darbe yapan, darbe tüccarlığına soyunarak siyasi ve ticari rant sağlamaya çalışan adı geçenin sözcülüğünü yaptığı zihniyettir. Darbe karşıtlığı görüntüsünde “sivil darbenin” tüm icra hareketlerini tamamlayan bir zihniyetin, hangi sözcülerle ne ölçüde ve biçimde  “başarı” elde ettiklerine tarih tanıklık etmektedir. (Bknz. Josheps Goebbels 1897-1945)

 Her açıklamasının bir yerinde İstanbul Barosuna ilişkin “iftira” atan, hedef gösteren ve devam eden davalarımızla ilgili olarak TCK 277. madde çerçevesinde suç işlemekten çekinmeyen bir iktidar “şımarıklığını”  “sözcülük” sanan bu kişinin sözleri “keenlemyekün” sayıldıkça, pervasızlığı artmaktadır.

İstanbul Barosu sadece ve sadece hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını ve adil yargılanma hakkını savunmuştur. İstanbul Barosu yöneticilerinin yargılandığı bir ortamda bu tür hedef gösteren açıklamaları sıkça yapan bu zat, yargıya tavsiye ve telkinde bulunarak TCK 277.maddedeki suçu işlemektedir. Değerlendirme yaptığı davanın asıl mahiyetini, gerçekte kimin ve neyin yargılandığını öğrenmek istiyorsa bu zat, Başbakan Danışmanının davanın “Cumhuriyet tarihinin en büyük hesaplaşması olduğu” yönündeki sözlerine bakmalıdır. Bu açıklamalar suçluluğun telaşını gösteren bir ruh halinin tezahürüdür.

 İstanbul Barosu, Türk Hukuk Tarihinde gerçek bir hukuk destanı yazan avukatları ile “yerli Goebbels”leri afişe ettikçe, onların giderek daha bir pervasızlaştığını bilir. Baro yıllar boyunca hancı olarak gördüğü işlevle, hukuku ayaklar altına alan pek çok yolcuyu uğurlamış, bu yolcuların ruhsal durumunu tabiplere, hukuki durumunu ise bağımsız yargıya bırakmıştır. Bu “konjonktür pervasızlarının” dönen devran koşullarında yapılan yargılamaları başlarken,  “patates soymak üzere” nasıl da avukat arayışına girdiğini bilen Baro, bu tür hezeyanlar karşısında hep tevekkül göstermiştir. Ancak Baromuz, adı “sözcü” olan ve iktidar sarhoşluğu ve şımarıklığı içinde olan, hukuk tanımayan şahısların, bunca “itibar görmelerinin” ve ülkeyi yönetme mevkiinde olmalarının ciddi bir sorun olduğu kanısındadır.

Mustafa Kemal Paşa’nın yaşadığı bir ortamda, “Birkaç Mehmet öldü diye TBMM toplanmaz” diyebilen bu şahsın, koşusunu nerede bitireceği, hangi dünya rekorunu kıracağı herkesin malumudur. Anlaşılan odur ki Ulu Önder’in adı dahi bu “sözcü” nün kimyasını bozmaya yetmekte, esir aldıkları yargıdan sonra avukatların, baroların halen dimdik ayakta olmasını, hukuku kararlılıkla savunmayı sürdürmelerini hazmedememektedir.

Bu tür tehditler, hedef göstermeler biz avukatlara ve barolara vız gelir. Hiçbir şey İstanbul Barosunu hukukun üstünlüğünü, ülkenin birlik ve bütünlüğünü, Cumhuriyet değerlerini savunmaktan alıkoyamaz

Yüksek sesle ıslık çalmak ya da türkü söylemek, iftira ve tehdit, günü geldiğinde kişileri hukuksuzluklarının ve suçlarının hesabını bağımsız yargıya vermekten kurtaramaz, kurtaramayacaktır…

                    İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI