Ergenekon'dan Balyoz'a, oradan KCK'ya tüm 'adli süreç'ler, yeni iktidar kompleksinin siyasal analiz ve stratejisi üzerinde yükseliyor

Toplamda 5,276 yıl hapis cezası alan Balyoz davası sanıkları, Silivri deki mahkeme salonuna otobüsle getirilirken.

İktidar değişimlerinin bir parçası olan yargı eliyle tasfiyelerin bir yenisini daha idrak ettik milletçe. Lâkin yeni iktidarın gözdeleri Reşat Petek, Ahmet Gündel ve Osman Can troykasına bakıldığında bu daha işin başı gibi. Gerçekten de yeni yargı iktidarının ilk ürünü olarak “Balyoz Kararı” hukuk, yargı ve demokrasi tartışmalarımızın geldiği seviye kadar, tartışmanın taraflarının demokratik algı ve anlayışlarını da teşhis edebileceğimiz yeni ve çok önemli bir evreyi temsil ediyor. Peki, işler yeni iktidarın yeni militanlarının söylediği gibi mi acaba?

Mevzubahis demokrasi ise...
5,276 yıl hapse zil takıp oynayanlar insanın yüzünü kızartırken, Orhan Kemal Cengiz, Cengiz Çandar ve Oral Çalışlar vs. ile birlikte, öfke ve utanç yerini gülümsemeye bırakıyor. Misal Çandar “ Türkiye’nin Nürnberg’i” derken kastı şaka mıydı bilinmez ama asıl yılın şakası adayı O. K. Cengiz’in tecavüz anolojisi (“Ne Darbeler Sevdim...”, Radikal , 23 Eylül) bence.
O halde gelin demokratların “teferruat” saydıkları hukuki çerçeveye bakalım önce: İlk olarak, Anayasa’nın yeni 148. maddesine göre kuvvet komutanları, Yüce Divan’da yargılanmalı idiler. Askeri hakimlerin hakimlik teminatını da unutmayalım. Bu kurallar -bir suçun görev olarak düzenlenmesine imkan varmış gibi- “darbe görev mi ki?” denilip elendi. İkincisi 2004’te kendiliğinden biten bir süreç sekiz yıl sonra teşebbüs edilmiş sayıldı. Özkök ve Yalman paşaların isteksiz/ürkek/kararsız bir tutumla geri durmaları, “engel” olmuş. Bu kabul saçmadır. Zira yasanın kastettiği “engel” -sağlamcı iki paşanın geri durması değil-, kolluğun iş üstünde (en azından planlanırken) yakalamasıdır.
Sadece bu iki hal bile, davaya şüpheyle bakmamızı gerektiriyor. O tuhaf “delilleri” tartışmıyorum bile. Asıl ilginç olan 2009’da üretilmiş imzasız bir dijital evrakın “kimin” tarafından ve “neden” hazırlandığını kimsenin merak etmemesi... Şüpheler ciddi, dürüst ve meraklı araştırmacı gazetecilerle, Alper Görmüş’ün entelektüel birikimi ve mesleki yetkinliğini “darbeci safarisinde” zayi etmemiş halini bekliyor.
Görüldüğü gibi bu tuhaf dava “demokrasi söz konusu ise hukuk mukuk dinlemem” usulüyle yürütüldü ve savunuluyor. Demokratların çaktıkları sınav da tam burada başlıyor. Zira gelinen eşik “otoriter ceza hukuku anlayışı” ile “demokrat ceza hukuku anlayışı” arasındaki hiç de ince olmayan çizgiye tekabül ediyor.

Otoriter hukuk anlayışı
Şüphesiz davanın tüm destekçileri otoriter anlayışın sıradan örnekleri oldular ama O. K. Cengiz’in bahsi geçen yazısı hukuk fakültelerinde bu başlıkta okutulabilecek müstesna bir örnek. Cengiz’e göre asıl olan, iddia edilen suçun vasıf ve mahiyeti, ikincil (ve önemsiz) olan ise yargılama hukukunun temel kurum ve kavramları. Meşru ve sağlam kanıt; doğru fail, yasallık, zamanaşımı, cezasızlık halleri vs. gibi hususlar teferruat, insan hakları aktivisti hukukçumuz için. (Demek ki Cengiz yargıç olsa karşısına tecavüz suçlamasıyla gelen zanlı “suçsuzum/işte delilim/zamanaşımı...” demeye kalmadan darağacında bulacak kendini.)
Cengiz’in güzide bir örneğini verdiği otoriter ceza hukuku anlayışının temelinde suçun vasıf ve mahiyeti ile toplum açısından yarattığı tehlikeye özel bir vurgu bulunur. Asıl olan toplum için yarattığı tehlikedir ve biz bu noktada failin ne kadar “azılı” olduğuna dikkat göstermeye çağrılırız. Bu yaklaşımın en tipik örneğine tecavüz ve terör suçlarında rastlarız ve suç fiiline gösterilen asli ve birincil dikkat, bu suçlardaki yargılama sorunlarının ikincilleşmesini de beraberinde getirir.
Dahası da var. Bu yaklaşım, kaçınılmaz olarak yargılananları yargılamanın öznesi olmaktan çıkarır ve bir nesneye dönüştürür. Yargılama sürecinde bazı hatalar meydana gelmiş ise bile bu tür hatalar yargılama konusu eylemlerin ağırlığı ve önem derecesi nezdinde ikincildirler ve hatta birer “detay” veya “teferruat” olarak tasnif edilirler. Bu özelliklerinden dolayı otoriter ceza hukuku yaklaşımı ahlakçı, linçci ve refleksif bir hukuk anlayışına tekabül eder.
Yeni otoritenin en sığ temsilcileri Cengiz, Çandar, Çalışlar ve Taraf’ın vurucu güçlerinin (Baransu, Oğur, Uslu, Altınok, Görmüş) içinde bulundukları siyasal-hukuksal konumalış biçimi tam da bu noktada açığa çıkarıyor. Onlar hukukta otoriterlik yanlısıdırlar. Suçun niteliğini, temel hak ve özgürlüklerin önüne alıyor ve yargılama hukukunun içinde yer aldığı tüm hukuk devleti ilkelerini demokrasi adına yerle bir etmeyi mazur göstermeye çalışıyorlar. Kuşkusuz aldıkları konum, demokrat olamayacağı gibi, gerçekte demokrasi karşıtı bir konumdur.

Demokrat hukuk anlayışı
Demokrat ceza hukuku anlayışı ise ceza hukukunun otoriteyi tahkim etme ve araçsallaşma riskini en yüksek seviyede taşıyan yapısı nedeniyle yargılama hukukunu ve yargılama taraflarının eşitliğini önemser. Yargılama hukukunu, suçun nitelik ve vasfının önüne alır ve suçlara özel dikkat gösterilmesi çağrılarına karşı yargılamada temel hak ve özgürlüklerin birincil ve asıl olduğu bir yaklaşım sergiler. Otoriter hukuk yaklaşımı sahiplerinin iddialarının tersine yargılama hukukundaki sorunlar, “detay” ve “teferruat” değil asıl ve birincildir. Yargılananları nesneleştiren otoriter yaklaşımın ahlakçı ve linçci eğilimlerine karşı yargılamanın gerçek koşullarına özel bir vurgu yapar ve bu konuda tavizsiz olmak zorundadır.
O halde soralım mı? Hakikaten söz konusu demokrasi ise, hukuk, hak ve özgürlükler teferruat sayılabilir mi? Antidemokratik uygulamaları ve yargılamalardaki eşitsiz ortamları teferruat haline getirerek hâlâ demokrat kalabileceğinizi mi sanıyorsunuz?

Ortak kamusal vicdan
Gerçekliğe dönük bakış açımız her zaman önemlidir. Perspektifimiz, sonuçları da en başından belirler. Ergenekon’dan Balyoz’a, oradan KCK’ya tüm bu “adli süreçler” yeni iktidar kompleksinin siyasal analiz ve stratejisi üzerinde yükseliyor. O analiz, Türkiye’nin kadim sorunlarının İttihatçı-Kemalist paradigma ve kadrolara bağlı olduğu, çarenin de hem Türk hem de Kürt siyasetinden mevcut aktörlerin tasfiyesiyle yerlerine “milletin değerlerine bağlı” aktörleri getirmeye dönük bir siyasal akıl ve stratejidir. Tüm bu davalar, bu analiz ve stratejinin birer parçasıdır.
Bu nedenle de “Ergenekon ayrı” (Ezgi Başaran sözüm size) diyenlerle Balyoz’daki kıyıma sessiz kalan Kürt siyasetçi ve aydınlarına ve de eski güzel günlerin özlemiyle “paşaların yerine Kürt siyasetçilerini” isteyen yeni mağdurlara tavsiyemiz tüm bu davaların mevcut iktidarın analiz ve stratejisinden kaynaklandığını unutmamaları. Bu davaların herhangi birine destek veren, yahut kendi dışındakine kayıtsız kalan her tavır ancak kendi mağduriyetini hazırlar. Öcalan için yapılan bir değişikliğin bugün belki de Doğan, Örnek ve Fırtına’nın idamlarını da önlemiş olabileceğini unutmamak gerekir. Bunca mağduriyetten sonra ortak bir kamusal vicdan ve adalet anlayışı tesis etmenin zamanı gelmedi mi hâlâ?