ÖMÜR BLACK - Londra

Bir gün uyandığınızda, hiçbir şey hatırlamadığınızı düşünün. Ailenizden kimseyi hatırlamadığınızı... Ebeveynlerinizi, dostlarınızın, toplumunuzun, kültürünüzün size öğrettiği her şeyi kaybettiğinizi düşünün.

Ala Bashir insanliğin tek kurtuluşunun bu olduğunu düşünüyor. Silinmis bir bellek, bize her şeye yeniden başlama ve bir sevgi kültürü yaratma fırsatı verebilir belki diyor.

Sizin belleğiniz saf bir bellek değil, sizin belleğiniz her zaman başkalarınınkiyle karışmış durumda; aile bireylerinizin, komşularınızın ve içerisinde yaşadığınız toplumunki ile… Bizim anılarımız hiç bir zaman tam anlamı ile bize ait değil, her zaman başkalarınınkiyle şekillenmiştir.

Bizim kararlarımız; sevdiğimiz insanlar, nefret ettiklerimiz ya da dini inançlarımız, siyasi görüşlerimiz, hep bize öğretilmiş kolektif bir düşünce sisteminin parçasıdır. Biz hiç tanımadığımız insanlardan, kişisel olarak hiçbir zarar görmemiş bile olsak, sırf bulunduğumuz toplumun bir parçası olduğumuz için, nefret etmeyi öğreniriz mesela…

Bizim görevimiz, kararlarımızı verirken olayları ve kişileri yargılarken, eski anılardan, kolektif bilgilerden kendimizi ayırmayı becerebilmek için kendimizi eğitmektir. Örneğin Ortadoğu'nun en büyük sorunu geçmişinde barındırdığı nefret ve yıkımdır. Atalardan gelen, bizi mezheplere, dinlere, topluluklara ayıran bu bilgi, yeni kuşakların birlikte barış dolu bir gelecek kurmasını engeller.

Irak’tan İngiltere’ye uzanan uzun bir yaşamın izleri, “Memories of Chairs” (Sandalyelerin hatıraları) isimli sergiyle, Londra’da Hay Hill galerisinde sanat severlerle buluştu. Şimdilerde ise Nottingham’da bir baska sergi hazırlığı içerisinde olan, 1939 doğumlu Ala Bashir, Osmanlı sonrasi Irak’ın en önemli tanıklarından birisi. Her ne kadar bugün sanatıyla, tarihin onun üzerinde bıraktığı izleri yansıtmaya çalışıyor da olsa, Ala Bashir “Saddam’ın doktoru” sıfatından bir türlü sıyrılamıyor.

Ala Bashir, İran Irak savaşı sırasında binlerce yaralıyı tedavi etmekteki başarılarıyla Saddam Hüseyin’in ilk kez gözüne çarptığında Saddam, O’nun sanatını merakla izlediği aynı Ala Bashir olduğunu bilmiyordu. Bashir kısa bir süre içerisinde ilk önce Saddam’ın tıbbi ekibine girip daha sonra, O’nun kişisel dokturu ve çevresinde en cok güvendiği isimlerden biri olarak Saddam rejiminin sonuna kadar görev yaptı.

Ala Bashir’in eserleri bir çok ülkede sergilenirken, bu eserlerden bazılari Irak, Ürdün, Katar ve Amerika ulusal sanat müzelerinde kalıcı olarak yer aldı.

Ala Bashir ile yaptığım söyleşide bana sanatı, felsefesi, bugünün ve dünün Irak’ı ile ilgili bir çok şey anlattı.

>>Ala Bashir, siz binlerce yıl once, sizin geldiğiniz topraklarda yaşamış olan sanatçılarla aynı kaderi paylaşıyorsunuz. 2010 yılında “The Union” (birlesme) isimli bir heykeliniz, Bağdat’ya, Saddam rejimi sonrası gelen yeni yönetim tarafından yok edilmişti. Sizin eseriniz niçin yok edildi? Bir sanatçı için bir eserin parçalanması ne demektir?

Bugün bile, hala bunun nedenini bilmiyorum. Onlar reddediyorlar, hatta başbakan, o zamanlar Maliki’ydi, çevresindekilere bunu kimlerin yaptığı konusunda hiç bir fikri olmadığını söylemiş. Kültür bakanı, bakan yardımcısı heykelin parçalanmasından iki hafta sonra beni aradı ve bana bu konu ile ilgili hiç bir bilgisinin olmadığını ve beni tarihi bir tanık olarak aradığını söyledi. Komik bir durum. Şimdi Irak hükümeti IŞİD tarafından parçalanıp yokedilen tarihi eser ve heykeller için yas tutuyor. Peki IŞİD ile Irak Hükümetinin farkı ne? Belki bu heykel Saddam’ı ve şeytanı temsil ediyor dediler ama yanlış. Saddam’la hiç bir ilgisi yoktu, figürü bile yoktu. Şimdi bana gazetelerden soruyorlar, Irak’ta IŞİD tarafından yok edilen eserler hakkında ne düşünüyorsun diye. Bu bir suç elbette, insanlığı, bir dönemi, tarihi anlatan bir eseri parçalamak… Onların önemi heykel olmalarından değil, tarihin bir parçası olmalarından geliyor… Ünlü İspanyol filozof George Santayana’nın dediği gibi 'Geçmişinden ders almayanlar, onu tekrarlamaya mahkumdurlar'.

'The Union' benim dizaynım ve ben bu heykelin yapımında kullanılacak metaryalin yanlızca Irak'tan sağlanması konusunda çok ısrar ettim. Bu Irak’ta yanlızca Iraklılar tarafından yapılan tek eserdi. Geçenlerde yok ettikleri 'Asur tapınağıyla' aynı cinste taşlar kullandık. Diğer eserlerin malzemeleri hep İtalya ya da Japonya’dan gelirdi. 'The Union', malzemesi yüzde 100 Irak'tan olan tek eserdi ve onlar eseri yok ettiler. Iraklıların elinde yok oldu.

>>Sizin sanatınız sürreal ve Batı tarzında… Peki eserlerinizde geleneksel Irak’ın izleri var mı?

Benim eserlerimde Irak nerede diye soruyorsun… Benim eserlerimdeki Irak 'acı'dır… İnsanlarin acısı, yalnızca insanlığın da acısı değil; bu ağaçların acısı, nehirlerin acısı, hayvanların; kuşların, böceklerin acısıdır. Çünkü Iraklılar kendi ülkelerinin yok olmasında pay aldılar. Eğer sergiye tekrar gidip benim eserlerime tekrar bakarsan, benim eserlerimin çok dost canlısı olmadığını görürsün. Benim resimlerim doğa resmi değil, çekici renkleri kullanmaktan her zaman çekindim. Benim resimdeki felsefem, her kim resminde çekici renkler kullanırsa onlar yanlış yol gösterirler, çünkü sen çirkin olan gerçekliği daha güzel gösterebilmek için daha çok renk katıyorsun.

Sanat, kültürün bir parçasıdır. Eğer çok güzel resimler görüyorsanız; renkli, manzara resimleri, portreler, ne kadar güzel renkler diyorsunuz ama bir iki gün içinde bu resim sizin mobilyalarınızın bir parçasi haline geliyor. Çünkü seni gördüğünden fazlasını düşünmeye itmiyor. Ben resimlerimde, insanların gördüklerinden ötesini düşünmelerini istiyorum.

Eğer bir sandalye görüyorsan bu yanlızca bir sandalye değildir, bu bir şey anlatmak isteyen bir sandalyedir. Bu sandelyede oturan insanlar hakkında bir şeyler söylemek isteyen bir sandalye, belki bu sandalyeye oturup acı çeken insanlar ya da bu sandalyede bir diktatöre dönüşen birisi ya da sevdiğimiz birisi, kaybettiklerimiz…Bir sandalye gördüğünüzde, o yanlızca bir sandalye değil göremediğimiz bir şeyin metaforudur. Gerçekliğin bir parçasıdır.

>>Siz Irak’ta çok acı gördünüz mesela iki büyük liderin düşüşüyle gelen acılara tanıklık ettiniz.

Yalnızca onlar değil… Kralın, prensin ve birinci devrimin lideri Kassam’ın, o da idam edilmişti, ve ondan sonra Abdul Salam Arif, uçak kazasında ölmüştü. Onun ölümü için de suikast denmişti. Ondan sonra, tabii Saddam.

Kısacası 58’li yıllardan sonra her şeyi yok ettiler. İnsanların, kralın mekanını yağmaladıklarını gördüm. Onlardan bazıları kralın ayakkabılarını, gömleklerini çalmışlardı. Kendi gözlerimle gördüm. Kralın ve ailesinin bedenleri kanlar içinde yerde yatarken, kralın ayakkabılarını ve gömleklerini çaldılar. Değişen her sistemde aynı şeyler yaşandı. Katliamlar, yağmalamalar ve hırsızlıklar… Eğer hoşlanmadığınız birisi vardıysa bu karışıklık size gidip onları öldürme fırsatı verdi. Her zaman düzen bozulup, hukuk işlemez hale geldiğinde aynı şeyler oldu. Saddam yönetimi düştüğünde de aynı şeyler oldu hatta bu sefer en kötüsüydü, her şey gün geçtikçe daha da kötüye gitti. Bunun anlamı, biz Iraklılar geçmişimizden ders almayı başaramadık. Biz bunu başaramadık.

>>Sizin topraklarınız medeniyetin doğduğu topraklar ama bunlar hep dinden önceydi. Belki de insanları kötü etkileyen dindir? Şimdi bu topraklar üzerinde ne kadar kötülük yapılıyorsa din üzerinden, Tanrı üzerinden yapılıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu kesinlikle doğru. Çok karışık bir durum. İştar ismini hiç duydun mu? Aşk tanrıçası İştar? Asurlular zamanından… Neden Asurlar 6000 yıl önce aşk tanrısına sahiptiler? Bu sorunun cevabını artık biliyorum, bu benim tahminim, çünkü aşk yoktu. O zamanlar bile insanlar hala nefret içindeydi. Onlar aşk tanrıçasını yaratarak topluluklarına sevgiyi öğretmeye çalıştılar. Benim vardığım sonuç bu.

>>Siz çok önemli tarihi dönemin bir parçasısınız ve sizin isminiz her zaman Saddam Hüseyin’le birlikte anılacak. İnsanlar her zaman sizin eserlerinizde Saddam'ı ve onun yönetiminin izlerini görmeye çalışacaklar. Sizce bu sanatınız için haksız bir durum değil mi?

Hayır… Ben o zamanlar bile resim yapan bir insandım. Resim yapmaya 50 yıl önce başladım. O zamanlar portreler, doğa resimleri falan yapardım. Sonra birden bire vaktimi boşa harcadığımı farkettim. Benim için resim bu değildi. Yaptığım yalnızca kopyalamaktı, bu sanat değil… Çok yetenekli bir portre ressamı bile olsan bu yanlızca bir yetenek ama sanat değil, bir yaratıcılığı yok. Bir sanatçı olarak vardığım sonuç, insanların kendi hayatlarında görmeyi başaramadığı şeyleri, onlara göstermek olduğuydu. İnsanlara göremediklerini göstermek konusunda rehber olmak, gözlerinin önündeki perdeyi kaldırmak. Benim bütün resimlerim, insanlık ve kader konulu… Bu Saddam döneminde bile böyleydi ve sen bana resimlerimin Saddam’la, sistemiyle, Irak tarihiyle bağlantısını soruyorsun…

>>Evet… Sanatını, Saddam’ın doktoru olduğun gerçeğinden özgürleştirmek istemez miydin?

Evet… Ben Saddam’a baktığımda hastamı gördüm. Benim eserlerimin Saddam’la hiç bir ilgisi yok. Ben insanlığı ve kaderi çizdim. O adamla hiç bir ilgisi yok.

>>Saddam’ın sizin sanatınızda özgür olabilmeniz için her türlü desteği verdiği ile ilgili bir şeyler okumuştum...

Evet… Doğru… Gerçek olan buydu. Belki o bir despot, belki bir diktator, kötü adam, ne sıfat koyarsan koy… Benim resimlerimde insanların baskı altında olduğu izlenimi var ama bu baskı politik ya da ekonomik bir baskı değildi, bu baskı insanlığın kader karşısındaki yenilgisinden gelen bir baskıydı. Çünkü insanların en büyük trajedisi ölümdür bu da insanlığın kaderidir ve insanlar bunun cevabını bulamamanın kahrıyla yaşıyor. Neden çok çalışmak zorundayız? Neden ölmek zorundayız? Bu benim resimlerimin gerçeği. Figürlerimde de bu baskı var. Hatta bir keresinde zamanın kültür bakanı, Saddam’ın kulağına, içinde insan bedenine sıkışmış bir karga olan bir resmimi göstererek kaygılarını fısıldamıştı. "Ala eserlerinde baskı altındakı insanları anlatıyor" demişti. Saddam da ona cevap olarak, ”Ala’yı rahat bırakın, o istediği her şeyi yapabilir. O, Irak’ın tarihini yazıyor ve resmediyor. Bunu da dürüstçe yapıyor” diye cevapladı. Ben bile bu cevaba çok şaşırmıştım.

>>Ve senin sanatından çok etkilenmişti öyle değil mi? Hatta seni doktor olarak tanımadan önce ressam olarak tanımıştı.

Evet… Doktor olarak yaptıklarım umrunda bile değildi. 1982’de Katar’ın ve Ortadoğu’nun ilk başarılı tıbbi plantasyonunu yapmıştım. Bir çok şey yazdım cerrahlık alanında bir çok yeni teknik icat ettim ve bunların bir çoğunu İngiltere plastik cerrahi dergisinde ve Amerika plastik cerrahisi yıllık kitaplarında yayınladım. Bir sürü şey… Asla bunları gündeme getirmedi. “Tıp alanında yaptığın her şeyi, bir gün gelir başka birisi mutlaka yapar, çünkü bu yaratıcı bir şey değil, tekniksel… Ama sanatta yaptığın her şeyi, şimdi biz anlamasak bile, gelecek kuşaklar senin sanatının farkına varacak ve inanıyorum ki sen Irak’ın en büyük ressamısın” dedi. Hala bunu neden söylediğini bilmiyorum.

>>Plastik cerrahiyi seçmenizin nedeni nedir? Plastik cerrahisiyle sanatın kesiştiği bir nokta var mı?

Hayır… Ben başından beri tıp okumak istememiştim. Tıp okumamın tek nedeni, evin bir oğlu olmamdı. Lisede çok yüksek puanlarla, İngiltere ve Amerika’da burs hakkı kazanmıştım ama annem oralarda kalmamı istemedi, her gün ağladı… Başlangıçta tıbbı hiç sevmedim. Sonraları ise tıp bana, insanın fiziksel varoluşunu anlamama olanak verdi. Şimdi insanları, fizyolojik, anatomik ve psikolojik açıdan, içinde bulundukları karmaşık sistemli vücutlarıyla anlayabiliyorum. Ömür işte düşündüğüm tam da bu… Bir kadın ve erkek gördüğünde, onun yüzeyine bakıyorsun, yüzüne, vücuduna falan… Ama bu yüzeyin altındaki sistem çok karmaşık ve sofistike bir sistem. Kalp, beyin, böbrekler, ciğerler, nasıl çalıştıkları… Uykunda bile çalışıyorlar. Vücudumuzu anlamamız büyük bir problem. İşte tıp bana insan vücuduna ve insanın varoluş gerçekliğine, beden olarak, yakınlaşma imkanı verdi. Elbette beyin ve yarattığı düşünce sistemleri, bedenin kendisinden çok daha karışık.

Madem ki doktor oldum, bir şeyler yapmak zorundaydım. Plastik cerrahi içerisinde yaratıcılık öğeleri taşır bu yüzden plastik cerrahiyi seçtim çünkü çok geniş, yeterince yer var, keşfetmek, yaratmak için.

Benim bir daha ki sergim ‘bellek’ konulu, çünku hafızamız üzerinde hiç bir kontrolümüzün olmaması, beni çok şaşırtıyor. Şimdi, hafızan üzerinde bir kontrolün var mı? Beyninin 30 yıl önce 20 yıl önce olan şeyleri ortaya çıkarmasını durdurabilir misin? Hayır, hafızamızı hiç bir şekilde kontrol edemeyiz. Bazen hafızamız geleceğimizin nasıl olacağına da karar verir. Özellikle kolektif bellek, bu sosyal bellek demektir. Ait olduğun toplumun ve insanların belleği. Bazen gidip bir şeyler uğruna savaşırsın ama savaşın kendin için değildir, kısacası seni savaştıran kolektif bellektir. Sana bu ulusu sevmeni, diğerinden nefret etmeni söyler. Çok karışık bir olgu. Beni çok etkiliyor.

Kaynak: Birgun.net