Günümüzde demokrasi emperyalizmin ülkeleri işgalinin, böl yönet politikasının en önemli enstrümanı haline gelmiş bulunuyor..

Nerden nereye?

Bildiğimiz, büyüsüne kapılıp her şeyimizi feda ettiğimiz bu demokrasiye insanlık kanla, şiddetle kısaca ihtilalle kavuştu..  Bu cicili bücülü demokrasi öyle güle oynaya gelmedi..   İnsanlığı demokrasiye taşıyan Fransız ihtilali şiddetle başarıldı. Fransa’da feodallerin iktidarına Fransız halkı burjuvazinin öncülüğünde gerçekleştirdiği  bu büyük devrim ile son verdi..

Peki, neydi Fransız halkının derdi?

Büyük Fransız İhtilali’nden önce emek, yani çalışan nüfus derebeylerin elinde tutsaktı.  Şehirlerde gelişmekte olan sanayi emeğe ulaşamıyordu çünkü serflerin kendi patronlarını seçme hakları yoktu. Fransız burjuvazisinin emeğin özgürleşmesine şiddetle ihtiyacı vardı. İşte bugün aralarında çıkar çatışması olan emekçilerle burjuvazinin çıkarları o gün çakışıyordu ve Fransız halkı burjuva aydınlarının öncülüğünde başlayan büyük başkaldırıya büyük iştahla katıldı ve ihtilal başarıldı. Artık emek özgürdü, Fransız burjuvazisi emek pazarında dilediği kadar emek bulabiliyordu, serfler ise özgür kölelerdi artık.. Osmanlı aydınlarının "hak, adalet, müsavat" diye dile getirdikleri haklar işte Fransa’da bu nedenlerle emekçilerin de katılımı ile şiddetle elde edildi..

Fransız devriminin sloganları dalga dalga bütün dünyaya yayıldı, özgürlük ateşi artık her yeri sarmıştı, devrimler birbirini izledi, sonra demokrasi batıda gelişip serpildi ve belki de miadını doldurdu, ama gel gör ki bizim ülkemizde ve gelişmekte olan diğer ülkelerde  demokrasi ve özgürlük hala özlenen, arzu edilen büyüleyici bir kavram.. İşte emperyalistler halkların bu talebini sonuna kadar kullanıyor, demokrasi, özgürlük vaadi ile ülkeleri işgal ediyor, ırkları, mezhepler, halkları birbirine kırdırıyor. Şeh Bedrettin Destanı’nda Nazım boşuna dememiş "biz milletlerin ve mezheplerin kanunlarını "

       iptâl edeceğiz...»

Şeh Bedrettin Destanı'ndan

Ve sular

parmaklarından dökülüp
tekrar göle dönerken
                             dedi kendi kendine:
«— O âteş ki kalbimin içindedir
       tutuşmuştur
       günden güne artıyor.
       Dövülmüş demir olsa dayanmaz buna
       eriyecek yüreğim...
 
       Ben gayrı zuhur ve huruç edeceğim!
       Toprak adamları toprağı fethe gideceğiz.
       Ve kuvveti ilmi, sırrı tevhidi gerçekleştirip
       biz milletlerin ve mezheplerin kanunlarını
       iptâl edeceğiz...»

Millet dediğimiz kavram Fransız İhtilali ve onu takip eden ihtilallerle insanlığın gündemine oturdu. Demek ki millet kavramı kapitalizm ile birlikte doğdu, o halde onunla birlikte son bulacak, sosyalist hülya bu.. Bir hülya cazibesini kaybederken insanlık yenisini yaratacak ama ne zaman?

İnsanlık tarihi met cezirlerle dolu, iki ileri bir geri ilerliyor ağır ve emin adımlarla.. Devrimler öyle birkaç yılda bir olmuyor ama devrim ben geliyorum da demiyorum, ha bugün ha yarın.. Şeh Bedrettin Destanı’nda Nazım “On binler verdi sekiz binini” diyor.. Çağ değişti rakamlar yüzbinler oldu..

On binler verdi sekiz binini..

Yenildiler.

Yenenler, yenilenlerin
                 dikişsiz, ak gömleğinde sildiler
                                   kılıçlarının kanını.
Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi
hep beraber kardeş elleriyle işlenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların
                                             eşildi nallarıyla.

Dün hürriyet ve demokrasi doğdu milletlerle birlikte.. Bugün hürriyet ve demokrasi milletlerin ve mezheplerin birbirini boğazlaması için kullanılıyor ve biz hep bir ağızdan haykırıyoruz:

       “biz milletlerin ve mezheplerin kanunlarını
       iptâl edeceğiz”

Dünya insanlığa yeter, anneler ağlamasın, çocuklar yetim kalmasın, bu aptalca kavga bitsin..

Ama bitmeyecek, ta ki emperyalizm bitene kadar..

Deniz Gezmiş idam sehpasına giderken haykırdı;

“Kahrolsun emperyalizm!”

Deniz’in son sözleri şunlardı:

“Yaşasın tam bağımsız Türkiye!
Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi!
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi!
Kahrolsun emperyalizm!
Yaşasın işçiler, köylüler!”

Sözlerimizi gene Nazım’dan bir şiir ile bağlayalım;

GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ...


Güzel günler göreceğiz çocuklar
Motorları maviliklere süreceğiz
Çocuklar inanın inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz güneşli günler

Hani şimdi bize
Cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır,
Yalnız cumaları, yalnız pazarları

Hani şimdi biz
Bir peri masalı dinler gibi seyrederiz
Işıklı caddelerde mağazaları,
Hani bunlar
77 katlı yekpare camdan mağazalardır.

Hani şimdi biz haykırırız
Cevap:
Açılır kara kaplı kitap:Zindan

Kayış kapar kolumuzu
Kırılan kemik, kan

Hani şimdi bizim soframıza
Haftada bir et gelir
Ve
Çocuklarımız işten eve
Sapsarı iskelet gelir

Hani şimdi biz
İnanın güzel günler göreceğiz çocuklar
Güneşli günler göreceğiz
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar
Işıklı maviliklere süreceğiz

Şeh Bedrettin'in hikayesi ve ŞEH BEDRETTİN DESTANI için tıklayınız