İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı kanunlarda Değişiklik Yapılmasına dair Kanun 11.04.2013 tarihinde TBMM’de kabul edilerek yasallaştı. 4.Yargı Paketi olarak adlandırılan bu düzenlemenin en önemli yanı “terör örgütü propagandası” suçuna yeni bir tanım getirmiş olmasıdır. Yasa tasarısında örgüt adına suç işleyenlerin örgüt üyesi gibi cezalandırılması konusunda bir düzenleme bulunmadığı halde yasanın görüşülmesi sırasında verilen önerge ile örgüt propagandası suçuyla birlikte örgüt üyesi olmayıp örgüt adına suç işleyenlere ayrıca örgüt üyeliğinden ceza verilmeyeceği şeklindeki düzenleme bu yasanın uygulama alanının genişlemesi anlamına gelmektedir. Ancak bu sınırlı bir genişlemedir. Silahlı örgüt olarak nitelendirilen örgütler yönünden örgüt adına suç işlenmesi halinde örgüt üyeliğinden ceza verilmeye devam edilecektir. Sadece örgüt propagandası veya gösteri yasasına muhalefet halinde ayrıca ceza verilmemesini ön görmektedir. Örgüt adına başka bir eylem yapılması durumunda hem o eylemden hem de örgüt üyeliğinden ceza verilmeye devam edilecektir. Getirilen bir istisna ile silahlı örgüt olarak nitelenmeyen çıkar amaçlı suç örgütleri adına suç işleyenlere ceza verilmesi için örgüt üyesi olmaları gerekmektedir. Bunu da ihaleye fesat suçuyla ilgili olarak yapılan düzenleme ile bağlantısı bulunmaktadır.

Terör örgütünün açıklamalarını yayma suçu

Değişiklik öncesi yasaya göre terör örgütü olarak kabul edilen örgütlerin bildiri ve açıklamalarını basanlar, açıklama ve bildirinin içeriği ne olursa olsun bunu suç kapsamına almaktaydı. Başka bir deyişle örgütün açıklama veya bildirilerinde cebir, şiddet ve tehdit çağrıştıran ifadeler olmasa dahi bu bildiri ve açıklamayı basanlar suçun faili olabiliyorlardı. Örneğin örgütün halkın Newroz’a katılması yönündeki herhangi bir açıklamasının basın yayın organlarında yayınlanması durumunda o basın veya yayın organı hakkında soruşturma açmak için yeterli oluyordu. Yasanın yeni düzenlemesine göre açıklama veya bildirinin içeriğinde “cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösteren veya öven ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik eden” ibarelerin bulunması zorunludur. Basılan veya yayılan açıklama veya bildiride cebir, şiddet veya tehdit yöntemleri meşru gösterilmiyorsa suç oluşmayacaktır.

Terör Örgütü Propagandası suçu

Terör örgütünün açıklama veya bildirilerini basan veya yayınlayanlarla ilgili düzenlemeye paralel olarak örgüt propagandası suçunda da “cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösteren veya öven ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik eden” ibareler getirilmiştir. Daha önceki düzenlemede örgüt propagandası suçunun kapsamı çok genişti. Yeni düzenleme ile propaganda suçunun oluşabilmesi için cebir, şiddet veya tehdidin meşru gösterilmesi, övülmesi veya teşvik edilmesi kıstasları getirilmiştir. Ceza kanunu açısından cebir, şiddet ve tehdidin ne anlama geldiği bilindiğinden dolayı mahkemelerin propaganda suçunun kapsamı konusunda takdir yetkisinin oldukça sınırlandığı görülmektedir. Mahkeme önüne gelen yazı, açıklama ve benzeri düşünce açıklamaları örgütü açıkça övse dahi bu suçun oluşması için yeterli olmayacaktır. Örgütün cebir, şiddet veya tehdit içermeyen yöntemlerini savunan söz, yazı, sloganlar suç kapsamında değerlendirilmeyecektir. Ancak yasada verilecek cezanın üst sınırının beş yıl oluşu, basın yoluyla işlenmesi halinde verilecek cezanın yarı oranında artırılmaya devam etmesi suçun ağırlığına göre ağır cezaların verilmeye devam edilmiş olması adaletsizliklere devam anlamına gelmektedir. Bu da kişilerin düşünce özgürlüklerini kullanma önünde engel olarak durmaktadır. Yasanın bu hükmü daha çok basın veya yayın organında yazılan yazılar, basın açıklamaları ve benzeri faaliyetlerle ilgilidir. Yasanın yeni haliyle basın veya yayın organlarındaki söz  veya yazıların örgüt propagandası suçunu oluşturması son derece sınırlandırılmış durumdadır. Bu yönüyle olumlu bir düzenleme olsa dahi kitlesel dava açılmasına neden olan hususlarda belirsizliğin devam ettiği görülmektedir. Daha önceki düzenlemeye benzer düzenleme yeniden yapılmıştır.

“a) Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerin gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması.

b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde;

1. Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması,

2. Slogan atılması,

3. Ses cihazları ile yayın yapılması,

4. Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi.”  fiil ve davranışlar da terör örgütü propagandası hükümlerine göre cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır. Yukarıda yazılı hallerin gerçekleşmesi halinde yine de cebir, şiddet veya tehdit unsurlarının aranıp aranmayacağı konusunda belirsizlik bulunmaktadır. Bazı mahkemeler suçun asli biçimi için ön görülen cebir, şiddet ve tehdidin suçun bu biçimleri için gerekli olmadığı şeklinde yorum yapabilirler. Örneğin yasa dışı örgütün bir gösterisi sırasında yüzünü tamamen veya kısmen kapatan kişi sırf yüzünü kapadı diye örgüt propagandasından dolayı cezalandırılabilir. Suçun asli biçimi için aranan cebir, şiddet veya tehdidin suçun yasada sayılan bu halleri için de geçerlidir. Yasa koyucu cebir, şiddet veya tehdidin suçun bu biçimleri için geçerli olmadığı da belirtmemiştir. Bu nedenle yasa dışı örgütün gösterisinde atılacak sloganın içeriğine bakılmalıdır. Bu sloganın içeriğinde cebir, şiddet veya tehdidi teşvik edecek bir husus yoksa terör örgütü propagandası suçu oluşmayacaktır. Burada önemli olan sloganın atıldığı yer olmayıp sloganın şiddet içerip içermediğidir. Aksi durumda propaganda suçu, basın yayın organında işlenmesi halinde cebir, şiddet veya tehdit unsuru aranacak, diğer hallerde aranmayacağı sonucunu doğuracaktır. Bu da çelişkili olacaktır. Kaldı ki, suçun basın veya yayın yoluyla işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılmaktadır. Bu husus da dikkate alındığında cebir, şiddet veya tehdidin suçun belirlenmiş halleri için de geçerli olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Örgüt propagandasının düzenlendiği TCK’nun 220/8. maddesinde de cebir, şiddet veya tehdit şartları getirildiği de dikkate alındığında suçun şekli ne olursa olsun cezalandırılabilme için cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemleri gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek nitelikte olmayan faaliyetlerin örgüt propagandası suçunu oluşturmadığını kabul etmek gerekiyor.

Örgüt propagandasıyla suçlanan örgüt üyesi olmayıp örgüt üyesi gibi hareket edenlere ayrıca örgüt üyeliğinden ceza verilmeyeceği açık ise de TCK’nun 220/7. maddesinde yazılı bulunan örgüte yardım hususunda herhangi bir değişiklik yoluna gidilmemiştir. Bu nedenle örgüt üyesi gibi cezalandırma yolu kapalı olan mahkemeler aynı sonucu eylemi örgüte yardım şeklinde niteleyerek yeniden mahkumiyet kararı verebilirler. Yasa yapılırken düzenleme ile TCK’nun 220/7. maddesine yollama yapılması gerekirdi.

Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişinin durumu

Yasa ile TCK’nun 220/6. maddesinde örgüt üyesi olmadığı halde örgüt üyesi gibi cezalandırmak konusunda bir değişiklik yapılmamıştır. 220/6. maddesine eklenen “bu fıkra hükmü sadece silahlı örgütler hakkında uygulanır.” İbaresini çıkar amaçlı suç örgütlerini koruma altına almak için yapılan bir düzenlemedir. “silahlı örgütler hakkında uygulanmaz” hükmü bir anlamda yargının hukuka ve yasalara aykırı yorumlarına meşruiyet getiren bir hükümdür.

Gerek 6352 Sayılı yasa gerekse 6459 Sayılı yasasında örgütle ilgili yapılan düzenlemeler  karşısında örgüt üyeliğinin ne anlama geldiğinin belirlenmesi gerekmektedir. 6352 Sayılı yasaya göre örgüt üyesi olmadığı halde örgüt üyesi gibi cezalandırılmalarına karar verilen kişilere verilecek cezanın ½’sine kadarının indirilebilmesine olanak getirirken bu suçun örgüt propagandası veya gösteri yasasına muhalefet suçuyla birlikte işlenmesi haline 6459 sayılı yasaya göre örgüt üyeliğinden ceza verilmeyeceğini ön gördüğünden dolayı kimin örgüt üyesi kimin örgüt üyesi olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. 6352 ve 6459 Sayılı yasalardan önce ister örgüt üyesi, isterse örgüt üyesi gibi cezalandırma konusunda verilebilecek ceza miktarında bir farklılık bulunmamaktaydı.

Örneğin örgütün çağrısıyla bir gösteriye katılan kişi hem örgüt propagandasından hem de örgüt çağrısıyla gösteriye katıldığı gerekçesiyle cezalandırılıyordu. Yasa ile TCK’nun 220/6. maddesinde herhangi bir değişiklik getirilmemiştir. Örgüt propagandası veya 2911 Sayılı yasaya muhalefetTCK’nun 220/6. maddesinde yapılan değişiklikle örgüt üyeliğinden dolayı ceza verilmesinin yolu kapatılmıştır.

Her ne kadar KCK davalarında daha çok TCK’nun 314. maddesinde yazılı silahlı örgüt üyeliği veya yöneticiliğinden dava açılmış ise de bunların büyük çoğunluğunun durumu TCK’nun 220/6. maddesine uymaktadır. Mahkemeler, iddianamelerde yazılı suçun nitelenmesine bağlı değildir. Bu nedenle sanıkların gerçek anlamda silahlı örgüt üyesi olup olmadığının tespiti gerekmektedir. Örgüt adına suç ve örgütle hiyerarşik bir bağı olmazsa da örgüte yardım etmek suçları yoruma açık olduğu için bu suçların içeriği keyfi olarak doldurularak sanıklara kolayca ceza verilmeye çalışılmaktadır.. TCK’nun 314. maddesinde yazılı silahlı örgüt üyesi veya yönetici olabilmek için örgütle hiyerarşik bir bağla bağlı olmak gerekiyor. Dikkat edilirse daha önceki iddianameler TCK’nun 220. maddesine yollama yapılarak yazılıyordu. Gerek 314. maddeden ceza verilmesi gerekse 220. madde yollamasıyla da olsa aynı cezalar veriliyordu. 6352 Sayılı değişiklikten sonra verilebilecek cezalarda farklılık getirildi. 6459 Sayılı yasa ile de hiç ceza verilmemesi düzenlenmesi getirildiğinden dolayı yargılan kişinin durumunun TCK’nun 220/6. maddesine uyup uymadığının tespiti zorunludur.  İddianamelerde sanık veya şüphelinin örgüt üyesi olmadığı peşinen kabul ediliyordu. Bu da sanığın konumundan çok sanığın eylemi suçun odağı haline geliyordu. Oysa 314. maddede sanık konumuyla suçun odağı halindedir. 220. madde yollamasıyla değerlendirildiğinde ise o sanığın konumu, örgütsel yapı içindeki görev alıp almayışı önem taşımaz. Suçun bu iki halinin bu açıdan karşılaştırılması durumunda KCK adı altında yargılanan sanıkların konumu belirgin bir şekilde yaptıkları eylemler değerlendirilip örgüt adına olup olmadığı üzerinde duruluyor. Aslında bu sanıkların eylemleri incelendiğinde bu eylemlerin daha çok basın açıklamaları, toplantı ve gösteriye katılma, protesto eylemi, cenaze törenleri vs oldukları görülmektedir. Bu eylemlerin büyük çoğunluğu ifade ve örgütleme özgürlüğü çerçevesinde ele alınması gereken eylemlerden oluştuğu görülmektedir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve 9.Ceza Dairesi örgüt/silahlı örgüt kriterlerini belirlemiştir.

Uygulamada örgütün kırsaldaki mensuplarıyla  irtibata geçerek örgüte malzeme temin etme, kılavuzluk ve kuryelik yapma, istihbari bilgi toplama, askeri ve siyasi eğitim, kod adı alma  gibi çeşitlilik ve süreklilik gösteren eylemlerin örgüt üyeliği olarak kabul edilmektedir. KCK davalarının hiç birinde bu hususlar yoktur.

Silahlı örgüt yönetmek

Örgütün hiyerarşik yapısı içerisinde örgütü yöneten, örgütün amacına uygun biçimde işleyişini sağlayan, örgüt üyelerine görev veren ve genel strateji belirleyen kişilerdir. Emir ve irade yetkisine sahiptir. Hiyerarşi dahilinde verdiği emirlerin sorgulanmaması yerine getirilmesinde zorunluluk olmalıdır.

Örgüte katılma iradesi

Örgüt üyeliğinin her olayda ayrı ayrı tartışılarak failin silahlı örgüte katılma iradesinin bulunup bulunmadığının saptanması bu irade var ise örgütün hiyerarşik yapısına dahil olunan noktada suçun oluştuğunun kabul edilmesi gerekir.  Örgütle organik bağ kurup örgütsel faaliyet yürüttüğü tespit edilemeyen failin örgüt üyesi olarak kabulü mümkün değildir.

TCK’nun Suç Siyaseti İlkeleri yönünden bakıldığında

 “Suç siyaseti ile güdülen amaca ulaşabilmek için, uyulması gereken ana ilkeler, kusur ilkesi, hukuk devleti ilkesi ve hümanizm ilkesidir.

Kusur ilkesi, ceza yaptırımının, ancak işlediği fiilden dolayı kişinin kınanabilmesi durumunda uygulanabilmesini ifade eder . Hukuk devleti ilkesi, hukukun bireylere sağladığı güvenceyi belirtir. Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, belirlilik ilkesi, kıyas yasağı, geçmişe uygulama yasağı, hukuk devleti ilkesinin gerekleridir.

Hümanizm ilkesi, suç işleyen insanın yeniden sosyalleştirilmesi ve toplumsal sorumluluğa sahip bir birey durumuna getirilmesi hedefinin izlenmesidir.”

TCK’nun 220. maddesinin gerekçesinde de örgütün yapısı hakkında bilgi verilmiştir. Gerekçeye göre örgüt üyesi/yöneticisi olabilmek için o örgütün suç işlemesi gerekli değildir. Suç işlemek için örgütün kurulması yeterlidir. Ancak bu örgüte üye olabilmek için üyenin örgütün diğer üye veya yöneticileriyle hiyerarşik bir bağlarının bulunması gerekmektedir. Örgüt adına suç veya örgüte yardımdan söz edilebilmesi için örgüt üyeliği dışında bir eylemliliğin olması gerekmektedir. Örgüt adına suç işleyen kişinin hangi eyleminin örgüt adına, hangi eyleminin örgüte yardım olduğunun mutlaka belirli olması gereklidir. Durumu bir örnekle somutlaştıracak olursak;örgüte katılım gösterip örgütün silahını teslim alıp, örgütün eğitim kampına katılan kişi örgüt adına eylem yapmazsa dahi onun silahlı örgüt üyesi olarak cezalandırılması mümkündür. O kişinin yapacağı eylemin niteliği de önemli değildir. O kişi gelip protestocu bir grubun içinde eylem yapmış olması onun örgütsel konumuna etki etmez. Örgüt adına suç işleyen de ise bu suçu işleyenin örgüte katılım iradesi yoktur. O kişinin katıldığı eylemin niteliği onun örgüt üyesi gibi olup olmadığının kriteri olarak gösterilir. Örneğe devam edelim. Örgüte katılım iradesi gösteren kişi diyelim ki bir protesto eylemine katılıp, örgüt propagandası yaptığını düşünelim sırf bu kişi örgüt üyesidir diye yaptığı eylem propaganda ise örgüt üyeliğinden başka propaganda suçu ile cezalandırılacaktır. Durum böyle iken örgüte iradi katılım gösteren bu kişinin eylemi örgüt propagandası sayılıyorsa örgüt üyesi olmayanın eyleminin de propaganda sayılması gerekli ve zorunluluktur.

Her şeyden önce örgüt üyesi, yöneticisi olabilmek için kişisel iradenin varlığı şarttır. Hele bu örgüt silahlı bir örgütse daha kararlı bir irade gerekeceği de kuşkusuzdur. Elbette yasa dışı örgüte üyeliğin yazılı başvuru şeklinde yapıldığını söylemek istemiyoruz. Bu iradenin varlığının maddi delillerle ispatı gereklidir. Örgütün dağ kadrosuna katılan bir kişi bu iradesini göstere göstere örgüte katılıyor. Örgütün eğitimi sırasında üniformalı görüntüleri olabilir. Yine örgüte katıldığı istihbarat raporlarıyla tespit edilebilir. Örgüte katılıp da onun hakkında beyanlar olabilir. Genel olarak bir zorlama da söz konusu değildir.

BDP’ye üyelik, BDP adına faaliyette bulunan ise devletin yasalarının güvencesiyle partiye üye veya yönetici oluyor. Buradaki iradenin silahlı örgüt üyeliği/yöneticiliği şeklinde algılanışı durumunda yüzbinlerce kişi bile bile bu eyleme girmez. Partiye üye olmak demek aynı zamanda o partiye aidat ödemek, etkinlik ve eylemlerine katılmak demektir. Bu partiden belediye başkanı, milletvekili seçilebilmek demektir.

PKK örgütüne üye olan kişilerin duruş ve tavırları da devlet tarafından bilinmektedir. Kolayca yakalanabilecek yerlerde bulunmaktan özellikle kaçınırlar, telefon vs iletişim araçlarını zorunlu olmadıkça kullanmazlar. Yada bilinen telefonlarını kullanmazlar. Oysa KCK adına yakalanan kişilerin tamamı bilinen adreslerinde yakalanmışlardır. Kaçma durumu da yok. Yine belirli meslek sahibi olmaları, bilinen kendi adlarına telefona sahip olmaları, çoğunluğu defalarca gözaltına alınıp, telefonlarına el konulup imajları alınmasına rağmen aynı telefonu kullanmaya devam etmeleri örgütsel bağları olmadığı anlamına geliyor. Hukuk devleti ilkesi gereğince bir kişi gerçekten silahlı örgüt üyesi/yöneticisi ise örgüt üyesi/yönetici olarak cezalandırılacaktır. Bunun kıstasları da yasalarda belirlenmiştir.

 

3.Yargı paketi ile örgüt üyesi olmadığı halde örgüt adına suç işleyenler ve örgüte yardım edenler açısından ceza indirimi yoluna gidilmesi, 4.Yargı Paketi ile örgüt propaganda suçunun oluşabilmesi için cebir, şiddet veya tehdit unsurunun getirilmiş olması, örgüt propagandasına dönüşen eylemler nedeniyle ayrıca örgüt üyeliğinden dolayı ceza verilemeyeceğinin hüküm altına alınmış olması karşısında özellikle KCK adı altında yargılanan kişilerin hukuksal durumlarının saptanması önemlidir. BDP, örneğinde olduğu gibi YSK’nın kararının protesto edilmesi, 1 Eylül Dünya Barış Günü etkinliklere katılmak, Ahmet Türk’e yumruklu saldırıyı kınamak için basın açıklaması yapmak gibi etkinliklerin sanki PKK’nin çağrısı üzerine olduğu kabul edilerek hem örgüt propagandasından hem de örgüt üyeliğinden dolayı ceza isteniliyordu. Yeni düzenleme ile silahlı örgütün çağrısı olsa bile silahlı örgütün çağrısında cebir, şiddet ve tehdit çağrısı yoksa bu tür eylemlere katılmak silahlı örgüt propagandası suçunu oluşturmayacaktır. Bunun doğal sonucu olarak da örgüt üyeliğinden de ceza verilemeyeceği dikkate alındığında KCK adı altında yargılanan kişilerin büyük çoğunluğunun bu yasa kapsamından faydalanmaları gerekmektedir. Yukarıda da belirtildiği gibi BDP’lilerin, gazetecilerin veya avukatların hukuksal durumlarının örgüt üyeliği/yöneticiliği kapsamında olmadığı gerçeği karşısında daha fazla tutukla kalmalarının gerekçesi de ortadan kalkmıştır. Mahkemeler, savcıların iddianamelerde yazdıkları suçun vasfı konusunda serbesttirler.

 

Av. Feyzi Çelik

[email protected]

 

Bilindiği gibi Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü için 2009 yılından itibaren İmralı ve Oslo eksenli diyaloglar gerçekleşti.  Bir yandan görüşme ve diyaloglar yapılırken diğer yandan polis ve yargı organları Kürt siyasetini 2007 yılından itibaren takibe almışlardı. Genel ve yerel seçimlerine denk gelen bu dönemde Kürt siyasetçilerine yönelik tutuklama vs olmadığı görülürken özellikle 2009 yerel seçimlerinde Kürt siyasi hareketinin demokratik alandaki büyük başarısından sonra 14 Nisan 20009 tarihinde KCK adı altında hukuk dışı yöntemlerle Diyarbakır’da  belediye başkanlarına, parti yöneticilerine yönelik gözaltı operasyonları yapıldı. Bazı internet sitelerinde yayınlandığından bahisle KCK adlı bir sözleşmenin olduğu, bu sözleşme ile Kürtlerle ilgili yasal demokratik alanların tamamı sanki KCK ile bağlantılıymış gibi gösterilerek davaya hukuksal dayanak oluşturulmaya çalışıldı. KCK, Basın davası olarak adlandırılan basın emekçilerine yönelik bu operasyon diğer KCK davalarının bir parçası konumundadır. Nasıl ki, diğer davalar hükümetin siyasi kararı ile açıldıysa bu da aynı nedenle açıldı. Sadece soruşturmanın yapılışı değil, soruşturmanın içeriğinin ne şekilde olacağı, soruşturulacak kişilere yöneltilecek eylemlerin hangi suç kapsamına girdiği dahi merkezi bir şekilde yapılıyordu. Örneğin daha önceleri basına yönelik açılan davalar daha çok silahlı örgüt propagandası gibi suçlarla ilişkilendirilirken, basın davasında görüleceği gibi silahlı örgüt yöneticiliği ve üyeliği suçlarıyla ilişkilendirildi. Böylece basın davasından yargılananların gazeteci olmadığı şeklinde kamuoyu oluşturmak amaçlandı. Bizzat başbakan defalarca bunların gazeteci olmadığını vurguladı.                 

Basın davası iddianamesi incelendiğinde dosyada yargılanan gazetecilerin hiç birisi hakkında silahlı veya silahsız örgüt üyesi veya yöneticisi olduğu konusunda hiçbir delil gösterilmemiştir.  Davada yargılananların tamamına yakını Özgür Gündem, Azadiya Welat, Demokratik Modernite, Dicle Haber Ajansı, Fırat Basım Yayım şirketi, Gün Matbaası çalışanlarından oluşmaktadır. Tamamı da gazetecidir. Daha çok yaptıklar haber içeriklerine bakılarak onların örgüt üyesi veya yöneticisi olduğu sonucuna ulaşılmıştır. İşin ilginç yanı bu haberlerin çoğu operasyon tarihinden önceki tarihlerde yapılan haberlerle ilgili olup, bu haberlerle ilgili başkaca bir soruşturmanın olmayışıdır. Çünkü mevcut hukuk sistemi ve mevzuatına göre bu tür faaliyetlerin örgüt üyeliği veya yöneticiliği olduğu konusunda herhangi yargısal bir pratik de yoktur. Gazetecilikten ileri gelen suçların ne olduğu gerek yasalar gerekse Türkiye yargısının içtihatları da bu yöndeydi. İnternet sitelerinden alınıp da davanın dayanağı olarak gösterilen KCK sözleşmesinde yer alan basın komitesi ile bu davada yargılanan gazeteciler arasında hiçbir bağlantı da kurulmamıştır. İddia ettikleri gibi KCK sözleşmesi diye bir şey olsa bile orada adı geçen basın komitesi ile bu gazetecilerin bir ilgisi yoktur. İddianameye bakıldığında henüz PKK’nin kurulmadığı 1970’li yılların ilk dönemindeki yayın faaliyetlerinin dahi bu dava ile bağlantı kurulduğu görülmektedir. Devletin resmi kayıtlarında dahi KCK’nin 2007’de kurulduğu iddia edilmesi karşısında daha önceki basın faaliyetlerinin KCK faaliyeti şeklinde görülmüş olması bu davaya hukuksal dayanak yaratmak için ne kadar zorlama yorum yapıldığını görmek gerekiyor.  Diyarbakır KCK Ana davası, BDP İstanbul Kent Meclisi ve BDP Siyaset Akademisi ve Öcalan’ın avukatlarına yönelik açılan dava iddianamelerine bakıldığında bu iddianamelerle PKK/KCK bağlantısı kurabilmek için hepsinde geniş bir şekilde PKK tarihçesi, Abdullah Öcalan’ın görüşme notlarıyla ilgili olarak basın ve yayın organlarında yer alan haberler, konu ile ilgisi olmasa da bazı gizli tanık beyanları dosyaya eklenerek yapay bir delillendirme yoluna gidildiği görülmektedir.  Dosya kapsamına bakıldığında gazetecilerin işlemedikleri suçlardan dolayı tutuklu kaldıkları görülüyor. Normalde dava konusu dahi edilmeyecek nedenlerden dolayı gazetecilerin tutuklu olmaya devam etmeleri  büyük bir hukuksuzluğa neden olmuştur. Bundan zarar gören sadece gazeteciler değil,  toplumun tamamı büyük zarar görmüştür. Her şeyden önce önemli bir mesleği devam ettiren genç gazetecilerin önü kapatılmak istenilmiştir. Bana göre 3. Ve 4. Yargı paketleri beklenmeden dahi bu gazetecilerin tamamının tahliyesine karar verilmeliydi. Ancak hukuksal anlamda 3 ve 4. Yargı paketlerindeki düzenlemeler dikkate alındığında bunların basın mensuplarının lehine düzenlemeler olduğu görülmektedir. Az önce de belirttiğim gibi gazetecilere yöneltilebilecek suçların tamamı silahlı örgüt propagandası veya toplantı ve gösteri kanununa muhalefet suçunu oluşturabilmektedir. 3.Yargı paketine göre 31.12.2011 tarihine kadar örgüt propagandası ve benzeri suçlardan dolayı açılan davaların ertelenmesine karar verilmesi gerekmektedir.  Çünkü gazetecilerin tamamına yöneltilen suçların tarihi 20.12.2011 öncesidir. Yine 4.Yargı Paketine göre silahlı örgüt propagandasının oluşabilmesi için cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerin meşru göstermek veya övmek gerekli hale gelmiştir. Gazetecilerin haber içeriklerine bakıldığında hiç birinde yasanın tanımladığı anlamda bir suçlama da yoktur.

4.Yargı Paketi olarak adlandırılan kanun tasarısında olmayan bir husus yasa TBMM’de görüşülürken eklendi. Buna göre silahlı örgüt propagandası ve 2911 Sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet suçundan dolayı ceza verilse dahi TCK’nun 220/6. Maddesi gereğince “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen” kişiye örgüt üyeliğinden ceza verilmeyecektir. Her ne kadar gazetecilerin örgüt üyesi/yöneticiliğinden dava açılmış ise de hiçbir gazetecinin örgüt üyeliğinin en önemli unsurları olan hiyerarşik yapıya dahil olma, süreklilik ve örgüte katılma iradesi ile hareket ettiklerine dair delil olmayışı da dikkate alındığında suçun niteliğinin örgüt adına suç şeklinde değerlendirilmesi kuvvetle olasıdır. Bu durumda 4.Yargı Paketiyle bu suç yönünden beraat kararı verilmesi gerekmektedir. Tutukluluğun hukuksal dayanağı da kalmamıştır. 22 Nisan’da yapılacak duruşmalarda tahliye karar verilmesi hukukun bir gereğidir. Bu konuda meclis siyasi iradesini ortaya koymuştur. Mahkemelerin yasa koyucunun bu iradesine karşı koyma noktasında takdir yetkileri de yoktur.

Davanın siyasi organların etkisinde açıldığı konusunda hiçbir kuşku yoktur. Haziran 2011 genel seçimlerinden sonra Oslo görüşmelerindeki tıkanmanın yaşayışı, soruşturmanın giderek MİT müsteşarını kapsar duruma gelişi ve bundan sonraki süreçte hükümetin MİT hakkındaki soruşturmayı durduracak yasal düzenleme yapması, açlık grevleriyle birlikte İmralı’da yeniden görüşmelere başlanması, Öcalan’ın Newroz’da okunan mesajı da dikkate alındığında KCK operasyonları adı altında yapılan operasyonların siyasi dayanağının da kalmadığı görülmektedir. Başta Van ve KESK ve Mersin davalarında  tüm tutukluların tahliyelerine karar verilmesi buna örnektir. Yani hukuksal dayanağı olmayan soruşturmanın siyasal dayanağı da kalmadığından bu davada yargılanan tüm gazetecilerin tahliye olabileceklerini düşünüyorum.

Av. Feyzi Çelik