Geçen kasım ayında çıkan, 14 ilde büyükşehir belediyesi kurulması hakkındaki kanun, hafta sonunda Anayasa Mahkemesi’nden geçti. Yüksek Mahkeme, bir fıkrası hariç, 6360 sayılı bu kanunun anayasaya aykırı olmadığını kararlaştırdı.
30 Mart 2014’ten sonra, Türkiye nüfusunun yüzde 77’sinin oturduğu 30 ilde, adına ‘Büyükşehir’ denilecek yeni bir yönetim birimi kurulacak; yetki sınırı ‘il mülki sınırı’ olan bu birimlerde 1913’te kurulmuş ‘il özel idareleri’ de kalkacak.
Bu kanun yürürlüğe girdiği zaman, nüfusumuzun yüzde 77’si, halkın seçtiği bir başkan ve yine halkın seçtiği meclisin bulunduğu yeni bir yönetim birimiyle yönetilmeye başlayacaktır. Bu yönetim birimine ‘Büyükşehir’ denilmesi, anayasayla çelişmeme kaygısıdır sanıyorum.
Anayasaya uygunluğu onaylanan 37 maddelik kanun, başlıca 5 kısımdan oluşmaktadır:
1/ Adına büyükşehir denilen yeni yönetim birimlerinin ve ilçe belediyelerinin yetki sınırlarının, yeni ilçelerin hangi köy ve mahalleleri kapsayacağının belirtildiği maddeler.
2/ Yeni yönetim birimlerinin (30 büyükşehrin) kırsal ve kentsel alanlardaki yetkilerini belirten maddeler.
3/ Yeni yönetim birimlerinde (30 büyükşehirde) kamu kurum ve kuruluşlarının yatırım ve hizmetlerinin yapılması ve izlenmesi için valiye bağlı olarak kurulan ‘Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı’nın görevleri, yetkilerini belirten maddeler.
4/ Bu yeni duruma göre, mevcut büyükşehir, belediye, il özel idaresi kanunlarıyla İçişleri Teşkilat Kanunu, bütçeden yerel yönetimlere verilen payları düzenleyen kanunlar ile diğer bazı kanunlarda değişiklik yapan maddeler.
5/ Nüfusu 2 binin altında olduğu için tüzelkişiliğine son verilen 559 belediyeye uygulanacak hükümleri ve diğer hususları belirleyen maddeler.
Kanunun bazı hükümlerinin, anayasanın 126 ve 127’nci maddeleri ilkeleriyle tam uyum içinde bulunduğunu söylemek bana göre zordur, bu hususu gerekçeli karar açıklanınca anlayabileceğiz.
Gazete köşe yazısına sığmayacak maddeleri irdelemeye girişmeden, kanun hakkında bazı görüşlerimi yazabileceğim.
Kanun koyucunun bu kanunla amaçladığı husus, 30 ilin bütününe hâkim olacak bir başkan ve meclisin halk tarafından seçilmesidir. Bu temel ilkenin Anayasa Mahkemesi tarafından bozulmamasına gerçekten sevindim.
Hatırlanacağı gibi, 2004 yılında çıkan ‘Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun’ Cumhurbaşkanı’nca anayasaya aykırı görülmüş ve Meclis’e bir kez daha görüşülmesi için iade edilmişti. Hükümet o yasada direnmedi; belediye ve özel idarelerle ilgili kanunları yapabildiği kadar genişleterek çıkardı.
Tabii o günlerden bu günlere kadar da ‘yerinden yönetim’ dendiğinde hükümet anayasaya işaret etti; ‘elimden geleni yapıyorum’ havasına girdi!
Bu kanunun maddelerinin birçok karışıklık çıkaracağı açıktır. Yatırımları İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı ve valiler ile yeni yönetim birimi seçilmiş başkanı arasında birçok anlaşmazlık konuları vardır. Ancak o illerde halkın seçtiği başkan ve meclislere bırakılan kamu hizmeti, bundan sonra her geçen gün artacak, valilere bırakılan işler azalacak, bunlar gerçek sahiplerine zaman içinde bırakılacaktır.
En çok baş ağrıtan husus, imar ve çevre mevzuatıdır. İmar konusu karışık, sık sık değişen, birbiriyle çelişik ve habersiz kanunlarla içinden çıkılmaz hale gelmiştir. Uygulayıcıların gerçeklerinden çok uzak olduğu çevre konusu da bağımsız olarak düzenlenmelidir.
Bugün imar ve çevre meselesi çözülmeden yeni yönetimlerin başarılı ve kişilikli olmaları beklenmemelidir.
Birçok eksiğine ve boşluğuna karşın merkezi idaremizi sarsacak bu kanunun Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmemesini kutluyorum.

Tarhan Erdem/ Radikal