"Darbe girişiminin ilk halkası 17 Aralık"tan 8 sonra asıl darbe girişimi gerçekleşti. Peki!.. 25 Aralık 2013 tarihinde ne oldu? İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş'ın şüpheli olarak kodladığı aralarında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın da olduğu 96 kişiye operasyon yapılabilmiş olsaydı nasıl bir Türkiye olacaktı? Bu soruya TRT 1'de yayınlanan "1'de Sabah" programında Köksal Akpınar'ın hazırladığı özel dosyada cevap arandı.

17 Aralık sözde yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında yapılan operasyonun üzerinden 8 gün geçmemişti ki, bu kez İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş'ın yürüttüğü "soruşturmalar"ın da olduğu anlaşıldı. Akkaş'ın yürüttüğü soruşturmalar, tıpkı 17 Aralık'ta olduğu gibi 1,5 yıl gizli yürütülen ve UYAP'a dahi girilmeyen iki ayrı dosyadan oluşuyordu.

ORHAN GENCEBAY'I ZORLA ŞÜPHELİ YAPTILAR

Aralarında medya yöneticilerinin, 3. köprü, 3. havalimanı gibi büyük projelere imza atan iş adamlarının, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan ve sanatçı Orhan Gencebay'ın da olduğu 96 kişiye, Özel Yetkili Savcı Muammer Akkaş, 25 Aralık sabahı gözaltı kararı aldırdı. Fakat İstanbul Emniyet'in de 17 Aralık darbe girişiminde görev yapan polisler artık bulunmuyordu. Savcı Akkaş'ın gözaltı kararları yeni göreve gelen polisler tarafından uygulanmadı. Peki!.. Muammer Akkaş'ın aynı hakimlerden aldırdığı gözaltı kararlarını İstanbul Emniyeti'nde görevli polisler uygulasaydı neler yaşanacaktı? Türkiye, kısa süre içinde sözde "yolsuzluk ve rüşvet" kılıfı altında seçilmiş meşru hükümetin ortadan kaldırılmasına tanıklık edecekti!..

ERDOĞAN'A "PARALEL YARGIYA TESLİM OL" ÇAĞRISI YAPILACAKTI

Savcı Muammer Akkaş 1,5 yıl boyunca 96 kişiyi aynı hakim kararlarıyla dinlemiş ve aynı polislerle fiziki takip yapmıştı. Savcı Akkaş'ın 25 Aralık sabahı da yine aynı hakim eliyle aldırdığı gözaltı kararları uygulanmış olsaydı, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan, Kısıklı'daki evinden gözaltına alınacaktı. Emniyete götürülürken çekilen görüntüleri basın ile paylaşılacak ve algı operasyonunun ilk adımı atılmış olacaktı. Tıpkı 17 Aralık'ta olduğu gibi, polislerin arama ve el koyma sırasında çektiği görüntüler yazılı ve görsel medyaya servis edilecekti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın "oğlu gözaltında olan bir lider" olduğu, dünyanın önde gelen haber ajansları olayı flaş olarak abonelerine duyuracaktı. Böylece uluslararası kamuoyunda geniş biçimde yer bulması sağlanacaktı. Ülke içinde ise malum çevreler tarafından "Erdoğan'ın istifa etmesi gerektiği" dillendirilecek ve "yargıya teslim ol" çağrıları yapılacaktı.

ÖLDÜRÜCÜ DARBE SELAM TEVHİD OPERASYONU İLE GELECEKTİ

4 bakanı istifa etmiş olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da, oluşturulan kamuoyu baskısına daha fazla dayanamayıp Başbakanlık'tan, Ak Parti Genel Başkanlığı'ndan ve milletvekilliğinden istifa edecekti. Bu durumda 17 Aralık ile başlayan darbe girişiminin, 25 Aralık ile en önemli halkasıyla hükümet devrilmiş olacaktı. Fakat asıl öldürücü darbe ise Ocak ayının ilk haftası Selam Tevhid Kudüs Ordusu soruşturması ile gelecekti. Peki!.. Selam Tevhid Kudüs Ordusu neydi? Gerçekte böyle bir ordu var mıydı? Bu soruların cevabını bulabilmek için 15 yıl geriye gitmek yeterli. Umut davasında, Selam Tevhid örgütü, 28 Şubat darbecileri tarafından masa başında hazırlanan listede yer alan 18 irticai terör örgütünden biriydi. Liste, Türkiye'nin çeşitli yerlerindeki dini grup ve cemaatleri sindirmek, halk nezdinde itibarsızlaştırmak amacıyla hazırlandı. Selam Tevhid örgütüne yönelik 'umut operasyonu' da, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in 'önceden planlanmış' İran gezisini erteletmek, Uğur Mumcu'ya fail bulmak ve İsrail'in politikalarını eleştiren haftalık yayınlanan Selam Gazetesi'ni susturmak amacıyla başlatılmıştı.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN'I VE HAKAN FİDAN'I TERÖR ŞÜPHELİSİ YAPACAKLARDI

İstanbul'da gözaltına alınan Selam Gazetesi mensuplarından bir çakı dahi ele geçirilemedi. Gözaltına alınan sanıklara yedi gün boyunca, silah sunmaları ve emniyet tarafından hazırlanan ifadeleri imzalamaları için ağır işkenceler yapıldı. Sanıkların reddetmesi üzerine, Ankara'da yeni bir grup daha gözaltına alınıyor ve iki grup birleştiriliyordu. Akabinde, bir tarlaya gömülmüş silahlar bulunuyordu. Yargılama sırasında, Hasan Kılıç'ın avukatı Cüneyt Toraman sanıklara isnat edilen ve tarladan çıkarılan silahların Susurluk dosyasındaki kayıp silahlar olduğunu dile getirmiş ve bu savunması, Zaman Gazetesi'nde haber bile yapılmıştı. 2011 yılında başlatılan Selam Tevhid soruşturması da, başından sonuna kadar usulsüzlüklerle dolu olan "Umut Davası"nın temelleri üzerine oturtulmak isteniyordu. Selam Tevhid soruşturma dosyasındaki şüphelilerin tamamı, soruşturma tarihinde başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın çevresindeki ve İsrail'e husumetini açıklamaktan çekinmeyen kişi ve kuruluşlardan oluşuyordu. İnsani Yardım Vakfı (İHH) Başkanı Bülent Yıldırım, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk, Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül başta olmak üzere, kamuoyunun yakından tanıdığı kişi ve kuruluşlar, terör şüphelisi gösteriliyordu.

SELAM TEVHİD SORUŞTURMASINDA 3,5 YIL BOYUNCA TEK BİR KANIT BULAMADILAR

Soruşturma dosyasında, şüphelilerin tek bir terör eylemi söz konusu olmadığı gibi, terör eylemi hazırlığının da söz konusu olmadığı, sahte tutanaklarla terör örgütü görüntüsü verilmeye çalışıldığı ortaya çıkıyordu. Soruşturma dosyasının tevdi edildiği Cumhuriyet savcısının "Takipsizlik kararı" vermesi, bu soruşturmanın başından sonuna kadar düzmece olduğunun çok açık bir kanıtı oluyordu. İş paralel savcının uhdesinden çıkıp da Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin onurlu savcısına geçince, ortada bırakın soruşturmayı suç isnadını gerektirecek en ufak bir kanıtın bile olmadığı ortaya çıkıyordu. 2000 yılı mayıs ayında gerçekleştirilen Umut operasyonu da, 2011'de başlatılan Selam Tevhid soruşturması gibi, İranlı ajanlar bahane edilerek başlatılmış, soruşturmanın ileri aşamalarında İranlı ajanların tamamı buhar olmuştu! Umut operasyonu sırasında "İranlı ajanlar" olmadığı gibi, 2011'de başlatılan Selam Tevhid soruşturmasında da İranlı ajanlar bir türlü bulunamamıştı!.. Ajan diye kodlanan isimler aslında Türkiye'ye gelip, ticaret yapan İranlılar'dan başkası değildi. Zira soruşturmanın gerçek sahibi emniyet ve soruşturmanın amiri savcı da, 3,5 yıl boyunca tek bir kanıt dahi ortaya koyamamıştı.

OCAK'TA ERDOĞAN VE FİDAN GÖZALTINA ALIP TUTUKLAYACAKLARDI

Ama üst akıl planlamayı yapmıştı, plana göre: Birkaç İranlı iş adamının Türkiye'ye olan ziyaretleri, İran Türkiye'de ordu kurmuş gibi lanse edilecek ve Selam Tevhid Kudüs Ordusu soruşturması kapsamında, buraya dikkat tarihi de verelim: Ocak ayının ilk haftası, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan gözaltına alınacaktı. Erdoğan'ı sorgulayacak olan mahkeme gözaltının ardından tutuklama kararı verecek böylelikle iktidar boşluğu yaratılmış olacaktı. Bu paralel yapıya yeter miydi? Elbette… Yetmeyecek ve devamını da getireceklerdi….

MİT TIR'LARI SORUŞTURMASI 17 ARALIK İLE BİRLEŞTİRİLECEKTİ

Senaryonun devamında, sadece Türkiye'yi yönetenlerin değil, Türkiye'nin uluslararası itibarının da hedeflendiği adımlar geliyordu: Bir yandan IŞİD terörü diğer yandan Esad'ın zulmünden çeken Türkmenler'e yardım götüren MİT TIR'larının durdurulması bundan sonraki en kilit adımdı. Senaryoya göre bu TIR'larda silah ele geçirilecek ve Adana'daki MİT bölge başkanlığı tarafından El-Kaide'ye silah yardımı yapıldığı iddiasıyla soruşturma başlatılacaktı.

TÜRKİYE'NİN ULUSLARARASI TİCARETİNE AMBARGO GETİRİLECEKTİ

Yeterli mi? Cevap basit! "Hayır"… Çünkü üst akıla hiçbir şey yetmiyordu. Son kilit adımla, 17 Aralık dosyaları kapsamında İran ile uluslararası hukuka uygun olarak yapıldığı halde ısrarla kovuşturulan altın ticaretiyle ilgili soruşturma, Adana'daki bu soruşturmayla birleştirilecekti. Böylece Türkiye'nin seçilmiş hükümetinin Ortadoğu'daki terörist gruplara silah yardımı yaptığına ilişkin kamuoyu oluşturulacak ve ülke uluslararası kurumların ağır yaptırımlarıyla karşı karşıya bırakılacaktı. Bu soruşturmalar yüzünden Türkiye'nin ticaret yapmasına ambargo getirilecek, uluslararası tüm hesapları dondurulacaktı.

AK PARTİ'YE KAPATMA DAVASI AÇILACAKTI

Uluslararası bankacılık faaliyetleri de askıya alınacaktı. Ayrıca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Adalet ve Kalkınma Partisi'nin hazine yardımı dışında, haksız kazanç elde ettiği savıyla kapatma davası için Anayasa Mahkemesi'ne müracaat edecekti. Zaten kamuoyu algısı oluşturulduktan sonra, kapatılması için bir dizi kampanyalarla mahkemeye baskı kurulacak ve partinin kapatılması sağlanacaktı. Tüm bu olanlardan sonra senaryoya göre atılacak adımlar da bir bir planlanmıştı. Öye ki, kimin ya da kimlerin iktidar koltuğuna oturacağı ve o iktidarın uluslararası ambargoları kaldırmak için hangi ulusal güvenliğimizi tehdit eden hangi tavizlerin verileceği, her şey ama her şey netti.

25 ARALIK'TA YÜZLERCE DİNLEME KARARINI AYNI HAKİMLERDEN ALDILAR

25 Aralık soruşturmasındaki yüzlerce dinleme kararı Süleyman Karaçöl ve Menekşe Uyar isimli hakimlerin imzasıyla alınmıştı. 3.kişi sıfatıyla yasal olmayan bir şekilde iletişimleri tespit edilen Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Bakanlar Binali Yıldırım, Ömer Çelik ve Muammer Güler haklarında hiç bir dinleme kararı olmaksızın uzun süre dinlenen isimlerdi. Ve bu görüşmeler, tape haline getirilip, depolanmıştı.

HUKUKSAL PARAMETRELER KULLANILARAK HÜKÜMETİ DEVİRMEK İSTEDİLER

Eğer 25 Aralık'ta hükümet darbe girişimini görmemiş ve önlem almamış olsaydı, Türkiye'nin 12 yıldaki tüm kazanımları birkaç hafta içinde sona erecekti. Milli İradeye kast eden bu operasyonun parçası olanlar seçilmiş iktidarı devirmeye o kadar çok inanmışlardı ki, polis fezlekelerinde "dönemin Başbakan"ı ifadesini kullanmaktan çekinmemişlerdi. Çünkü 17 Aralık ile başlayan sözde "yolsuzluk soruşturması", hukuksal parametreler kullanılarak hükümeti devirmeye yönelik bir darbe girişimiydi.


Adalet Gündemi