1960’ların devrimci gençlik kuşağından, 1968 kuşağının da çok yakından tanıdığıEngin Dağıstanlı, dönemin öğrenci liderlerini, örgütlülüklerini arkalarından toplamasıyla ünlü, vitrinde hiç görülmemiş adam.. Dün, kimliğini, kişiliğini yansıtan sessizlikle aramızdan ayrılmış.. Oysa kendisi gözünden sakındıklarının dertlerinde değil sadece, gücünün yetebildiği her zorlu işte.. ne yapar eder yerini alır, gereğini yapmayı hep başarırdı...ŞÜKRAN SONER

İTÜ, TMTF patentli dönemin öğrenci eylemlerinin hangisi olduğu, nasıl geliştiği çok fark etmez.. Hızla büyüyen kitleye seslenmekte zorlanan lider çıkacak bir yükseklik bulmuş, ama sesini duyurmak üzere çırpınırken arkadan uzatılan megafonu getirmeyi, zamanında yetiştirmeyi akıl eden Engin’dir. Yükseköğrenim gençliğinin bütününü kucaklayan, bir daha bir benzeri gerçekleştirilemeyen güçlü gençlik örgütlenmesi TMTF’nin 1967’de Adapazarı’nda yapılan kongresinde -ne kadarı ile dış destekli- sağ iktidarların beklentilerine uygun derin devlet operasyonu gündemdeydi. Yörenin köylerinden Türkİslam sentezli silahlı örgütlenmeler kent merkezine taşınmışlardı. Kongre salonu, öğrenci delegelerin kaldıkları oteller polis kuşatmasında. Çok demokratik, günler süren genel kurul çalışmalarının bir an önce bitirilmesi gereği karşısında Engin kendine görev çıkarmış, sabah erken saatlerde otel odalarından delegeleri topluyor, genel kurulu disiplin altında yürütme seferberliğini yürütüyordu... 
Yaşamın her alanına dönük, her dönem toplumsal, bireysel sorumluluk, duyarlılıkları, koşturmacaları hiç eksilmedi.. Kimin ne derdi var, kim hapiste, ailesinin desteklenmesi gerek, kim işsiz kalmış.. Çözüm üretmekte dur durak, yorulmak bilmedi.. En çok kendi sorunlarına, bedenine sorumsuz kalması galiba kaçınılmaz bir sondu.. Harun Karadeniz’in 40. yıldönümü sayfası için aramıştım. Sesi çok yorgundu ama daha telefonu kapatmamla birlikte geri dönüş yapmış, sayfada yer almasını gerekli gördüğü birçok vurgulamayı arka arkaya sıralamıştı.. Kızı dün aramızdan ayrıldığını bildirirken, konuştuğumuzun gecesi yoğun bakıma alındığında Harun’u sayıkladığını aktardı..

***

Oğlumun babası Ahmet Güryüz Ketenci, 1990’da en kötü hücrelisinden akciğer kanserine yakalanmıştı. Erken teşhis şansını İngiltere’de ameliyatla kullanmayı seçmiş, 1960-68 kuşağının toplanabilmiş öğrenci liderlerinin kalabalık yemeği ile uğurlanıyordu.. Yaşama dönüş ya da ölüme gönderme vedası arasında bir garip havada, hepsini en azından ismen tanıdığınız gençlik eylemlerinden gelmiş, sol toplumsal örgütlülüklerde, siyasette de olmuş, toplumsal eylemlerde çok fazla şeyleri paylaşmış dostlar, bir bir söz alıyor, neşe ile hüzün, kahkahaların gürültüsünde birbirine karışmış yaşanmışlıkları canlandırıyorlar, uzun söylevler atıyorlardı.. Yanılsamıyorsam 1960 eylemlerinin Devrim-Yön kadrolarının da öncülerinden Raif Ertem ya da 1968’in işgal konseyi başkanı Bozkurt Nuhoğlu ya da bir başkası.. esprilerine, günün havasına uygun, son noktayı koyuverdi.. 
Engin, sen çok yaşa.. En son öl ki.. cenazemiz ortada, gözümüz arkada kalmasın..”
Bugünün Gezi kuşağının, meslek örgütleri, uzmanlık bağlantılı aralarında fazlaca dolaşmış, katkılarından tanıyabilecekleri Mete Akalın’dan, Engin’in ölüm haberi sonrası telefonda dinlediğim İTÜ ilk eylemleri döneminden bir alıntı. Harun Karadeniz’in başkanlığında Demirel’in üniversitelerine gelişi “Morrison Süleyman..” protestosu yapılacak salonu doldurmuşlar ama daha ilk adımı nasıl atacaklarının kararını verememişler. Mete arkasına bakıyor, yer bulamadığı için en yukarıda trabzana yaslanmış Engin, iri gövdesi ile tavana yakın duruyor.. “Tavanı sıkı tut ki başımıza düşmesin” esprisini patlatınca da, Engin’den tok sesli kahkaha geliyor.. Öğrenciler, tok sesli kahkahayı protesto sinyali olarak algılayıp salona yayıveriyorlar.. 
Günün değerler erozyonunda, Engin Dağıstanlı gibi vitrine oynamadan, çıkar hesabı yapmadan, insan gibi insan olanlar azaldığı içindir mi ki.. Hak arama güçlülüğü, örgütlülüklerinde bir eksiklik, insana aykırı işleyen bir süreç yaşanıyor...