Biliyor musunuz; 
Bizde “pire için yorgan yakmak” diye söylenen laf bu günlerde, bir anayasal düzenleme olan “dokunulmazlık”ların kaldırılması meselesinde konuyu daha iyi anlatabilmek için çok uygun bir örnek.

“-Haydi 'hepimizin' dokunulmazlıklarını kaldıralım!”
Aslında, Anayasa hukuku açısından bu lafın, “Gelin pire için şu yorganı yakalım” demekten pek de farkı yok.
Çok mu iddialı oldu?
Diyeceksiniz ki; “Ama adamların suçu büyükse?”
Tamam, pire de adamın kanını emiyor ama onu yok etmek için sen kalkıp evdeki yorganı yakıyor musun?
Başka çözüm arasana.
*
Türkiye siyasetinde “yolsuzluk” hemen her zaman ana gündem maddesi olmuştur:
“-Yolsuzluk yaptın”
-“Sen alasını yaptın”
-“Çaldıysa vardır bir bildiği”
-“Çalıyorlar ama iş de yapıyorlar”
Bu konu ne zaman gündeme gelse, ardından bir “dokunulmazlık kaldırma edebiyatı” başlar:
“Hodri meydan, hadi bizimkiler de dahil hepimizin dokunulmazlığını kaldıralım!”
“-Kaldırırsın”
“-Kaldıramazsın”

Bu olacak şey değildir tabii…
Esilir, gürlenir ama sonunda bundan bir şey çıkmaz.
Çünkü o dokunulmazlıklar kalkınca o kadar dokunulacak kişi vardır ki siyaset meydanında, iş ciddiye alınıp maazallah bir oylama yapılacak olsa, “kaldırılmasın” oyları her zaman daha yüksek çıkar.

Bilir misiniz, bir zamanlar milletvekili aday adaylarından –sözlerine de güvenemeyip- “Seçilirsem dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet oyu kullanacağım” diye noterden taahhütname de istenmişti. 
Ne yazık ki siyaset kurumu, gösterdiği oynaklık ve çizgisizlik dolayısıyla noterden taahhütler, senet vermeler gibi yollarla inandırıcılık sağlama ihtiyacını duymakta.

Bu, bizim gibi “halen gelişmekte olan” ya da –eskilerin deyimiyle- “mefhum-u muhalifinden”anlaşılacağı üzere, henüz gelişmemiş” ülkelerdeki particiliğin büyük zaafıdır.

Hani “çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz” derler ya…
Ne yazık ki, “particiliğin” bol para olmadan pek yapılamadığı, “bol para”nın her zaman için particinin önünü açtığı bu ortamda “haliyle” her türlü siyasetin içinde “kaynağı pek merak edilmeyen”, öğrenilse bile “üzerine gidilmeyen” durumlar vardır.

Çünkü demokrasisi pek gelişmemiş, yoksulu bol, eğitimi düşük toplumlarda her zaman “bir şeyler dağıtarak” yapılan siyaset,“fikirle” yapılan siyasete müthiş fark atar.
Hatta sırf bu nedenle, az gelişmiş ülkelerdeki siyaset, aslında “para” ile “fikir” arasındaki “yarış”tır bile diyebilirsiniz.

Çünkü çok para, çok propaganda ve “dağıtım” imkanı; “çok propaganda ve dağıtım” imkanı da çok oy yani iktidara giden yol demektir.
Bu yarış, partiler arasında olduğu kadar aynı parti içinde bile vardır.
Lafı çok ön yargılı bulup hemen red etmeyecekseniz, biraz sakince düşünüp siz de bizden ve dünyadan, hem dünden hem bu günden pek çok örnek bulabilirsiniz. 
*
Siyasetteki bu zaaf, maalesef sonuç olarak her şeyi etkileyerek o ülkenin bütün “düzen”ini tartışmalı hale getirir.
Medyası tartışmalıdır,
Bürokrasisi tartışmalıdır,
Hukuku tartışmalıdır…

Peki, o zaman siyasette “fikir mücadelesini” “para”ya ve “bir şeyler dağıtarak yapılan siyasete ezdirmemek için ne yapılması gerekir dersiniz?

Anayasa hukukunun bu iş için bulduğu çözüm, şimdi “sıkıysanız hepimizinkini kaldıralım” diye bahsi geçen “dokunulmazlık” düzenlemesidir.

Demokrasisi az gelişmiş, paranın ve çıkar ilişkilerinin bütün ayarları bozduğu bir ülkede “her şeye rağmen doğru bir şeyler yapmak isteyenleri” “diğer”leri karşısında korumanın tek yolu budur aslında.
İşte böyle bir yapıda, hem iktidara karşı çıkacak hem paçayı kaptırmayayım diyecekseniz, asla “haydi hepimizin dokunulmazlıklarını kaldıralım" diyemezsiniz.

Tutun ki punduna geldi ve o “düzen”, “aman çözümü gökte ararken yerde buldum” dedi ve dokunulmazlıklar tümden kaldırıldı. 
Örneğin yeni bir anayasa yapılırken sizin de bu şiddetli “arzu”nuz kırılmadı ve “madem öyle işte böyle” denip metinden çıkarıldı.

Peki böyle bir ortamda acaba sizin karşısında olduğunuz düzenin “kılıç”ları sürekli kimin tepesinde sallanır?
Düzenle bağdaşık, düzen içi hareket eden iktidar siyasetçilerinin mi? Yoksa yürüyen o düzene karşı, onu sadece fikirleriyle alt etmeye çalışan muhalefet siyasetçilerinin mi?
*
“Efendim, kürsü dokunulmazlığı kalsın, adi suçlarda herkes gibi dokunulur olunsun”.
Bu da yanlıştır ve aynı kapıya çıkar
Diyelim ki kürsüde estin, eleştirdin ve dört duvar arasında kaldığı için sana pek bir şey diyen yok…
Siyasetçi hep Meclis çatısı altında mı yaşar? 
Orada mı konuşur?
Orada söyleyen orada mı kalır?

Peki, ertesi gün; örneğin çok yaşamsal bir oylama olduğu günde, olur ya; senin siyasetçin sabahın beşinde bir adi suç şüphelisi(!) olarak evinden alınıp tutuklanırsa, yani kendisine “dokunulursa” ne olacaktır “milli irade”nin sonucu?
Böyle bir durumda, kürsü dokunulmazlığından yararlanabilmesi için hapisten salıverilip Meclis Kürsüsüne çıkılması mı gerekecektir?
Böyle bir olay onun fikri mücadelesine, hatta kürsüye çıkıp ağzını açmasına bile fiilen engel olmayacak mıdır?

*
Dokunulmazlık, icabında her türlü "makul" gerekçe ile istenen kişiye bal gibi de dokunulan yerlerde, demokrasinin olmazsa olmazı”dır.
Şimdi denecektir ki “efendim şu şu adamlar” göz göre göre suç işliyor, dokunmayalım mı?

Belirli şartlarda dokunulur tabii, ona şüphe yok. 
Ama bu, belirli prosedürlere bağlı ve titizlikle, ciddiyetle uygulanması gereken “istisnai” bir durumdur.
Dokunulmazlığın herkes için kaldırılması yani daha baştan olmaması ise, aslında sadece istisnai durumlarda kabul edilebilecek bir uygulamanın, bu sefer genelleştirilerek, muhalif siyasetçilerin ve onların siyasetlerinin, itiraz ettikleri “düzen” karşısında “korumasız” bırakılmasından başka bir şey değildir.
*
Peki, bu dokunulmazlıkların siyaset dışında adi hırsızı, yolsuzu korumasına ne demeli? Onlar da bu işten yararlanmıyor mu?

Bunun cevabını daha baştan verdik dikkat ettiniz ise; 
Biz de dahil, bizim gibi ülkelerde siyasette her zaman görülen bu sakıncayı gidermenin yolu “dokunulmazlık”ların toptan kaldırılması, siyasetçiye tanınan bir imtiyaz gibi görülmesi değil, -eğer gerçekten bir fikir mücadelesi yapılıyorsa ve bu konuda bir kararlılık varsa- daha baştan, ne örgüte ve ne milletvekilliğine, adı bu tür işlere karışmış kişilerin kabul edilmemesidir.

Üstelik bu iş, ne mahkeme kararı gerektirir ne oylama;
Çoğu zaman “takdiri” kendilerine bırakılan işlerde “lider”in listeye atacağı bir kaç “çizik” meseleyi baştan çözer.
Böylece, sonradan pirelenmeye gerek olmayacağı gibi “yorgan” da kurtulmuş olur.