İlm-i simyacıları bilir misiniz?
Yaklaşık iki bin beş yüz yıl öncelerinden yakın zamanlara kadar; topraktan, kömürden “altın” yapmaya uğraşanlar…

Kökenleri milattan çok öncelere dayanıyor.
“Böyle bir şeyin mantığı olabilir mi?
Bu fikri neye dayandırmışlar, niye bu kadar yıl boyunca uğraşmışlar?” derseniz, araştırdığınızda pek çok kaynakta gerekçelerini bulabilirsiniz; ama ortada bir gerçek var ki o simyacılar bu güne kadar bunun yapılabileceğini çok düşünmüş ve çok uğraşmışlarsa da başaramamışlar.

Yani iki bin beş yüz yıl boyunca kömürü altına çevirememişler.
O zaman kabul etmeliyiz ki; “kömürden altın yapmak” mümkün değildir.

Peki, paramızın giderek eridiği bu dönemde; ya o altın ile birlikte gündeme gelen “döviz” için ne dersiniz?
Kömürden altın yapılmıyor onu anladık da, acaba şu ilm-i simyacıların yöntemleriyle bizim Türk lirasından döviz üretmek mümkün müdür?
Malum, şu anda memleketin en büyük ihtiyacı döviz …
Mesela sisteme bir yandan TL soksan öbür taraftan piyasaya dolar olarak çıksa…
Yerli parayla döviz kazanmak ne hoş olurdu değil mi?

Şimdi bizde döviz üretebilmek için bizim lirayı oradan sıkıyorlar, buradan sıkıyorlar ve bak şimdi memlekete döviz bollaşacak diyorlar.

Bollaşmaz…
Bu ancak ilm-i simyacılık olur.
Borçlanmakla ya da serveti pazara çıkarmakla kalkınma olmaz.
“Ama bak bankaların elini bağlar, faizi bilmem kaça çıkarırsan o zaman bu döviz işi hallolmaz mı?”

Hayır, olmaz.
Olsa olsa, bu milletin bir miktar yastık altı dövizi ortaya çıkar, bir miktar yurt dışındaki hesaplardan içeri gelir. Ama zaten içeriden de gelse, dışarıdan da gelse, onlar zaten “var olan” dövizimiz değil miydi.

“Peki yabancılar da getirmez mi?”
Hah işte şu anda göz ardı edilen, meseleyi buradan çözeriz sanılan konu da burada işte:.
Yabancının senin yükselttiğin faize bakarak getirdiği döviz, borç dövizdir; Bir süre sonra faizi ile birlikte daha büyük delik açarak geri dönecek olan dövizdir.

Pek olmuyor ya; hadi hemen dönmeyecek, yatırıma geldi diyelim. Sen ona iç piyasanı, en güzel arazilerini ya da en gözde kurumlarını “aman yeter ki gelin” deyip üç otuz paraya verdinse, yani örneğin 100 dolar eden malını 30 dolara teslim ettinse kim buna biz memlekete döviz kazandırıcı bir iş yaptık” diyebilir ki?
Hoş, o bile bir gün kazancı ile birlikte “geri dönecek” olan dövizdir.

Bunların hiç biriyle “kendi dövizimiz” artmaz. Oysa bizim şu borçları ödemek, ithalatı karşılayabilmek, ekonomimizi toparlayabilmek için öncelikle “kendi dövizimize” ihtiyacımız vardır.
O döviz de öyle piyasadaki TL’yi oradan buradan sıkmakla değil; bu memlekette bir şeyler üretip o üretileni dışarıya satıp kazanarak olur.

Ama ne yazık ki şimdi yapılanlar, ülkeye döviz kazandırmak için değil; ya şu ara kaçanı caydırmak, ya ülkede kalıcılığı ve ekonomiye maliyeti ne olursa olsun, bir şekilde ülkeye “döviz girişini” sağlamak için yapılmaktadır.

“Kazanç olarak” gelmeyen döviz, ne kadar gelirse gelsin ödünç alınmış dövizdir, günü kurtarsa da “borcu arttıran döviz”dir, en ufak sıkıntıda “gidici” dövizdir.
Gelsin de faizden ne kazanmak isterse o kadar faiz verelim dediğimizde, işin aslı, o ödenen yüksek faizlerle “sermayeden yemektir”.

Şimdi “E ne yani, böyle gelecekse hiç gelmesin deyip ağzımızı havaya mı açalım?” diyenler olacaktır tabii…

Hadi bir örnekle anlatalım:
Diyelim ki size emanet edilen bir bakkal dükkanı var ve iyi işletemediğiniz, burada para kazanamadığınız için raflar bomboş, kasanız tam takır… alacaklılar sırada bekliyor…

Biri çıkıp geliyor, “merak etmeyin ben o kasayı doldururum” diyor.
Sonra da o dükkanın yazar kasasından terazisine, raf sisteminden tavandaki elektrik ampulüne kadar elde kalan ne varsa hepsini ucuz-pahalı demeden satıyor, elektrik-su aboneliklerini kesip depozitolarını geri alıyor ve topladığı parayı gösterip size “bak kasa böyle dolar, eskiden kuruş var mıydı bunun içinde” diye de size öğünçle gösteriyor.

Bu durum aynıyla böyle şimdi bizde …
“Kazanılan döviz var mı ?”
-Yok
“Yastık altındakini çıkarıp borç ödemek bir kazanç mı?, gizli ihtiyatları bile çıkarıp bu yolda yemek değil mi?”
-Evet, halkın gizli ihtiyatlarını yemek
“Faizi aşırı yükseltip yabancı para girişi sağlamak döviz kazanmak mı?
-Hayır, getirdiğinden fazla götüreceği için o da bir kazanç değil…

Peki bunları yapmayıp ölelim mi o zaman?
Ölmeyelim tabii, ama bunu yaparken “sorun yok, işler düzelecek” diye hala eski havalarda devam etmek yerine bizi bu hale getiren yanlış politikalardan keskin bir dönüş yapılması gerektiğini çok açık ve yüksek sesle dillendirerek kabul ve ilan etmek gerekiyor.
Zamana oynamak, borçlanmayı zorlamak asla çözüm olmuyor, aksine çözümü daha da güçleşiyor.
*
Şimdi bu krizin göbeğinde, “ölmemek için” her türlü fedakarlığı yaptık yapmasına da, acaba bu noktadan itibaren bizi bir daha bu durumlara düşürmeyecek, belimizi düzeltecek olumlu bir yola girdik mi?

Ben göremiyorum, gören varsa söylesin…
-Derhal tasarruf önlemleri aldık mı?
“Almadık”
-İnşaat sektörüne yeni yeni işler vermekten vaz geçtik mi?”
“Geçmedik”
-İthal mallarında her hangi bir kısıtlama yapıyor ya da yapabiliyor muyuz?
“Yoo, hiçbir kısıtlama yok”
-Kendi yiyeceğimiz nohutu, bulguru, fasülyeyi, mercimeği bu yıl biz üretelim, seneye dışarıya para vermeyelim diye bir kampanya, bir proje var mı?
“Yok”
-Yatırımları rezidanstan, avm’den, şu anda hiç sırası olmayan işlerden kurtarıp sadece ve sadece üretime yönlendireceğiz. Teşvikse teşvik, ama mutlaka ekonomik yatırım, ithal ikameci yatırım diyebildik mi?
Hayir...

Ya ne diyoruz?
“Biz bu gidişi sürdürebiliriz”

“Sürdürürsünüz ama el alem devasa adımlarla “ilerlerken” siz sadece durumu “sürdürme” derdindeyseniz, bunun sonu “kalkınma” falan değil, “süründürülme”dir.