Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu

Tarih         : 30.04.2014

Esas No    : 2014/144

Karar No   : 2014/307

AATUHK  Md. 35

VUK  Md. 10

 
LİMİTED ŞİRKETİN VARLIĞINDAN TAHSİL EDİLEMEYEN VERGİ ALACAĞININ TAHSİLİNDE TAKİP SIRASI

Limited şirketin mal varlığından tahsil edilemeyen vergi borcuna karşı kanuni temsilciler ile limited şirket ortaklarının sorumluluk durumlarının, aralarında sıralama yapılmasını gerektirecek nitelikte olmadığı gibi Yasa’da da bir öncelik sıralaması yapılmadığından, şirketin mal varlığından tahsil edilemeyen vergi alacağı için şirket ortaklarının takip edilebileceği hk.

İstemin Özeti: Davacının ortağı olduğu (…) Ltd. Şti.’nin vadesinde ödenmeyen Ekim ila Aralık 2000 dönemlerine ilişkin vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi, gecikme faizi ve yargı harcı borçlarının tahsili amacıyla adına düzenlenen ödeme emirleri davaya konu yapılmıştır.

Davayı İnceleyen Vergi Mahkemesi kararıyla; 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 5766 sayılı Kanunla değişik 35. maddesinin 1, 2 ve 3. fıkraları ile 5766 sayılı Kanunla eklenen geçici birinci maddesine değindikten sonra davacının şirkete 12.10.2000 tarihinde ortak olduğu ve 23.05.2005 tarihine kadar bu sıfatının devam ettiği, şirket adına yapılan tarhiyata karşı açılan davanın reddi üzerine düzenlenen 2 no.lu ihbarnamelerin 28.01.2008 tarihinde şirkete tebliğine karşın amme alacağının ödenmemesi nedeniyle düzenlenen ödeme emirlerinin de 23.07.2009 tarihinde şirket müdürüne tebliğ edildiği, ödeme emri içeriği vergi borçlarının ödenmemesi ve dava konusu yapılmaması üzerine ülke çapında şirket malvarlığı araştırması yapıldığı ve şirkete ait her hangi bir malvarlığına rastlanmadığı, 6183 sayılı Yasa’nın 35. maddesinde yapılan değişiklikler ile kamu alacaklarından ikinci derecede sorumlu olan limited şirket ortaklarının sorumlulukları ile ilgili açıklayıcı hükümler getirildiği ve limited şirketin amme borçlarından, eski ve yeni ortakların ne şekilde sorumlu olacakları hususu düzenlendiği gibi diğer taraftan madde ile bu şahıslara sermaye hisseleri oranında müteselsil sorumluluk esası getirildiği, şirketten tahsil imkanı kalmayan amme alacaklarının tahsili için şirket ortaklarının sorumluluğuna gidileceğinin açık olması ve yargı kararları ile kesinleşen borcun adı geçen şirketten tahsili imkanının kalmaması karşısında, borcun doğduğu dönemde şirket ortağı olan davacının hissesi oranında takip edilmesinde ve adına ödeme emri düzenlenmesinde yasal isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.

Davacının temyiz istemini inceleyen Danıştay Dokuzuncu Dairesi, 11.04.2013 günlü ve E. 2010/9949, K. 2013/3284 sayılı kararıyla; şirketten tahsil edilemeyen vergi borçlarının 5766 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi hükmüne dayanılarak 6183 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca davacı adına şirket ortağı sıfatıyla dava konusu ödeme emirlerinin düzenlendiği 6183 sayılı Kanun’un 35. maddesinin 4369 sayılı Kanun’un 21. maddesi ve 5766 sayılı Kanun’un 3. maddesi ile değişik hali, 5766 sayılı Kanun’un yürürlük maddesi olan 27. ve geçici 1. maddelerine değindikten sonra, 5766 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin yürürlüğünün durdurulmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin kararı 14.05.2011 tarih ve 27934 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği görüldüğünden, 5766 sayılı Kanun ile 6183 sayılı Kanun’da yapılan ve vergi borcundan sorumlu tutulan şahıslar hakkında önceden var olmayan bir takım yeni sorumluluk yolları ve kriterleri getiren değişikliklerin, artık henüz tahsil edilmeyen amme alacakları için de geriye yürütülerek söz konusu alacakların tahsiline ilişkin olarak yapılacak işlemlere uygulanma imkanı bulunmadığından, uyuşmazlığın, davacının sorumlu tutulduğu kamu alacağının ait olduğu dönemlerde yürürlükte bulunan 6183 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca çözümlenmesi gerektiği, 6183 sayılı Kanun’un uyuşmazlık konusu olan dönemlerde yürürlükte bulunan 35. maddesinin 4369 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle değişik düzenlemesine göre, ödeme emri ile takip edilen kamu alacakları hangi vergilendirme dönemine ilişkin olarak tahakkuk etmiş ise, şirket hakkındaki kanuni takip yolları tüketilmek koşuluyla bunların ödenmemesinden de yine aynı dönemde ortak olan kişinin sadece ortak olduğu dönemlerle sınırlı olarak sorumlu olacağı sonucuna ulaşıldığı, 213 sayılı Kanun’un 10. maddesi ile 6183 sayılı Kanun’un 35. maddesinin birlikte değerlendirilmesinden; limited şirketin vergi borcunun öncelikle şirketin mal varlığından tahsiline çalışılması, vergi borcunun şirketten tahsilinin olanaksız olduğunun tespit edilmesi halinde ise, vergilendirme ile ilgili ödevleri yerine getirmekle sorumlu bulunmasına karşın, bu ödevleri yerine getirmeyen kanuni temsilcilerin takip edilmesi gerekmekte, şayet kanuni temsilcinin varlığından da vergi borcu tahsil edilemezse, ancak bu aşamada ortağın ilgili olduğu döneme göre sermaye miktarı veya sermaye hissesi göz önünde bulundurularak takip edilmesinin mümkün olduğu, vergi borcunun şirketten tahsilinin olanaksız hale geldiğinin anlaşılması üzerine şirketin kanuni temsilcisi adına ödeme emirleri düzenlendiği, daha sonra ortak olan davacının takip edildiği belirtildiğinden, şirketten tahsil edilemeyen kamu alacağının şirket ortağına başvurulmadan önce şirketin kanuni temsilcisi nezdinde yapılan takibat neticesinde tahsilinin gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği hususunun araştırılması ve bunun sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararı bozmuştur.

Bozma kararına uymayan Vergi Mahkemesi kararıyla; ilk kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeye ek olarak 213 sayılı Kanun’un 10. maddesindeki hükümden de anlaşılacağı üzere kanuni temsilciler, yerine getirmeleri gereken şirkete ait vergisel ödevlerin yerine getirilmemesi nedeniyle sorumlu tutuldukları halde limited şirket ortakları doğrudan doğruya sorumlu tutulduğundan ve kanuni temsilciler borcun tamamından müteselsilen sorumlu oldukları halde ortakların sorumluluğu sermaye payına isabet eden borçlarla sınırlanmış olup, kanuni temsilcilere rücu olanağı sağlanmış iken ortaklara böyle imkan tanınmadığından, iki ayrı sorumluluk durumunun aralarında sıralama yapılmasını gerektirecek nitelikte olmadığı gibi Yasa’da da böyle bir öncelik sıralaması yapılmadığı gerekçesiyle ısrar etmiştir.

Israr kararı davacı tarafından temyiz edilmiş ve asıl borçlu şirket ve şirketin kanuni temsilcisi takip edilmeden, ortaklığından dolayı sorumluluğu nedeniyle takip edilemeyeceği ileri sürülerek bozulması istenmiştir.

Karar: Vergi mahkemesinin kararının ısrar hükmü aynı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

Ancak, vergi mahkemesinin kararı, vergi borcunun şirketten tahsilinin olanaksız olduğunun tespit edilmesi halinde vergilendirme ile ilgili ödevleri yerine getirmekle sorumlu bulunmasına karşın, bu ödevleri yerine getirmeyen kanuni temsilcilerin takip edilmesi gerektiği ve şayet kanuni temsilcinin varlığından da vergi borcu tahsil edilemezse ancak, bu aşamada ortağın takip edilmesinin mümkün olduğu gerekçesiyle bozulmuş olduğundan, uyuşmazlığın esasına ilişkin temyiz incelemesi yapılmamış olup, bu incelemenin Kurulumuzca değil, ilk derece yargı yerince verilen kararları temyizen incelemekle görevli vergi dava dairesince yapılması gerekmektedir.

Bu nedenle, temyiz isteminin ısrar hükmü yönünden reddine, kararın, davanın reddine ilişkin hüküm fıkrası temyizen incelenmek üzere dosyanın Danıştay Dokuzuncu Dairesine gönderilmesine, oyçokluğu ile karar verildi(*).


(*)       KARŞI OY-X: Temyiz isteminin kabulüyle, ısrar kararının Danıştay Dokuzuncu Dairesinin bozma kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçe uyarınca bozulması gerektiği oyu ile karara katılmıyoruz.