DANIŞTAY KARARLARI

Danıştay 3. Dairesi

Tarih    : 25.04.2014

Esas No         : 2013/4133

Karar No  : 2014/1802

KDVK Md. 5, 27

OTEL PERSONELİNE BEDELSİZ OLARAK KONAKLAMA HİZMETİ VERİLMESİ

Otel işletmeciliği yapan şirket tarafından işletme personeline bedelsiz olarak konaklama hizmeti sunulmuş olması hizmetin niteliğini değiştirmeyeceğinden, emsal ücrete göre vergilendirilmesi gerektiği hk.

İstemin Özeti: Otel işletmeciliği faaliyetiyle iştigal eden davacı adına işletme personeline Ocak ila Mayıs 2007 dönemlerinde bedelsiz konaklama hizmeti verildiği halde karşılığında belge düzenlenmediğinin yaygın yoğun denetim sonucunda tespit edilmesi üzerine takdir komisyonunca belirtilen dönemler için re’sen belirlenen matrah dikkate alınarak yeniden düzenlenen beyan tablosu uyarınca 2007 yılının Temmuz ve Ağustos dönemleri için takdir komisyonu kararına salınan bir kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin kaldırılması istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesi; tarhiyata dayanak alınan ve otelde konaklayan işletme personeline ait listenin incelenmesinden, otelde çalışan şahısların hizmet vermek maksadıyla bulunduğu, otelin verdiği konaklama ve diğer hizmetlerinden müşteri sıfatıyla yaralanmadığı, hizmetin gereği olarak kendilerine tahsis edilen odalarda kaldığı, işletmenin ticari kazanç elde etmek maksadıyla verdiği bir hizmet söz konusu olmadığından ortada vergiye tabi bir hizmet de bulunmadığı, bu nedenle davalı idarece de kabul edildiği üzere tamamı personel olan şahısların hizmetin devamlılığı için otelde konaklamaları nedeniyle elde edilmiş bir gelir ya da hizmet sayılacak bir faaliyet olmadığından yapılan tarhiyatta hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle tarhiyatı kaldırmıştır. Davalı idare tarafından; 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 5. maddesi gereğince vergiye tabi hizmetten işletme personelinin karşılıksız yararlandırılmasının da hizmet sayılacağı, aynı Kanun’un 27. maddesine göre ise; bedeli bulunmayan veya bilinmeyen işlemler ile bedelin mal, menfaat, hizmet gibi paradan başka değerler olması halinde matrah, işlemin mahiyetine göre emsal bedeli veya emsal ücreti olduğu, dolayısıyla ortada bedelsiz de olsa bir hizmet söz konusu olduğu, bu hizmetin emsal ücrete göre vergilendirilmesi gerektiği, davacı tarafından ise nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği ileri sürülerek kararın bozulması istenmiştir.

Karar: Temyiz istemine konu yapılan vergi mahkemesi kararının vekalet ücretine ilişkin hüküm fıkrası aynı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Dairemizce de uygun görülmüştür.

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 5. maddesinde vergiye tabi bir hizmetten, işletme sahibinin, işletme personelinin veya diğer şahısların karşılıksız yararlandırılmasının hizmet sayılacağı, 20. maddesinin l. bendinde, teslim ve hizmet işlemlerinde matrahın, bu işlemlerin karşılığını teşkil eden bedel olduğu, 27. maddesinin 2. bendinde, bedelin emsal bedeline veya emsal ücretine göre açık bir şekilde düşük olduğu ve bu düşüklüğün mükellefçe haklı bir sebeple açıklanamadığı hallerde de, matrah olarak emsal bedeli veya emsal ücretinin esas alınacağı kurala bağlanmıştır.

Dosyanın incelenmesinden; davacı şirkete ait otel işletmesinde yapılan yoklama sonucu otel personeline konaklama hizmeti verildiği halde karşılığında herhangi bir belge düzenlemediğinin tespiti üzerine bu konaklamaya ilişkin hizmetin sunulduğu Ocak ila Mayıs 2007 dönemi matrahının 3065 sayılı Kanun’un 5. ve 27. maddeleri gereği resen takdiri için konunun takdir komisyonuna sevk edildiği ve takdir komisyonunca sözü edilen dönemler için belirlenen matrah farkları dikkate alınarak yeniden düzenlenen beyan tablosu uyarınca yapılan vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin kaldırılması istemiyle dava açıldığı anlaşılmaktadır.

Yukarıda yer verilen hükümler ile dosyadaki belgelere göre, şirketin işletme personeline bedelsiz olarak konaklama hizmeti sunduğu tartışmasız olup, ücretsiz olarak sunulmuş olmasının hizmetin niteliğini değiştirmeyeceği, dolayısıyla bu hizmetin yasada belirtilen emsal ücrete göre vergilendirilmesi gerektiği açıktır.

Belirtilen nedenlerle, takdir komisyonunca, personele bedelsiz hizmetin sunulduğu Ocak ila Mayıs 2007 dönemleri matrahının belirlenmesinde hukuka aykırılık bulunmadığından, temyiz istemine konu kararın, sözü edilen dönemler için re’sen takdir edilen dönem matrahlarının hukuka uygunluğunun, bu konuda davacı tarafından ileri sürülen iddialar da gözönünde bulundurularak araştırılıp, ulaşılacak sonuca göre yeniden bir karar verilmek üzere bozulması gerekmiştir.

Açıklanan nedenlerle, davalı temyiz isteminin kabulü ile Vergi Mahkemesinin kararının; vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin kaldırılmasına ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına, oybirliğiyle karar verildi.

 

Yargıtay 23. Hukuk Dairesi

Tarih   : 27.02.2014

Esas No         : 2013/8432

Karar No : 2014/1407

BK Md. 530, 534

4721 s. MK Md. 702

ADİ ORTAKLIKTA DAVA VE TARAF EHLİYETİ

Adi ortaklığın tüzel kişiliği olmadığı gibi, dava ve taraf ehliyeti de yoktur. Adi ortak ile diğer ortaklar arasındaki ilişkiler, vekalet hükümlerine tabi olup, adi ortaklık iştirak kurallarına tabi olduğundan, davanın bütün ortaklar tarafından birlikte açılması gerekir. Ancak tek ortak tarafından davanın açılması halinde, davacıya diğer ortakların davaya katılması veya onaylarının alınıp, kendisine temsil yetkisini vermelerini sağlamak üzere uygun süre verilip, taraf teşkilinin sağlanması gerekir.

İstemin Özeti: Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

Davacı vekili, müvekkili şirket ile dava dışı (...) Ltd. Şti’nin adi ortaklık olarak yüklenici sıfatıyla davalı ile hizmet sözleşmesi yapıldığını, davalının sözleşme gereğince ödemesi gereken ücretin 360 gün üzerinden kararlaştırıldığını, ancak işçilerin 365 gün çalıştığını ve fazla çalışılan 5 gün ücretinin ödenmediğini, bu alacağın tahsili için yapılan icra takibine davalının haksız olarak itiraz ettiğini ileri sürerek, itirazın iptali ile takibin devamına ve icra tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini savunarak, %40 kötü niyet tazminatına hükmedilmesini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre, taraflar arasındaki sözleşmenin ifası sırasında davalının davacı şirkete her ay için 30 gün üzerinden ödeme yaptığı, davacının ödeme yapıldığı tarihlerde bu ödemelere itiraz etmediği 28 ve 31 gün çeken aylarda da davalı şirketin davacıya 30 gün üzerinden ödeme yaptığı, işçi primlerinin de 30 gün üzerinden yatırıldığı, davacının herhangi bir ihtirazi kayıt ileri sürmeden ödemeleri aldığı gerekçesiyle davanın reddine, kötüniyet tazminat talebinin şartları oluşmadığından reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Karar: 1- Dava, 31.12.2008 tarihli hizmet sözleşmesine dayalı tazminat istemine ilişkindir. Anılan sözleşmede hizmet veren olarak dava dışı (...) Ltd. Şirketi de yer almaktadır. Birlikte hizmet vermeyi taahhüt eden bu kişilerin adi ortaklık halinde iş yapmayı yüklendikleri anlaşılmaktadır. Adi ortaklığın tüzel kişiliği olmadığı gibi, dava ve taraf ehliyeti de yoktur. Borçlar Kanunu’nun 530. (TBK 630) maddesinde düzenlendiği üzere, adi ortaklık sözleşmesinde bir hüküm mevcut olmadıkça, adi ortaklığı idare eden ortak ile diğer ortaklar arasındaki ilişkiler, vekâlet hükümlerine tâbidir. Özel bir yetkiyi haiz olmadıkça vekilin, önemli işlemlerden olan davayı açamayacağı BK’nın 388. (TBK 504.) maddesi hükmü gereğidir. Adi ortaklık, iştirak kurallarına tâbi olduğu için, davaların, Türk Medeni Kanunu’nun 702. ve BK’nın 534. (TBK 638.) maddeleri gereğince bütün ortaklar tarafından birlikte açılması gerekir. Ancak, tek ortak tarafından davanın açılmış olması halinde, davacıya diğer ortakların davaya katılması veya onaylarının alınıp, kendisine temsil yetkisini vermelerini sağlamak üzere uygun süre verilmesi ve taraf teşkili sağlanması durumunda, uyuşmazlığın esasının incelenmesine geçilebilir (YHGK’nın 17.01.1990 T. 1990/13-457 E. ve 90/2 Karar sayılı ilâmı; Yargıtay 15. H.D. 18.10.1990 T. 1990/469-4198 sayılı ilâmı). Özetle açıklanan bu hukuksal sebeplerle, davada taraf teşkili sağlanmadan, davanın esasına girilerek karar verilmesi doğru olmadığından kararın bozulması gerekmiştir.

2- Bozma nedenine göre, davacı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.

Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, oybirliğiyle karar verildi.

 

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu

Tarih    : 19.02.2014

Esas No         : 2013/150

Karar No  : 2014/96

VUK Md. 10

AATUHK Md. 35

KANUNİ TEMSİLCİLER İLE LİMİTED ŞİRKET ORTAKLARI ARASINDA KAMU ALACAĞININ TAKİBİ AÇISINDAN ÖNCELİK SIRASI

Ödeme emirlerine konu vergi borcunun ait olduğu dönemde limited şirket ortağı olan ortağın hissesi oranında takip edilebileceği; kanuni temsilciler ile limited şirket ortakları arasında kamu alacağının takibi açısından bir öncelik sırası bulunmadığı hk.

İstemin Özeti: Davacı adına, (...) Ltd. Şti.’nden tahsil imkanı bulunmayan Ocak ila Mayıs 1999 dönemlerine ilişkin katma değer vergisi, Ocak-Mart ve Nisan-Haziran 1999 dönemlerine ilişkin geçici vergi ve 1999 yılına ilişkin ek kurumlar vergisi borcunun tahsili amacıyla ortak sıfatıyla düzenlenen 23, 24 ve 25.11.2006 ile 16.12 ve 26.12.2006 tarihli ve 16356, 16365, 16368, 16371, 16386, 16374, 16377, 16380, 16389, 16392, 16395, 16398, 16401, 16410, 16416, 16455, 16458, 16460, 19527, 16546, 16549, 16404, 16407, 16413, 19546, 19529, 19545, 19528, 19544, 19547, 19548, 19549, 16241, 19543, 19542, 19541, 19540, 19539, 19538, 19537 takip numaralı ödeme emirleri davaya konu yapılmıştır.

Davayı inceleyen Vergi Mahkemesi, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10., 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 35. ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 540. maddesi hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, limited şirketin malvarlığından tahsil imkanı kalmadığı anlaşılan vergi borçlarının öncelikle kanuni temsilcilerden takip ve tahsili gerektiği, bu yola başvurulmadan şirket ortağının takip edilemeyeceği sonucuna ulaşıldığı, kamu borçlusu limited şirketin ortağı olan davacının hissesini tüm hak ve borçlarıyla birlikte 17.05.1999 tarihli noter satış senedi ile bir başka kişiye devrettiği ve bu hususun 20.12.1999 tarihli Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde ilan edildiği, bu durumda kanuni temsilci olmadığı da anlaşılan davacının hisse devrinden önceki borçlardan ortak sıfatıyla sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle ödeme emirlerini iptal etmiştir.

Davalı idarenin temyiz istemini inceleyen Danıştay Dördüncü Dairesi, 13.04.2011 günlü ve E. 2008/696, K. 2011/2260 sayılı kararıyla temyiz istemini reddetmiş ise de; davalı idarenin karar düzeltme istemini kabul ederek önceki kararını kaldırdıktan sonra temyiz istemini yeniden inceleyerek verdiği 17.10.2012 günlü ve E. 2011/7208, K. 2012/5626 sayılı kararıyla; 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunu’nun 35. maddelerinde birbirinden bağımsız olarak kanuni temsilciler ve ortaklar için farklı takip usullerinin öngörüldüğü, kanuni temsilci ve limited şirket ortaklarının takibinde, vergi borcunun öncelikle şirket tüzel kişiliğinden tahsili yoluna gidilmesinin her iki yasal düzenlemenin birbirine paralel hükümleri olduğu, vergi borcunun şirketten tahsilinin mümkün olmaması halinde kanuni temsilci ve ortak arasında bir öncelik sırası bulunmadığı, 6183 sayılı Kanun’un 35. maddesinde, limited şirket ortaklarının şirketten tahsil imkanı bulunmayan amme alacağından sermaye hissesi oranında doğrudan doğruya sorumlu olacaklarının belirtildiği, sözü edilen yasal düzenlemeler karşısında vergi mahkemesinin, şirket hakkındaki takibatın sonuçsuz kalması halinde, öncelikle kanuni temsilci hakkında takip yollarının tüketilip, kamu alacağının tahsil edilememesi halinde, şirket ortağının takibi gerektiği yolundaki gerekçesinin kabul edilemeyeceği, bu durumda, davacının ortaklık sıfatının sona erdiği tarih dikkate alınarak adına ortak sıfatıyla düzenlenen ödeme emirlerinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle kararı bozmuştur.

Bozma kararına uymayan Vergi Mahkemesi; ilk kararında ısrar etmiştir.

Israr kararı vergi idaresi tarafından temyiz edilmiş ve 26.09.1997 tarihinden 17.05.1999 tarihine kadar şirket ortağı olan davacının hissesi oranında düzenlenen ödeme emirlerinde hukuka aykırılık bulunmadığı, yasada, kanuni temsilci ile ortaklar arasında kamu alacağının takibi açısından herhangi bir öncelik sırası öngörülmediği ileri sürülerek kararın bozulması istenmiştir.

Karar: Davacı adına, (...) Ltd. Şti.’nden tahsil imkanı bulunmayan Ocak ila Mayıs 1999 dönemlerine ilişkin katma değer vergisi, Ocak-Mart ve Nisan-Haziran 1999 dönemlerine ilişkin geçici vergi ve 1999 yılına ilişkin ek kurumlar vergisi borcunun tahsili amacıyla ortak sıfatıyla düzenlenen 23, 24 ve 25.11.2006 ile 16 ve 26.12.2006 tarihli ve 16356, 16365, 16368, 16371, 16386, 16374, 16377, 16380, 16389, 16392, 16395, 16398, 16401, 16410, 16416, 16455, 16458, 16460, 19527, 16546, 16549, 16404, 16407, 16413, 19546, 19529, 19545, 19528, 19544, 19547, 19548, 19549, 16241, 19543, 19542, 19541, 19540, 19539, 19538, 19537 takip numaralı ödeme emirlerinin iptali yolundaki vergi mahkemesi ısrar kararı vergi idaresi tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyadaki belgelerden, davacının şirketteki hisselerini 17.05.1999 tarihli noter senediyle devrettiği ve bu hususun 20.12.1999 tarihinde Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde ilan edildiği anlaşılmaktadır.

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 4369 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle değişik 35. maddesinde, limited şirket ortaklarının, şirketten tahsil imkânı bulunmayan amme alacağından sermaye payları oranında doğrudan doğruya sorumlu olacakları ve bu Kanun hükümleri gereğince takip edilecekleri düzenlenmiştir.

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesinde ise tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirileceği, bu kimselerin söz konusu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların, kanunî ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı, temsilciler veya teşekkülü idare edenlerin bu suretle ödedikleri vergiler için asıl mükelleflere rücu edebileceği hükme bağlanmıştır.

Kanuni temsilcilerin sorumluluğu ile limited şirket ortaklarının sorumluluğuna ilişkin yukarıda belirtilen düzenlemeler, bu sorumluluğun koşulları yönünden farklı içerik taşımaktadır. Kanuni temsilciler, yerine getirmeleri gereken şirkete ait vergi ile ilgili ödevlerin yerine getirilmemesi nedeniyle sorumlu tutuldukları halde limited şirket ortakları, doğrudan doğruya sorumlu tutulmuştur. Kanuni temsilciler borcun tamamından müteselsilen sorumlu oldukları halde ortakların sorumluluğu, sermaye payına isabet eden borçla sınırlanmış olup kanuni temsilcilere rücu olanağı tanınmış olmasına karşın, ortaklara böyle bir rücu olanağı tanınmış değildir. Tüm bu nedenlerle iki ayrı sorumluluk durumu aralarında sıralama yapılmasını gerektirecek nitelikte olmadığından Yasada böyle bir öncelik sırası yapılmış değildir.

Bu durumda, davacının, ödeme emirlerine konu vergi borcunun ait olduğu dönemde şirket ortağı olduğu anlaşılmış olup kamu alacağı nedeniyle takip edilebileceği sonucuna varıldığından, vergi mahkemesince, öncelikle kanuni temsilcilerin takip edilmesi gerektiği yolundaki yargıya dayanılarak verilen ödeme emirlerinin iptaline ilişkin ısrar kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüyle, Vergi Mahkemesinin, ısrar kararının bozulmasına, oyçokluğu ile karar verildi(*).

 

(*)         KARŞI OY: Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçe karşısında vergi mahkemesi kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından, istemin reddi gerektiği oyu ile karara katılmıyoruz.

 

Danıştay 9. Dairesi

Tarih  : 17.12.2013                                                   

Esas No         : 2010/7036

Karar No : 2013/12263

6183 s. AATUHK Md. 9

VERGİ İNCELEMESİ TAMAMLANIP CEZALI TARHİYATIN TEBLİĞİNDEN SONRA TEMİNAT İSTENEMEZ

Vergi incelemesi tamamlanarak, cezalı tarhiyatın tebliğinden sonra, mükelleften 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun’un 9. maddesi uyarınca teminat istenmesine hukuki olanak bulunmadığı hk.

İstemin Özeti: Davacı adına, 6183 sayılı Kanun uyarınca teminat istenmesine ilişkin 20.08.2009 tarih ve 22594 sayılı işlemin iptali istemiyle açılan davayı reddeden Vergi Mahkemesi’nin kararının; dilekçede ileri sürülen sebeplerle bozulması istenilmektedir.

Karar: Davacı adına, 6183 sayılı Kanun uyarınca teminat istenmesine ilişkin 20.08.2009 tarih ve 22594 sayılı işlemin iptali istemiyle açılan davayı, davacı şirket hakkında yapılan muhtelif incelemeler sonucunda, 213 sayılı Kanun’un 344. maddesi uyarınca yapılan vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi tarhiyatı yapılan olayda, 6183 sayılı Kanun uyarınca teminat istenmesini gerektiren hal gerçekleştiğinden dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddeden vergi mahkemesi kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 13. maddesinin 1. fıkrasının 1. bendinde; 9. madde gereğince teminat istenmesini mucip hallerin varlığı halinde ihtiyati haciz kararı alınacağı, 9. maddede ise; 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 344. maddesi uyarınca vergi ziyaı cezası kesilmesini gerektiren haller ile 359. maddede sayılan hallere temas eden bir amme alacağının salınması için gerekli muamelelere başlanması halinde vergi incelemesine yetkili memurlarca yapılan ilk hesaplara göre belirtilen miktar üzerinden tahsil dairelerince teminat isteneceği öngörülmüştür. Buna göre, ancak vergi incelemesinin devam ettiği durumlarda yapılan ilk hesaplamalara göre teminat istenebilecek ve ihtiyati haciz kararı alınabilecektir. İnceleme sonuçlanıp, tarhiyat yapıldıktan sonra bu düzenleme uyarınca teminat istenmesi söz konusu olmayacaktır. Diğer bir deyimle, 9. madde uyarınca ilgililerden teminat istenilebilmesi için incelemenin henüz tamamlanmamış olması gerekmektedir.

Olayda da, yapılan inceleme sonuçlandırılarak davacı şirket adına cezalı tarhiyatlar yapılıp tebliğ edildikten sonra anılan Kanun’un 9. maddesi uyarınca teminat istenildiğinden, tesis edilen işlemde ve buna karşı açılan davayı reddeden Vergi Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, davacı temyiz isteminin kabulü ile Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 gün içinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.


Yazarlar :
'- -'