DANIŞTAY KARARLARI

Yargıtay 21. Hukuk Dairesi

Tarih    : 14.01.2013

Esas No         : 2011/6517

Karar No  : 2013/84

5521 s. İş Mah. K. Md. 5

İŞ MAHKEMELERİNDE AÇILACAK DAVALARDA YETKİLİ MAHKEME

İş mahkemelerinde açılacak her dava, açıldığı tarihte dava olunanın yerleşim yeri mahkemesinde bakılabileceği gibi, işçinin işini yaptığı işyerinin bulunduğu yer mahkemesinde de bakılabilir.

İstemin Özeti: Davacı, geçirmiş olduğu kazanın iş kazası olduğunun tespitiyle aksi yöndeki Kurum işleminin iptaline karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Karar: Dava, davacının eşi (S)’nin 05.04.2006 tarihinde geçirmiş olduğu kazanın iş kazası olduğunun tespiti istemine ilişkindir.

Mahkemece, davacının eşi 34000… sigorta sicil numaralı (S)’nin 05.04.2006 tarihinde maruz kaldığı olayın iş kazası olduğunun tespitine karar verilmiş olup dava yetkisiz mahkeme tarafından görülmüştür.

Mahkeme kararı davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyadaki kayıt ve belgelerden; davacının eşi 34000… sigorta sicil numaralı (S)’nin davalı (K) Türk Denizcilik Ltd. Şti.’ne ait (H) gemisinde güverte Lostromosu olarak çalışırken Ukrayna-Mairupol Limanında 05.04.2006 tarihinde geçirdiği kaza sonucunda malul kaldığı, 02.01.2008 tarihli soruşturma raporunda davacının eşinin 05.04.2006 günü liman dışında çarşı izninde gaspa yönelik uğradığı saldırı olayının 506 sayılı Yasa’nın 11. maddesine göre iş kazası olmadığı sonuç ve kanaatine varıldığının bildirildiği, Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 24.05.2007 tarihli raporunda (S)’nin vücut fonksiyon kaybının % 70 olduğunun bildirildiği anlaşılmaktadır.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 5. maddesinde “İş Mahkemelerinde açılacak her dava, açıldığı tarihte dava olunanın Türk Medeni Kanunu gereğince ikametgâhı sayılan yer mahkemesinde bakılabileceği gibi işçinin işini yaptığı işyeri için yetkili mahkemede de bakılabilir. Bunlara aykırı sözleşmeler muteber sayılmaz” hükmü öngörülmüştür. Görülüyor ki madde de önce davalının yerleşim yeri mahkemesinde açılacağına ilişkin Usul Kanununda öngörülen genel kural tekrarlanmış, bununla yetinilmeyerek davanın işçinin işini yaptığı işyerinin bulunduğu yer İş Mahkemesinin de yetkili olduğu hükme bağlanmıştır. İşçiyi korumak ve kolaylık sağlamak amacıyla düzenlenen bu özel yetki kuralı uyarınca sigortalı işçi (veya işveren) seçimlik hakka sahip bulunmakta, davayı dilerse davalının yerleşim yerinde, dilerse işini yaptığı işyerinin bulunduğu yer mahkemesinde açabilmektedir.

Somut olayda; davacının eşinin işini yaptığı işyeri kazanın meydana geldiği yer olan Ukrayna’dır. Davalı (K) Ltd. Şti.’nin ikametgahı Kıbrıs ve davalı SGK Başkanlığı’nın ikametgahı ise Ankara olup Kurumun şubeleri bulunmaktadır. Ancak Kurum şubelerinin bulunduğu yer mahkemesinin yetkili sayılabilmesi için Kurum şubesinin yaptığı bir işlemin bulunması gerekir. Davaya konu olayda Kurumun Trabzon şubesi tarafından yapılan bir işlem bulunmamaktadır.

Bu nedenle, Trabzon SGK İl Müdürlüğü tarafından yapılan bir işlem bulunmadığından, davacının işini yaptığı işyeri Trabzon’da olmadığı gibi davalıların ikametgahı da Trabzon’da bulunmadığından yetkisiz mahkemece davaya bakılması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına, oybirliğiyle karar verildi.

 

Danıştay 4. Dairesi

Tarih    : 23.11.2012

Esas No         : 2011/6085

Karar No  : 2012/6996

İYUK Md. 31

YASAYA UYGUN YAPILMAYAN TEBLİGAT

Bildirilen son adrese yapılması gerekirken hapiste olan eski temsilciye yapılan ihbarname ve ödeme emirlerine ilişkin tebligatın, yasaya uygun olduğundan ve söz konusu tebligatlar üzerine vergi borcunun kesinleşerek tahsil edilebilir aşamaya geldiğinden söz edilemeyeceği hk.

İstemin Özeti: Davacı şirketin kesinleşmiş muhtelif borçları bulunduğundan bahisle (34 ...) plakalı aracı üzerine tesis edilen haczin kaldırılması istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesinin kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek kararın bozulması istenilmektedir.

Karar: Davacı şirketin kesinleşmiş muhtelif borçları bulunduğundan bahisle (34 ...) plakalı aracı üzerine tesis edilen haczin kaldırılması istemiyle açılan davayı reddeden Vergi Mahkemesi kararı temyiz edilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinde, bu Kanun’da hüküm bulunmayan hususlarda, hakimin davaya bakmaktan memnuniyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabulü teminat, mukabil dava, bilirkişi, keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların mahkemelerin sükununu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemlerde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanacağı, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 38. maddesinde, davaya ehliyetin Medeni Kanun ile tayin olacağı, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 407. maddesinde, bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkum olan her erginin kısıtlanacağı, 413. maddesinde, vesayet makamının, bu görevi yapabilecek yetenekteki bir ergini vasi olarak atayacağı, 462. maddesinin 8. bendinde de, acele hallerde vasinin geçici önlemler alması yetkisi saklı kalmak üzere dava açma, sulh olma, tahkim ve konkordato yapılması için vesayet makamının izninin gerekli olduğu, Tebligat Tüzüğünün 16. maddesinde, tebligatın kanuni mümessili bulunanların mümessillerine yapılacağı, kanuni mümessili olmayıp da bulunması gerekenlere usulü dairesinde kanuni mümessil tayin edileceği, 25. maddesinde ise bir sene veya daha ziyade hürriyeti bağlayıcı ceza ile mahkum olanlara ait tebligatın 16. madde mucibince yapılacağı hükümlerine yer vermiştir.

Dosyanın incelenmesinden, mahkemece hapiste bulunan şahsa yapılan tebligatın yasaya uygun olup olmadığı araştırılmadığı gibi davacı tarafından verilen 02.05.2006 tarihli dilekçeyle yeni adres bildirilmiş olması ve buna ilişkin olarak 15.05.2006 tarihli Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edilen 28.04.2006 tarihli Ortaklar Kurulu Kararının ibraz edilmiş olması karşısında ihbarname ve ödeme emirlerine ilişkin tebligatın bu adrese yapılması gerekirken hapiste olan eski temsilciye yapılan tebligatın yasaya uygun olduğundan ve söz konusu tebligatlar üzerine vergi borcunun kesinleşerek tahsil edilebilir aşamaya geldiğinden söz edilemeyeceğinden dava konusu haciz işleminde ve buna karşı açılan davayı reddeden mahkeme kararında yasaya uyarlık görülmemiştir.

Bu nedenle, davacının temyiz isteminin kabulüne ve Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına, oybirliğiyle karar verildi.

 

Danıştay 3. Dairesi

Tarih    : 08.11.2012

Esas No         : 2010/2335

Karar No  : 2012/3569

VUK Md. 10

YÖNETİM KURULU ÜYELİĞİNİN SONA ERDİĞİNİN DİLEKÇE İLE VERGİ DAİRESİNE BİLDİRİLMİŞ OLMASI HALİNDE, TESCİL VE İLAN GEREKLİ OLMAKSIZIN DİLEKÇE TARİHİ İTİBARİYLE KANUNİ TEMSİLCİLİK SIFATININ SONA ERECEĞİ

Yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldığı, üçüncü kişi konumundaki vergi dairesinin ödeme emri düzenlenmesinden önceki tarihli dilekçe ile bilgisine giren yönetim kurulu üyesinin kanuni temsilcilik sıfatının, dilekçe tarihi itibarıyla sona ereceği ve söz konusu tarihten sonraki dönemlere ait vergi borçlarının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emirlerinin iptali gerektiği hk.

İstemin Özeti: Davacının yönetim kurulu üyesi olduğu anonim şirketten tahsil edilemeyen 2007 Nisan ila Kasım dönemlerine ilişkin gelir (stopaj) vergisinin tahsili amacıyla 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesi gereğince adına düzenlenen 21.07.2009 tarih ve 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8 numaralı ödeme emirlerinin iptali istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesi kararıyla; kanuni temsilcinin sorumluluğuna gidilebilmesi için kamu alacağının kanuni temsilcinin görevde bulunduğu dönemde ve kanuni ödevlerin yerine getirilmemesinden kaynaklanmasının gerektiği olayda; davacının yönetim kurulu üyesi olduğu (...) A.Ş’deki yönetim kurulu üyeliğinin 05.05.2007 tarihinde sona erdiği ve dava konusu ödeme emirleri içeriği vergi borçlarının da bu tarihten sonraki kanuni ödevlerin yerine getirilmemesinden kaynaklanması nedeniyle dava konusu ödeme emirlerinde hukuka uygunluk görülmediği gerekçesiyle iptaline karar vermiştir. Vergi dairesi müdürlüğünce davacının yönetim kurulu üyeliğinin başlangıç ve sona ermesiyle ilgili olarak ticaret sicilinde tescil ve ilan işlemlerinin yapılmaması nedeniyle ödeme emrine konu vergi borçlarından sorumlu olduğu ileri sürülerek kararın bozulması istenmiştir.

Karar: Yönetim kurulu üyesi olduğu anonim şirketten tahsil edilemeyen 2007 Nisan ila Kasım dönemlerine ilişkin gelir (stopaj) vergisinin davacıdan tahsili amacıyla 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesi gereğince adına düzenlenen ödeme emirlerini iptal eden Vergi Mahkemesi kararı temyiz edilmiştir.

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesinde; tüzel kişilerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevlerin yerine getirilmemesi yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı kurala bağlanmıştır. Maddede öngörülen sorumluluk; kanuni temsilciliğin devamı süresince söz konusu olup bu sıfatın kazanıldığı tarih ile yitirildiği tarih arasında kalan dönemde yerine getirilmesi gereken vergilendirme ödevleriyle sınırlıdır.

Olay tarihinde yürürlükte bulunan Türk Ticaret Kanunu’nun 317. maddesinde, anonim şirketin yönetim kurulu tarafından yönetileceği ve temsil olunacağı, 323. maddesinde yönetim kurulunun şirketi temsile yetkili kimseleri tescil edilmek üzere ticaret siciline bildireceği, 300. maddesinde ise yönetim kurulu üyeleriyle şirketi temsile yetkili kimselerin ad ve soyadları, ikametgâh ve tabiyetlerinin tescil ve ilan edileceği kurala bağlanmıştır. Aynı Yasa’nın 33. maddesinin 1. fıkrası, tescil ve ilan edilmiş konulardaki her türlü değişikliğin de tescil ve ilanını; 38. maddesinin 1. fıkrası ticaret sicil kayıtlarının nerede bulunursa bulunsun, üçüncü kişiler hakkında kaydın tescili ve gazetede ilan edildiği tarihten itibaren hüküm ifade edeceğini; 39. maddesinin 2. fıkrası ise, tescili lazım geldiği halde tescil edilmemiş veya tescil edilip de ilanı gerekirken ilan edilmemiş olan bir hususun ancak bunu bildikleri ispat edilmek şartıyla üçüncü şahıslara karşı dermeyan edilebileceğini öngörmüştür.

Yukarıda sözü edilen yasa hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, yönetim kurulu üyesi olarak seçilen ve bu durumu tescil ve ilan edilen kişinin herhangi bir sebeple kanuni temsilcilik sıfatının sona ermesi halinde bu hususun tescil edilip, Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde ilan edilinceye kadar üçüncü şahıslar nezdinde hukuki sonuç doğurmayacağı, ancak yönetim kurulu üyesi seçilme ve sona erme durumları sicilde tescil ve ilan edilmeyen kişinin ancak bu görevinin sona erdiğinin bilinmesi halinde tescil ve ilan gerekli olmaksızın üçüncü kişilere karşı ileri sürülebileceği ve davalı idarenin de yasada belirtilen üçüncü kişilerden sayılacağı anlaşılmaktadır.

Dosyadaki belgelerden, davacının 28.06.2001 tarihinden 05.05.2007 tarihinde yapılan 2006 yılı Olağan Genel Kurul Toplantısına kadar (...) A.Ş.’de temsil ve ilzama yetkili şekilde yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığı, bu dönemde alınan hiç bir kararın ticaret sicilinde tescil ve ilan edilmediği, söz konusu şirketçe dava konusu ödeme emirlerinin düzenlendiği tarihten önce 22.01.2009 günlü dilekçeyle kuruluştan o güne kadar yönetim kurulu üyelerinin dökümüne ilişkin listenin davalı idareye bildirildiği, buna göre her ne kadar davacının yönetim kurulu üyeliğinin sona ermesi ticaret sicilinde tescil ve ilan edilmese de, bu durumun davalı idarenin bilgisi dahilinde olduğu açıktır.

Bu durumda, söz konusu dilekçe içeriğine göre 07.05.2007 tarihi itibarıyla yönetim kurulu üyeliğinden ayrılmış olduğu üçüncü kişi konumunda olan davalı idare bilgisine giren davacının kanuni temsilcilik sıfatının 6762 sayılı Kanun’un 39. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bu tarih itibariyle (07.05.2007) sona erdiği anlaşıldığından, söz konusu tarihten sonraki dönemlere ilişkin vergi borcunun tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emirlerini yazılı gerekçeyle iptal eden Vergi Mahkemesi kararı sonucu itibarıyla hukuka uygun görülmüştür.

Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin reddine, oybirliğiyle karar verildi.

 

Danıştay 3. Dairesi

Tarih    : 25.09.2012

Esas No         : 2010/4340

Karar No  : 2012/3047

6183 s. AATUHK Md. 102, 103

ZAMANAŞIMI SÜRESİNİ KESMEK İÇİN YAPILAN CÜZ’İ ÖDEMELER

Zamanaşımı süresinin dolmasından önce yapılan cüz’i tutardaki ödemelerin mükellef tarafından yapıldığının kabulünün ticari icaplara uygun düşmediği, söz konusu ödeme nedeniyle tahsil zamanaşımı süresinin kesildiğinden bahsedilmesine olanak bulunmadığı hk.

İstemin Özeti: Davacının kanuni temsilcisi olduğu limited şirketten tahsil edilemeyen 2000 yılına ilişkin kurumlar vergisi, katma değer vergisi, fon payı, vergi ziyaı cezası ve gecikme faizinden oluşan kamu alacağı nedeniyle 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesi uyarınca adına düzenlenen 06.11.2009 gün ve 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12, 13, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31, 32, 39, 41, 43, 46, 47, 48, 49, 50 ve 51 takip numaralı ödeme emirlerinin iptali istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesinin kararıyla; şirket adına, komisyon karşılığı sahte fatura ticareti yaptığı yolundaki inceleme raporlarına dayanılarak salınan vergi ve kesilen cezaların şirketten tahsilinin imkansız hale geldiği sonucuna varılarak dava konusu ödeme emirlerinin düzenlendiği, ancak, tescil ve ilan edilmemiş olmasına karşın 18.10.2000 tarih ve 5 sayılı ortaklar kurulu kararı, Adana (…) Noterliğinin 18.10.2000 tarih ve 26863 yevmiye numaralı hisse devir senedi ve söz konusu şirket hakkında düzenlenen 28.03.2002 tarihli vergi tekniği raporunda bulunan tespitlerden, davacının 18.10.2000 tarihinden itibaren şirketteki bütün hisselerini devrettiği dolayısıyla şirketle hiçbir ilişkisinin kalmadığı ve bu tarihten sonra şirketi idare ve temsile yetkili kılınmadığı anlaşıldığından kanuni temsilcilik sıfatının sona ermesinden sonra doğan vergilerin ödenmesi ve beyannamelerin verilmesi hususunda sorumluluğunun bulunmadığı dikkate alındığında, Ekim ila Aralık 2000 dönemlerine ait katma değer vergisi, vergi ziyaı cezası ve gecikme faizi, Ekim-Aralık 2000 dönemi için aranmayan geçici vergi üzerinden kesilen vergi ziyaı cezası ve hesaplanan gecikme faizi, 2000 yılına ilişkin kurumlar vergisi, vergi ziyaı cezai, gecikme faizi ve hesaplanan fon payından oluşan kamu alacağı nedeniyle sorumlu tutulması mümkün olmadığı gibi, Ekim-Aralık 2000 dönemi için aranmayan geçici vergi üzerinden hesaplanan gecikme faizi, 2000 yılı özel usulsüzlük cezası ve Ekim 2000 dönemi katma değer vergisi borcu için cebri takip prosedürü tamamlanmaksızın davacı hakkında takibe başlandığı anlaşıldığından söz konusu dönemlere ilişkin olarak düzenlenen ödeme emirlerinde hukuka uygunluk görülmediği, şirket hakkında takip yollarının usulüne uygun olarak tüketilmesi neticesinde Ocak ila Eylül 2000 dönemlerine ait katma değer vergisi, vergi ziyaı cezası ve gecikme faizi, Ocak-Haziran 2000 dönemi için aranmayan geçici vergi üzerinden kesilen vergi ziyaı cezası ve hesaplanan gecikme faizi ile Temmuz-Eylül 2000 geçici vergi dönemi için hesaplanan gecikme faizinden oluşan kamu alacağının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emirlerinde ise hukuka aykırılık bulunmadığı, öte yandan 48 takip numaralı ödeme emrinin mükerrer olarak düzenlenmesi nedeniyle idarece iptal edildiği gerekçesiyle, 11, 12, 13, 30, 31, 32, 39, 43, 47 ve 51 takip numaralı ödeme emirlerinin iptaline, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 41, 46, 49 ve 50 takip numaralı ödeme emirleri yönünden davanın reddine, 48 takip numaralı ödeme emrinin iptali istemi hakkında ise karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Davalı idare, davacının müdürlük sıfatının sona erdiği hususunun tescil ve ilan edilmediğini, kanuni temsilcilik sıfatı devam eden davacı adına düzenlenen ödeme emirlerinde hukuka aykırılık bulunmadığını ileri sürerek ödeme emirlerinin iptaline ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasını istemiştir.

Karar: Davacının kanuni temsilcisi olduğu limited şirketten tahsil edilemeyen 2000 yılına ilişkin kamu alacağı nedeniyle 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesi uyarınca adına düzenlenen ödeme emirlerinin iptaline ilişkin hüküm fıkrası temyiz edilmiştir.

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 102. maddesinin 1. fıkrasında, amme alacağının, vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren beş yıl içinde tahsil edilmemesi halinde zamanaşımına uğrayacağı, 103. maddesinde ise tahsil zamanaşımını kesen nedenler hükme bağlanmış olup, 1. fıkrasının 1. bendinde de “ödeme” tahsil zamanaşımını kesen nedenler arasında sayılmıştır.

Mahkemelerince 21.01.2010 tarihinde verilen ara kararı üzerine davalı İdare tarafından dosyaya sunulan belgelerin incelenmesinden, iptal edilen ödeme emirleri içeriği kamu alacakları için daha önce şirket adına düzenlenen ödeme emirlerinin 07.07.2003 tarihinde ilanen tebliğ edildiği, 22.11.2008 tarihinde ise her kamu alacağı için ayrı ayrı olmak üzere 1 kuruş ödeme yapıldığı anlaşılmaktadır.

22.11.2008 tarihinde yapılan 1 kuruş tutarındaki ödemenin davacı tarafından yapıldığının kabulü iktisadi icaplara uygun düşmediği gibi hayatın olağan akışına göre normal bir durum da sayılamayacağından söz konusu ödeme nedeniyle zamanaşımı süresinin kesildiğinden bahsedilmesine olanak olmayıp, ödeme emirlerinin ilanen tebliğinin ardından zamanaşımını kesen herhangi bir durumun ortaya çıkmadığı da dikkate alındığında, tahsil zamanaşımı süresinin dolduğu ve 31.12.2008 tarihine kadar tebliğ edilmesi gereken vergi ve cezalara ilişkin ödeme emirlerinin, zamanaşımı süresinin dolmasından sonra, 14.12.2009 tarihinde davacıya tebliğ edildiği açıktır.

Bu durumda, 16.04.1999 tarihinde tescil edilen ve 30.04.1999 tarihinde ticaret sicil gazetesinde yayımlanan şirket ana sözleşmesiyle ilk yirmibeş yıl için şirketi temsil ve ilzama yetkili kılınan davacının kamu alacağının ilgili olduğu döneme ilişkin vergi ödevlerinin yerine getirilmesi konusunda yetki ve sorumluluğu devam ettiğinden, vergi mahkemesinin, davacının kanuni temsilciliğinin sona erdiği yolundaki yargısında hukuka uygunluk bulunmamakla birlikte, takip edilen kamu alacağının zamanaşımına uğraması karşısında ödeme emirlerinin iptaline ilişkin hüküm fıkrasında sonucu itibarıyla hukuka aykırılık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin reddine, oyçokluğuyla karar verildi(*).

 

(*)         KARŞI OY: Yargılama Hukukunda, yargı (hüküm), uyuşmazlığı çözmekle görevli ve yetkili yargı yerinin, yargılama sürecinin sonunda ulaştığı “sonuç”tur. Yargı yerinin bu sonuca ulaşırken bir gerekçeye dayanması, hem Anayasamızda, hem de Yargılama Hukukumuzda yer alan ilkelerdendir. Gerekçe, hakimin, önüne gelen uyuşmazlıkla ilgili olarak saptadığı maddi olgular ile verdiği hüküm arasındaki hukuki değerlendirmedir. Başka bir deyişle gerekçe, maddi olgular ile hüküm fıkrası arasındaki köprüdür. Gerekçe, aynı zamanda kararın hukuka uygun olup olmadığının denetlenmesine de olanak tanır. Yargı kararlarının mutlaka gerekçeli olması gerektiği yolundaki ilkenin amacı da budur. Bunun yanında; kararda, hakimi uyuşmazlığın çözümünde tek başına yargıya götürmeye yeterli bir gerekçe gösterilmiş iken, farklı ikinci bir gerekçeye daha dayanılması, yargı yerinin ilk gerekçeye ve bunun sonucu olan yargıya güvensizliğini gösterdiği gibi, tarafların, aralarındaki uyuşmazlığın adilane bir çözüme kavuşturulduğu konusundaki inançlarını da zedeler.

             Vergi mahkemesi kararının, ödeme emirlerinin iptaline ilişkin hüküm fıkrası, biri, cebri takip prosedürünün tamamlanmadığı; diğeri ise, kanuni temsilci sıfatının sona ermesi nedeniyle takip edilen kamu alacağından sorumlu tutulamayacağı şeklinde iki ayrı gerekçeye dayanmıştır. Söz konusu hüküm fıkrası bu haliyle, Yargılama Hukuku kurallarına aykırı ve yukarıda açıklanan sakıncaları doğurabilecek nitelikte olduğundan, isabetli görülmemiştir.

              Bu bakımdan; temyiz isteminin bu yönden kabul edilerek mahkeme kararının sözü edilen hüküm fıkrasının bozulması gerektiği oyu ile Dairemiz kararına katılmıyorum.

Yazarlar : '- -'