DANIŞTAY KARARLARI

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu

Tarih : 13.11.2013

Esas No : 2012/353

Karar No  : 2013/546

VUK Md. 10

KANUNİ TEMSİLCİLERİN TÜZEL KİŞİLERİN VERGİ VE BUNA BAĞLI ALACAKLARDAN DOLAYI SORUMLULUKLARI, KANUNİ TEMSİLCİ OLDUKLARI SÜRE İLE SINIRLIDIR

Kanuni temsilcilerin, tüzel kişilerin vergi ve buna bağlı alacaklardan dolayı sorumlu tutularak takip edilebilmeleri için bu kişilerin borcun ait olduğu dönemde kanuni temsilci olmaları gerekmekte olup, sorumlulukları kanuni temsilci oldukları süre ile sınırlıdır.

İstemin Özeti: (…) A.Ş.’nin vadesinde ödenmeyen ve şirketten tahsil olanağı kalmayan (…) ila (…) yıllarına ilişkin katma değer vergisi, geçici vergi, gelir (stopaj) vergisi ve damga vergisinden oluşan kamu alacağının tahsili amacıyla davacı adına kanuni temsilci sıfatıyla düzenlenen (…) tarih ve (…) ila (…) takip numaralı ödeme emirlerinin iptali istemiyle dava açılmıştır.

Davayı inceleyen Vergi Mahkemesi kararıyla; asıl borçlu anonim şirket hakkında borcun kesinleştiği ve yapılan takibat sonucunda, kamu alacağının şirketten tahsil imkanı kalmadığı anlaşıldığından kanuni temsilcilerin sorumluluğuna gidilebileceği, dava konusu ödeme emirleri içeriğinde yer alan borçların davacının şirketi temsile yetkili kılındığı dönemlere ait olduğu gerekçesiyle davayı reddetmiştir.

Davacının temyiz istemini inceleyen Danıştay Dokuzuncu Dairesi’nin kararıyla; Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre, bir şahsın anonim şirketi kanuni temsil yetkisinden bahsedebilmek için söz konusu kişinin yönetim kurulu üyesi olması veya yönetim kurulunca müdür olarak görevlendirilmiş yönetim kurulu üyesi olması ya da yönetim kurulu üyesi olmamakla birlikte yönetim kurulunca müdür olarak görevlendirilmiş olması gerektiği, borçlu anonim şirketin (…) ila (…) dönemlerine ait vergi borçlarının şirketten tahsilinin mümkün olmaması nedeniyle kanuni temsilci sıfatıyla davacı adına ödeme emri düzenlenmiş ise de (…) Noterliği’nin (…) tarih ve (…) sayı ile onayladığı sirkülerden, davacının (…) döneminde şirketin yönetim kurulu üyesi olmadığı, genel müdür yardımcısı olarak ikinci derece imza yetkisine sahip olduğu, (…) tarihinde yönetim kurulu üyeliğine seçildiği ancak yine ikinci derece imza yetkisine sahip olduğu, (…) tarihinde yönetim kurulu üyeliğinden ayrıldığı, (…) tarihinde ise genel müdür yardımcısı olarak ikinci derece imza yetkisine sahip olduğu, davacıya verilen genel müdür yardımcılığı unvanı ile ikinci derece imza yetkisinin, kanuni temsilci sıfatını kazandırması mümkün bulunmadığından, dosya içeriğindeki belgelerin mahkeme kararında değerlendirilerek, gerekli görülecek tüm belgeler davacı ve davalı idare ile Ticaret Sicil Memurluğundan temin edilmek ve davacının, anılan şirketin temsilcisi olup olmadığı, ihtilafın bulunduğu dönemler de dikkate alınmak suretiyle araştırma yapılarak ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle verilen kararda hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle kararı bozmuştur.

Bozma kararına uymayan Vergi Mahkemesi kararıyla; ilk kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeye ek olarak, davacının, dava konusu ödeme emirleri içeriğinde yer alan borçların ilgili bulunduğu dönemlerin bir bölümünde imzaya yetkili yönetim kurulu üyesi olduğu, bir bölümünde ise yönetim kurulu üyesi olmamakla birlikte şirketi temsil ve ilzama yetkili kılındığı gerekçesiyle ilk kararında ısrar etmiştir.

Israr kararı davacı tarafından temyiz edilmiş ve ikinci derece imza yetkisi kanuni temsilcilik sıfatı doğurmadığından, bu nedenle şirketin ödenmemiş vergi borçlarından sorumlu olmadığı ileri sürülerek bozulması istenmiştir.

Karar: (…) A.Ş.’nin vadesinde ödenmeyen ve şirketten tahsil olanağı kalmayan (…) ila (…) yıllarına ilişkin katma değer vergisi, geçici vergi, gelir (stopaj) vergisi ve damga verisinden oluşan kamu alacağının tahsili amacıyla davacı adına kanuni temsilci sıfatıyla düzenlenen (…) tarih ve (…) ila (…) takip numaralı ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davayı reddeden vergi mahkemesi ısrar kararı, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesinde, tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirileceği, yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların kanuni ödevlerini yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı hükme bağlanmıştır.

Sözü edilen düzenleme uyarınca, kanuni temsilcilerin, tüzel kişilerin vergi ve buna bağlı alacaklardan dolayı sorumlu tutularak takip edilebilmeleri için bu kişilerin borcun ait olduğu dönemde kanuni temsilci olmaları gerekmekte olup, sorumlulukları kanuni temsilci oldukları süre ile sınırlıdır.

Öte yandan uyuşmazlık döneminde yürürlükte olan 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 317. maddesinde, anonim şirketin yönetim kurulu tarafından idare ve temsil edileceği, 319. maddesinde, yönetim kurulunun en az bir üyesine şirketi temsil yetkisi verileceği, esas sözleşme ile temsil yetkisinin ve idare işlerinin hepsinin veya bazılarının yönetim kurulu üyesi olan murahhaslara veya pay sahibi olmaları zorunlu bulunmayan müdürlere bırakılabilmesi için genel kurula veya yönetim kuruluna yetki verilebileceği, 321. maddesinde ise, temsile yetkili olanların şirketin amaç ve konusuna dahil olan her nevi işleri ve hukuki işlemleri şirket adına yapmak ve şirket unvanını kullanmak hakkını haiz oldukları hükme bağlanmıştır.

Belirtilen yasal düzenleme gereğince, anonim şirketin genel olarak yönetim kurulu tarafından temsil ve idare edileceği ancak esas sözleşmede yer almak şartıyla genel kurul veya yönetim kurulu tarafından temsil ve idare yetkisinin tamamının ya da bir kısmının yönetim kurulu üyesi olan murahhaslara veya pay sahibi olmayan müdürlere devredilebilmesi mümkündür.

Dosyadaki belgelerden, (…) tarihli noter senedinde yer alan aynı tarihli yönetim kurulu kararıyla, şirketin, en az birisi 1. derece imzaya yetkili olmak üzere iki kişinin imzasıyla temsil ve ilzam edileceğinin kararlaştırıldığı ve davacının genel müdür yardımcısı sıfatıyla 2. derece imzaya yetkili kılındığı; (…) tarihli noter senedinde yer alan (…) tarihli yönetim kurulu kararıyla, şirketin, en az birisi 1. grup imzaya yetkili olmak üzere iki kişinin imzasıyla temsil ve ilzam edileceğinin kararlaştırıldığı ve davacının yönetim kurulu üyesi ve genel müdür yardımcısı sıfatıyla 2. grup imzaya yetkili kılındığı; (…) tarihinde tescil edilerek (…) tarihinde Ticaret Sicili Gazetesinde yayımlanan (…) tarihli yönetim kurulu kararında, şirketin, yine en az birisi 1. grup imzaya yetkili olmak üzere iki kişinin imzasıyla temsil ve ilzam edileceğinin kararlaştırıldığı ve davacının üç yıl süre ile yönetim kurulu üyesi olarak 2. derece imzaya yetkili kılındığı; (…) tarihinde davacının yönetim kurulu üyeliğinden istifasının yönetim kurulunca kabul edildiği; (…) tarihli noter senedindeki (…) tarihli yönetim kurulu kararıyla yeniden seçilen yönetim kurulu üyeleri arasında bulunmayan davacının 2. grup imzaya yetkili kılındığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, davacının bazı dönemlerde yönetim kurulu üyesi olarak şirketi temsil ve ilzama yetkili kılındığı açık olmakla birlikte, yönetim kurulu üyeliği sıfatının bulunmadığı dönemlerde genel müdür yardımcılığı unvanı ile kendisine tanınan 2. derece ve 2. grup imza yetkisinin davacıya kanuni temsilcilik sıfatı kazandırması mümkün olmadığından, kamu alacağının ilgili olduğu dönemler dikkate alınarak, Ticaret Sicili Memurluğundan ve Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinden edinilecek bilgiler doğrultusunda şirketin vergi borçlarından sorumlu olunan tarihler saptanmak suretiyle hangi vergi ödevinin ne şekilde yerine getirilmediği araştırılarak ulaşılacak sonuca göre karar verilmesi gerektiğinden yazılı gerekçeyle davanın reddi yolunda verilen ısrar kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile Vergi Mahkemesi kararının bozulmasına, oyçokluğu ile karar verildi(*).

 

Danıştay 9. Dairesi

Tarih : 24.10.2013

Esas No : 2013/6993

Karar No  : 2013/8837

VUK Md. 74

TAKDİR KOMİSYONUNUN KDV İNDİRİM REDDİ YETKİSİ BULUNMADIĞI

Mükelleflerin matrah takdiri için takdir komisyonlarına sevk edilmesi ve kendisine matrah, servet ve kıymet takdiri görevi verilmiş olan ve katma değer vergisi indirim reddi yetkisi bulunmayan takdir komisyonlarınca takdir edilen matrah üzerinden cezalı tarhiyat yapılması mümkün değildir.

İstemin Özeti: Davacı adına, 2006 yılına ilişkin defter ve belgelerin incelemeye ibraz edilmediğinden bahisle vergi tekniği raporu done alınmak suretiyle takdir komisyonu kararına dayanılarak 2006/Haziran dönemi için re’sen tarh edilen katma değer vergisi ile kesilen vergi ziyaı cezasının kaldırılması istemiyle açılan davayı reddeden Vergi Mahkemesi kararının; dilekçede ileri sürülen sebeplerle bozulması istenilmektedir.

Karar: Davacının duruşma istemi, 2577 sayılı Kanun’un 17. maddesi uyarınca yerinde görülmeyerek işin esasına geçildi;

Davacı adına, 2006 yılına ilişkin defter ve belgelerin incelemeye ibraz edilmediğinden bahisle vergi tekniği raporu done alınmak suretiyle takdir komisyonu kararına dayanılarak 2006/Haziran dönemi için re’sen tarh edilen katma değer vergisi ile kesilen vergi ziyaı cezasının kaldırılması istemiyle açılan davayı reddeden vergi mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun “Re’sen Vergi Tarhı” başlıklı 30. maddesinde, re’sen vergi tarhı, vergi matrahının tamamen veya kısmen defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak tespitine imkan bulunmayan hallerde takdir komisyonları tarafından takdir edilen veya vergi incelemesi yapmaya yetkili olanlarca düzenlenmiş vergi inceleme raporlarında belirtilen matrah veya matrah kısmı üzerinden vergi tarh olunması şeklinde tanımlanmış ve maddenin 6. bendinde; tutulması zorunlu olan defterlerin veya verilen beyannamelerin gerçek durumu yansıtmadığına dair delil bulunursa, bu bir re’sen tarh nedeni olarak belirlenmiştir.

Aynı Kanun’un “Takdir Kararı” başlıklı 31. maddesinde, takdir komisyonunca belli edilen matrah veya matrah kısmının takdir kararına bağlanılacağı belirtilmiş, “Komisyonların Görevleri” başlıklı 74. maddesinin ‘a’ fıkrasının 1. bendinde, yetkili makamlar tarafından istenilen matrah ve servet takdirlerini yapmak; 2. bendinde ise vergi kanunlarında yazılı fiyat, ücret veya sair matrah ve kıymetleri takdir etmek komisyonun görevleri olarak belirlenmiştir.

Bilindiği üzere, katma değer vergisi, mal ve hizmetlerin üretiminden tüketimine kadar geçen üretici, tüketici, yarı toptancı, perakendeci gibi her aşamada katılan değer üzerinden alınan, her aşamada matrahı katma değer olan ve sonunda tümü tüketici üzerine kalan bir vergi olup katma değer vergisini, diğer vergilerden ayıran en önemli özellik, vergi indirimi mekanizmasıdır. Mekanizmanın işleyişi, satışlar üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden, bu satışların girdilerine ilişkin olarak ödenen katma değer vergisinin indirilmesi esasına dayanmaktadır. Vergi mükellefi, katma değer vergisi sistemi içinde, aracı görevi yapar. Sattığı mal ve hizmetler üzerinden tahsil ettiği vergiden mal ve hizmet alışında ödediği vergiyi indirir, bakiyesini devlete öder. Bu işlem her safhadaki mükellef tarafından tekrarlanmaktadır.

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29. maddesinde de, katma değer vergisi indirim mekanizması düzenlenmiş, 29. maddenin (a) bendinde; mükelleflerin, yaptıkları vergiye tabi işlemler üzerinden hesaplanan katma değer vergisinden kendilerine yapılan teslim ve hizmetler dolayısıyla hesaplanarak düzenlenen fatura ve benzeri vesikalarda gösterilen katma değer vergisini indirebilecekleri belirtilmiş, aynı Kanun’un 34. maddesinin 1. bendinde, yurt içinden sağlanan veya ithal olunan mal ve hizmetlere ait katma değer vergisinin alış faturası veya benzeri vesikalar ve gümrük makbuzu üzerinde ayrıca gösterilmek ve bu vesikalar kanuni defterlere kaydedilmek şartıyla indirilebileceği hüküm altına alınmıştır.

Görüldüğü üzere, 3065 sayılı Kanun’un 29. maddesine göre mükellefler kendilerine yapılan teslim ve hizmetler nedeniyle düzenlenen fatura ve benzeri vesikalardaki katma değer vergisini indirim konusu yapabilirler. Ancak, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 3. maddesinin (B) bendinde ifade edildiği üzere vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır.

Bu kuralın gereği olarak mükelleflerin Katma Değer Vergisi Kanunu’nun yukarıda sözü edilen 29. maddesi hükmünden yararlanabilmelerinin ön şartı, fatura ve benzeri vesikaların gerçeği yansıtması, indirim konusu yapılacak verginin fatura veya benzeri belgeler ile gümrük makbuzu üzerinde ayrıca gösterilmesi ve söz konusu belgelerin kanuni defterlere kaydedilmiş olmasıdır. Mükelleflerin yapmış oldukları katma değer vergisi indirimlerinin hukuka uygun olup olmadığını incelemek amacıyla defter ve belgelerin incelemeye ibrazının vergi dairesi tarafından istenilmesine rağmen ibraz edilmemesi durumunda ise, vergi dairesince, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29. ve 34. maddelerinde düzenlenen indirim şartlarının yerine getirilmediği kabul edilerek, indirim konusu vergilerin reddi ve resen vergi tarhiyatı yapılabileceği açıktır.

Bu kapsamda 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 134. maddesinde, vergi incelemesinden maksadın, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamak olduğu; aynı maddenin 2. fıkrasında ise, incelemeye yetkili olanlar tarafından lüzum görüldüğü takdirde inceleme, işletmeye dahil iktisadi kıymetlerin fiili envanterinin yapılmasına ve beyannamelerde gösterilmesi gereken unsurların tetkikine de teşmil edilebileceği hüküm altına alınmıştır.

Dosyanın incelenmesinden, davacının 2006 yılma ilişkin defter ve belgelerin incelemeye ibraz edilmediği gerekçesiyle 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 30. maddesi uyarınca Takdir Komisyonuna sevk edilerek vergi tekniği raporunda tespit edilen matrah üzerinden tarh edilen üç kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin davacıya tebliğ edilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

Yukarıdaki kanun hükümlerinin değerlendirilmesinden, mükelleflerin defter ve belgelerini incelemeye ibraz etmemeleri durumunda 3065 sayılı Kanun ile getirilen ve katma değer vergisine özgü bir mekanizma olan indirim mekanizmasından yararlanamayacakları, ancak defter ve belge ibraz etmeme durumunda 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29. ve 34. maddelerinde düzenlenen katma değer vergisi indiriminden yararlanma şartlarının yerine getirilmediği hususunun ise, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 134. maddesi uyarınca usulüne uygun olarak yapılacak vergi incelemesi sonucunda düzenlenecek vergi inceleme raporu ile tespit edilebilecek bir durum olduğu, zira, burada tespit edilecek hususun, matrahın beyan edilmemesi veya eksik beyan edilmesi değil, mükelleflerin katma değer vergisi indirimi için Kanun’un aradığı koşulları yerine getirip getirmediği olduğu, söz konusu koşulların yerine getirilmemesi durumunda ise, vergi dairesince, mükellefin katma değer vergisi indirimlerinin reddi suretiyle hakkında tarhiyat yapılabileceği anlaşılmaktadır.

Takdir komisyonlarının görevi; 213 sayılı Vergi Usul Kanunu uyarınca, yetkili makamlar tarafından istenilen matrah ve servet takdirlerini yapmak ile vergi kanunlarında yazılı fiyat, ücret veya sair matrah ve kıymetleri takdir etmektir. 3065 sayılı Yasa’da öngörülen indirim mekanizması ise, vergilendirme tekniği açısından, matrah takdirinden farklı bir müessese olup mükelleflerin; gerek sahte fatura kullanmaları gerekse defter ve belgelerini ibraz etmemeleri gibi durumlarda, matrah takdirini gerektiren bir husus bulunmaması nedeniyle, bu tür fiillerin, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 29. ve 34. maddelerinde düzenlenen, indirim mekanizması içinde değerlendirilmesi suretiyle, katma değer vergisi indirimleri yönünden yapılacak vergi incelemesi ile bir sonuca bağlanması gerekmektedir. Bu nedenle, bu gibi hallerde, mükelleflerin matrah takdiri için takdir komisyonlarına sevk edilmesi ve kendisine matrah, servet ve kıymet takdiri görevi verilmiş olan ve katma değer vergisi indirim reddi yetkisi bulunmayan takdir komisyonlarınca takdir edilen matrah üzerinden cezalı tarhiyat yapılması mümkün değildir.

İdari işlem ve tasarruflarla kişilerin hukukunda haricen değişiklik yapma yetki ve imtiyazına sahip olan idarenin, bu yetkisini kullanırken öncelikle yetkinin kullanılmasına ilişkin şekil ve koşullarının belirlendiği usul kanunlarının kendi üzerine yüklediği görevler çerçevesinde hareket etmesi gerekir. Zira Anayasa’da yer alan hukuk devleti ilkesinin doğal bir sonucu da idarenin işlem ve eylemlerini, hukuk kuralları çerçevesinde ve yine bu kuralların yüklediği görev ve yetki kapsamında yürütmesidir. Bu nedenle yukarıda belirtilen mevzuat uyarınca, davacının defter ve belgelerini incelemeye ibraz etmediğinden bahisle takdir komisyonuna sevk edilmesi üzerine, katma değer vergisi indirim reddi yetkisi bulunmayan takdir komisyonunca alınan karara istinaden davacı adına yapılan dava konusu cezalı tarhiyatta hukuka uyarlık bulunmadığından, vergi mahkemesi kararında yasal isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüne, Vergi Mahkemesi kararının bozulmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 gün içinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, oybirliği ile karar verildi.

 

Danıştay 4. Dairesi

Tarih : 20.05.2013

Esas No : 2012/2826

Karar No  : 2013/3617

GVK Mük. Md. 80

6183 s. AATUHK Md. 58

BEYAN EDİLEN DEĞER ARTIŞ KAZANCININ SATIŞA KONU TAŞINMAZLARIN İVAZSIZ OLARAK İKTİSAP EDİLEN HİSSESİNE İSABET EDEN KISMI İÇİN VERİLEN DÜZELTME BEYANNAMESİ DİKKATE ALINMAKSIZIN İLK BEYANA GÖRE ÖDEME EMRİ DÜZENLENMESİ

Beyan edilen değer artış kazancının, satışa konu taşınmazların ivazsız olarak iktisap edilen 1/3 hissesine isabet eden kısmı için verilen düzeltme beyannamesine göre işlem yapılması gerektiği, ilk beyan uyarınca tahakkuk eden gelir vergisi tutarı esas alınmak suretiyle düzenlenen ödeme emrinin 1/3 hisseye isabet eden kısmının “böyle bir borcu olmadığı” kapsamında değerlendirilmesi gerektiği hk.

İstemin Özeti: Davacı adına tanzim ve tebliğ olunan 18.05.2011 tarihli ve … takip no.lu ödeme emrinin iptali istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesinin kararıyla; davacının 1/3 hissesi miras yoluyla tarafına intikal eden gayrimenkulün 1/3 hissesini de 26.10.2007 tarihinde alarak 2/3 hisseye sahip olduğu ve gayrimenkulü diğer hissedarla birlikte % 50 kat karşılığında müteahhide vererek karşılığında 22 daire aldığı, sonrasında 7 dairenin 2/3 hissesini 28.12.2010 tarihinde (…) TL’ye sattığı, değer artış kazancına dair 2010 yılı gelir vergisi beyannamesini 25.03.2011 tarihinde verdiği, ancak Maliye Bakanlığı’nın GVK-76/2011-2 sirküleri uyarınca mirastan gelen paya isabet eden değer artış kazancına vergi hesaplanamayacağı gerekçesiyle 31.03.2011 tarihinde düzeltme beyannamesi verildiği, davalı idarece ilk verilen beyannameye göre tahakkuk eden verginin ödenmediğinden bahisle dava konusu ödeme emrinin düzenlendiği, beyan edilen matrahta ancak açıkça anlaşılabilecek nitelikte vergi hatalarının idarece ya da mükellef başvurusu üzerine düzeltilmesi mümkün olduğundan, açık bir vergi hatası bulunmayan olayda, davacının kendi beyanı ile tahakkuk eden tutarın dikkate alınmasıyla düzenlenen ödeme emrinde yasal isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek kararın bozulması istenilmektedir.

Karar: Davacı adına tanzim ve tebliğ olunan 18.05.2011 tarihli ve …. takip no.lu ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davayı reddeden Vergi Mahkemesi kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 55. maddesinde, amme alacağını vadesinde ödemeyenlere 7 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir ödeme emri ile tebliğ olunacağı, 58. maddesinde ise, “kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahsın, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde dava açabilecekleri öngörülmüştür.

193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun mükerrer 80. maddesinin birinci fıkrasının 6. bendinde, iktisap şekli ne olursa olsun (ivazsız olarak iktisap edilenler hariç) 70. maddenin birinci fıkrasının (1), (2), (4) ve (7) numaralı bentlerinde yazılı mal (gerçek usulde vergiye tabi çiftçilerin zirai istihsalde kullandıkları gayrimenkuller dahil) ve hakların, iktisap tarihinden başlayarak beş yıl içinde elden çıkarılmasından doğan kazançların değer artış kazancı olduğu belirtilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, davacının 1/3 hissesi miras yoluyla tarafına intikal eden gayrimenkulün 1/3 hissesini de 26.10.2007 tarihinde alarak 2/3 hisseye sahip olduğu ve gayrimenkulü diğer hissedarla birlikte % 50 kat karşılığında müteahhide vererek, karşılığında 22 daire aldığı, sonrasında 7 dairenin 2/3 hissesini 28.12.2010 tarihinde (…..) TL’ye sattığı, değer artış kazancına dair 2010 yılı gelir vergisi beyannamesini 25.03.2011 tarihinde verdiği, ancak Maliye Bakanlığı’nın GVK-76/2011-2 sirküleri uyarınca mirastan gelen paya isabet eden değer artış kazancına vergi hesaplanamayacağı gerekçesiyle 31.03.2011 tarihinde düzeltme beyannamesi verildiği, davalı idarece ilk verilen beyannameye göre tahakkuk eden verginin ödenmediğinden bahisle dava konusu ödeme emrinin düzenlendiği anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığa konu olayda; 2/3 hissesine sahip olduğu taşınmazını, kat karşılığı inşaat sözleşmesine konu edip elde ettiği bağımsız bölümleri, taşınmazını iktisap ettiği tarihten itibaren beş yıl içinde elden çıkarması halinde oluşmuş ise değer artışına dair kazancını gelir vergisi beyannamesi kapsamında beyan edeceği hususu yukarıda yer bulan 193 sayılı Yasa’nın mükerrer 80. maddesi gereği olmakla birlikte, Yasa hükmünde de ortaya konulduğu üzere ivazsız olarak iktisap edilenlerin bu kapsam dışında kalacağı hususu ihtilafsız olup, bu haliyle satışa konu taşınmazların ivazsız olarak iktisap ettiği 1/3 hissesine isabet eden kısmının gelir vergisi beyanında matrah kısmında yer almayacağı tabiidir.

Bu durum karşısında davacı tarafından 31.03.2011 gününde verilen düzeltme beyanı çerçevesinde işlem yapılması yasa gereği iken öncesinde 25.03.2011 gününde vermiş olduğu ilk beyan uyarınca tahakkuk eden gelir vergisi tutarı esas alınmak suretiyle düzenlenen ödeme emrinin 1/3 hisseye isabet eden kısmının “böyle bir borcu olmadığı” kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinden aksi yönde verilen mahkeme kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenle, temyiz isteminin kabulüyle, Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına, oybirliğiyle karar verildi.

 

Danıştay 4. Dairesi

Tarih : 16.05.2013

Esas No : 2012/3743

Karar No  : 2013/3494

KDVK Md. 1

GVK Md. 37

ARSA KARŞILIĞI EDİNİLEN BAĞIMSIZ BÖLÜMLERİN SATIŞININ KDV’YE TABİ OLMADIĞI

Sahip olunan arsaların kat karşılığı inşaat ve satış vaadi sözleşmesi ile müteahhide verilmesi sonucu elde edilen bağımsız bölümlerin satışının, ticari amaç dışında sahip olunan servetin değerlendirilmesine yönelik olduğunun, diğer bir ifade ile servetin nitelik değiştirmesinden ibaret olduğunun kabulü gerektiği ve gayrimenkullerin satışından elde edilen kazanç ticari kazanç olarak nitelendirilerek davanın reddedilmesinde hukuka uyarlık bulunmadığı hk.

İstemin Özeti: 2006 ila 2009 takvim yılları arasında gayrimenkul satışlarının ticari amaçlarla devamlılık gösterecek şekilde yapıldığı, katma değer vergisi mükellefiyetinin tesis edilmediği ve beyannamelerinin verilmediği ileri sürülerek takdir komisyonunca belirlenen matrah üzerinden davacı adına 2006/2. dönemi için re’sen salınan katma değer vergisi ile kesilen vergi ziyaı cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesinin kararıyla; 2006 ila 2009 yılları arasında birden fazla taşınmaz satışı yaptığı hususunun tespiti üzerine adına mükellefiyet kaydı yapılan davacının, faaliyette bulunduğu yıllar için beyanname vermemesi nedeniyle katma değer vergisi matrahının tespiti için takdir komisyonuna sevk edilmesinin yerinde olduğu, takdir komisyonu tarafından taşınmazların satış tutarı esas alınmak suretiyle belirlenen matrah üzerinden yapılan cezalı tarhiyatta yasal isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı, kararın hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek bozulmasını istemektedir.

Karar: 2006 ila 2009 takvim yılları arasında gayrimenkul satışlarının ticari amaçlarla devamlılık gösterecek şekilde yapıldığı, katma değer vergisi mükellefiyetinin tesis edilmediği ve beyannamelerinin verilmediği ileri sürülerek takdir komisyonunca belirlenen matrah üzerinden davacı adına 2006/2. dönemi için re’sen salınan katma değer vergisi ile kesilen vergi ziyaı cezasının kaldırılması istemiyle açılan davayı reddeden Vergi Mahkemesi kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.

3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun “Verginin Konusunu Teşkil Eden İşlemler” başlıklı 1. maddesinin 1. bendinde; Türkiye’de ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin katma değer vergisine tabi olduğu, aynı maddenin 2. fıkrasında ise; ticari, sınai, zirai faaliyet ile serbest meslek faaliyetinin devamlılığı, kapsamı ve niteliği Gelir Vergisi Kanunu hükümlerine göre; Gelir Vergisi Kanunu’nda açıklık bulunmadığı hallerde, Türk Ticaret Kanunu ve diğer ilgili mevzuat hükümlerine göre tayin ve tespit edileceği hükme bağlanmıştır.

193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 37. maddesinde ticari kazanç, her türlü ticari ve sınai faaliyetten doğan kazanç olarak tanımlanmıştır. Bu tanıma ek olarak bazı faaliyetlerden doğan kazançlarında ticari faaliyet sayılacağı belirtilmiş, 4 numaralı bendinde gayrimenkullerin alım, satım ve inşa işleriyle devamlı olarak uğraşanların bu işlerden elde ettikleri kazancın ticari kazanç sayılacağı öngörülmüştür. Bu düzenlemeye göre gayrimenkul alım satım faaliyetinin ticari faaliyet sayılabilmesi için bir organizasyon içinde devamlı olarak yapılması gereklidir.

Dosyanın incelenmesinden, davacının değişik tarihlerdeki taşınmaz satışlarının değerlendirilmesi amacıyla Vergi Dairesi Müdürlüğüne gelmesi sağlandıktan sonra Haziran 2010 tarihli tutanak düzenlenmiştir. Tutanak ile yıllar itibariyle davacının taşınmaz alım ve satış tarihleri belirlenmiştir. Takiben davacının 2006 ila 2009 yılları arasında ticari bir organizasyon ile taşınmaz alım ve satışı ile uğraşarak ticari faaliyette bulunup taşınmaz teslimleri yapmasına rağmen katma değer vergisi mükellefiyetini tesis ettirmediği ve beyannamelerini vermediği açıklanarak mükellefiyetinin tesis edildiği ve re’sen takdir yoluyla belirlenen matrah üzerinden 2006/2. dönemi için re’sen katma değer vergisi salındığı ve vergi ziyaı cezasının kesildiği, vergi ve cezanın kaldırılması amacıyla açılan davanın ise reddedildiği anlaşılmaktadır. Ancak, davacının satışını yaptığı taşınmazların büyük bir çoğunluğu 746/14 ve 2052/4 ada parselde yer alan taşınmazlara ilşikindir. Bu taşınmazların ise davacının sahip olduğu arsaların kat karşılığı inşaat ve satış vaadi sözleşmesi ile müteahhide verilmesi sonucu elde ettiği bağımsız bölümler ve arsa sahibi olması nedeniyle yaptığı devirler olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, alım ve satışların ticari amaç dışında sahip olduğu servetin değerlendirilmesine yönelik olduğu ve diğer bir ifade ile servetin nitelik değiştirmesinden ibaret olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Esasen davacının ticari amaç ile taşınmaz alım satımı yaptığına yönelik bir inceleme ve tespitte yapılmamıştır.

Bu durumda, davacının gayrimenkullerin satışından elde edilen kazanç ticari kazanç olarak nitelendirilerek davanın reddedilmesinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle, Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına, oybirliğiyle karar verildi.