DANIŞTAY KARARLARI

Danıştay 4. Dairesi

Tarih        : 21.11.2013

Esas No   : 2010/3166

Karar No  : 2013/8525

KDVK Md. 1

ARSA KARŞILIĞI İNŞA EDİLEN BİNANIN BAĞIMSIZ BÖLÜMLERİNDEN ARSA SAHİBİNE YAPILAN TESLİMLERDE KATMA DEĞER VERGİSİ

Arsa karşılığı inşa edilen binanın bağımsız bölümlerinden arsa sahiplerine yapılan işyeri tesliminin katma değer vergisine tabi olduğu yönünde bir düzenleme getirilmeden, yönetmelikte yer alan düzenleme esas alınmak suretiyle tahakkuk ettirilen katma değer vergisinde yasaya uygunluk bulunmadığı hk.

İstemin Özeti: 2009/6. dönem katma değer vergisi beyannamesi kat karşılığı inşaat sözleşmesi gereği tamamlanarak arsa sahiplerine teslim edilen bağımsız bölümler nedeniyle fatura düzenlenmemesi ve katma değer vergisi hesaplanmaması gerektiği ihtirazi kaydıyla verilerek tahakkuk ettirilerek ödenen katma değer vergisinin kaldırılması istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesinin kararıyla; arsa karşılığı inşa edilen binanın bağımsız bölümlerinden arsa sahiplerine yapılan işyeri tesliminin katma değer vergisine tabi olduğu yönünde bir düzenleme getirilmeden, yönetmelikte yer alan düzenleme esas alınmak suretiyle tahakkuk ettirilen katma değer vergisinde yasaya uygunluk görülmediği gerekçesiyle kaldırılmasına karar verilmiştir. Davalı İdare, arsa karşılığı yapılan iş yeri teslimlerinin Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 1. ve geçici 8. maddeleri ile 30 Seri No.lu Katma Değer Vergisi Kanunu Genel Tebliği hükümlerince katma değer vergisine tabi olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını istemektedir.

Karar: Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, bozulması istenilen kararın dayandığı gerekçeler karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak durumda görülmemiştir.

Bu nedenle, temyiz isteminin reddine ve kararın onanmasına, oybirliğiyle karar verildi.

 

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi

Tarih        : 02.10.2013

Esas No   : 2013/22540

Karar No  : 2013/15991

4857 s. İK Md. 21

ÖRTÜLÜ BOZMA SÖZLEŞMESİ (İKALE) SONUCU İSTİFANIN GERÇEKLEŞMESİ

Kendisinden baskıyla istifa dilekçesi alındığını belirterek, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini isteyen işçiye işverence işten çıkış ödeneği adı altında ödenen miktarın, işçinin hak edişinden oldukça yüksek olması ve kendisinin buna ilişkin herhangi bir itirazının ve ihtirazi kaydının olmaması halinde, işçi ile işveren arasında örtülü ikale sonucunda istifanın gerçekleştiğinin kabulü gerekirken, ispat edilemeyen baskı iddiasının ispatlandığı gerekçesiye davanın kabulüne karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu hk.

Davanın Özeti: Davacı vekili, 06.10.2012 tarihinde şirket Yönetim Kurulu üyesinin Antalya’ya gelerek müvekkili ile çalışmayacaklarını ifade ettiklerini ve kıdem, ihbar, izin, prim ve ücret haklarını imstiyor ise istifa dilekçesi vermesi, aksi halde aleyhine tutanak tutulup iş akdinin feshedileceği ve alacaklarının ödenmeyeceği kozu kullanılarak istifa dilekçesi alındığını, bu şekilde de iş akdinin feshedildiğini belirterek, feshin geçersizliğine, davacı işçinin işe iadesine ve 21. maddedeki haklarının belirlenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı işveren vekili, davacının 05.10.2012 tarihinde kendi isteği ve rızası ile istifa ettiğini, kendi ayrılan işçinin işe iade isteyemeyeceğini ve ayrıca davacı Antalya Şubesi Müdürü olup işveren vekili olduğundan iş güvencesinden yararlanamayacağını davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece; somut olayda davacının el yazılı olarak 05.10.2012 tarihinde “A… A.Ş. Antalya şube görevlerimden istifa ediyorum” dediği, ancak davacıyla aynı gün davalı şirket tarafından işten çıkartılan ve tanık olarak dinlenen (T.F) ve (Y.Ç.) beyanlarında davalı işverenin kendilerine, işten çıkartıldıklarını, ancak şirkete istifa dilekçesi vermeleri gerektiğini, eğer istifa dilekçesi vermezlerse hiçbir hak talep edemeyeceklerini, ayrıca referanslarını kötü vereceklerini söylediklerinden bahisle istifa dilekçelerini imzaladıklarını, davacının da aynı gün kendisine verilen belgeleri imzaladığını beyan ettiklerinden, davacının iradesinin gerçek bir istifa iradesi olmadığı, ayrıca davacıya ihbar ve kıdem tazminatlarının ödendiği, bu durumda işveren feshinin olduğunun kabul edilmesi gerektiği ve iş akdinin haklı ve geçerli nedenle feshedildiğinin davalı işveren tarafından ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmiştir.

Karar: İşçinin iş güvencesi hükümleri uyarınca feshin geçersizliğini isteyebilmesi için iş sözleşmesinin işveren tarafından feshedilmesi gerekir. İşçinin haklı nedenle dahi iş sözleşmesini feshetmesi, feshin geçersizliği ve işe iade isteğinde bulunma hakkı vermez. Keza iş sözleşmesinin karşılıklı anlaşma ile sona erdirilmesinde taraf iradeleri birleştiği için işçi iradesinin fesada uğratıldığını iddia etmediği sürece feshin geçersizliği ve işe iade isteminde bulunamaz.

Şarta bağlı istifa ise kural olarak geçerli değildir. Somut uyuşmazlıkta olduğu gibi uygulamada en çok karşılaşılan şekli olan, işçinin ihbar ve kıdem tazminatı haklarının ödenmesi şartıyla ayrılma talebi istifa olarak değil, olsa olsa ikale (bozma sözleşmesi) yapma yönünde icap biçiminde değerlendirilmelidir.

İşçi ve işveren iradelerinin iş sözleşmesinin feshi konusunda birleşmesi, bir tarafın feshi niteliğinde değildir. İş Kanunu’nda bu sona erme türü yer almasa da, taraflardan birinin karşı tarafa ilettiği iş sözleşmesinin karşılıklı feshine dair sözleşme yapılmasını içeren açıklamasının ardından diğer tarafın da bunu kabulü ile bozma sözleşmesi (ikale) kurulmuş olur. Bir işçinin bozma sözleşmesi yapma konusundaki icap veya kabulde bulunmasının ardından, işveren feshi haline özgü iş güvencesi hükümlerinden yararlanmak istemesi ve yasa gereği en çok bir ay içinde işe iade davası açmış olmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekecektir. Özellikle 4857 sayılı İş Kanunu’nun 21/son maddesinin bozma sözleşmesinde de titizlikle dikkate alınması gerekir. Zira anılan maddeye göre feshin geçersizliği istemi, işe başlatmama tazminatının alt ve üst sınırlarını belirleme ve boşta geçen süre ücretinin belirlenmesinde maddedeki kuralların sözleşmelerle değiştirilemeyeceği, aksi sözleşmelerin geçersiz olacağı belirtilmiştir. Her şeyden önce bozma sözleşmesi yapma konusunda icapta bulunanın makul bir yararının olması gerekir. Bu noktada, işveren feshinin karşılıklı anlaşma yoluyla sona erme gibi gösterilmesi suretiyle iş güvencesi hükümlerinin dolanılması şüphesi ortaya çıkmaktadır. Bu itibarla irade fesadı denetimi dışında tarafların bozma sözleşmesi yapması konusunda makul yaranının olup olmadığının da irdelenmesi gerekir. Makul yarar ölçütü, bozma sözleşmesi yapma konusunda icabın işçiden gelmesi ile işverenden gelmesi ve somut olayın özellikleri dikkate alınarak ele alınmalıdır.

Dosya içeriğine göre; davacı taraf dava dilekçesinin 5 numaralı paragrafında işverence sözleşmesinin yeniden yapılanma nedeniyle feshedildiğini, istifa dilekçesi alındığını ve kıdem ve ihbar tazminatı ödendiğini iddia etmiştir. Dosyada mevcut tazminat hesap bordrolarında davacı için 47.529,67 TL kıdem tazminatı, 16.419,30 TL ihbar tazminatı, 33.346,66 TL 122 günlük yıllık izin, 1.366,66 TL 5 günlük ücret olmak üzere 98.662,30 TL hak edişi bulunduğu ancak işverence 140.327,42 TL prim ve 51.828,84 TL yıllık izin adı altında olmak üzere yasal kesintiler düşülerek net 125.000 TL’nin işten çıkış ödeneği adı altında ödendiği bu miktarın ise davacının hak edişinden oldukça yüksek olduğu ve kendisinin buna ilişkin herhangi bir itirazının ve ihtirazı kaydının olmadığı anlaşılmaktadır. Bu hususta dinlenen tanıklardan (Y.C.)’nin davalı şirket aleyhine açtığı işe iade davasında; tanık olarak dinlendiği bu davada kendisinden istifa dilekçesi alındığına yönelik beyanı olmaksızın fesih bildiriminin 05.10.2012 tarihinde imzalatıldığını ileri sürdüğü ve davasının fesih bildiriminin 09.08.2012 tarihinde tebliğinden itibaren 1 aylık hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığı için reddedildiği ve diğer tanığın beyanında da davacının neden işten çıkartıldığını bilmediğini ve kendisine “Pazartesi görüşürüz” diyerek işten ayrıldığını ve işine son verildiğini sonradan öğrendiğini bildirmesi karşısında, işçi ile işveren arasında örtülü ikale sonucunda istifanın gerçekleştiğinin kabulü gerekirken ispat edilemeyen manevi baskı iddiasının ispatlandığı gerekçesiyle yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

4857 sayılı İş Yasası’nın 20/3. maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

Yukarıda belirtilen nedenlerle; Mahkemenin kararının bozularak ortadan kaldırılmasına, davanın reddine, oybirliğiyle kesin olarak karar verildi.

Danıştay 9. Dairesi

Tarih        : 08.11.2012

Esas No   : 2009/7114

Karar No  : 2012/6565

VUK Md. 373

DEFTER VE BELGELERİN ÇALINMASI NEDENİYLE İBRAZ EDİLEMEMESİ HALİNDE CEZA UYGULAMASI

Defter ve belgelerin araçtan çalınması nedeniyle mahkemeden zayi belgesi alınması halinde, defter ve belgelerin mücbir sebep nedeniyle ibraz edilemediğinin kabulü ile kesilen vergi ziyaı cezası ile özel usulsüzlük cezasının terkini gerektiği hk.

İstemin Özeti: Davacının 2004 yılı defter ve belgelerini incelemeye ibraz etmediğinden bahisle 2004/Ocak-Ekim, Aralık ile 2005/Ocak dönemleri için re’sen salınan 3 kat vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi ile 2006 yılı için 213 sayılı Kanunun mükerrer 355. maddesi uyarınca kesilen özel usulsüzlük cezasının kaldırılması istemiyle açılan davayı, katma değer vergisi ile özel usulsüzlük cezası yönünden reddeden, vergi ziyaı cezası yönünden ise anılan cezayı tek kata indirmek suretiyle kısmen kabul eden, kısmen reddeden Vergi Mahkemesinin kararının taraflarca aleyhe olan hüküm fıkralarının dilekçelerde ileri sürülen nedenlerle bozulması istenilmektedir.

Karar: Uyuşmazlıkta; defter ve belgelerini aracından çalınması nedeniyle zayi olduğundan bahisle incelemeye ibraz etmeyen davacı adına katma değer vergisi indirimleri reddedilerek re’sen tarhedilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi ile kesilen özel usulsüzlük cezasının kaldırılması istemiyle açılan davayı kısmen kabul eden, kısmen reddeden Vergi Mahkemesi kararının taraflarca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Davacının indirim konusu yaptığı belgelerin birer suretinin, iş ilişkisinde bulunduğu firmalardan temin edilerek ibrazının Vergi Mahkemesince vekiline tebliğ edilen ara kararı ile istenilmesine rağmen ibraz edilmemesi ve temyiz dilekçesinde de ibraz edilebileceğine ilişkin açık bir ifadenin bulunmaması karşısında davacının katma değer vergisine ilişkin olarak ileri sürdüğü iddialar ile davalı idarenin vergi ziyaı cezasına ilişkin olarak ileri sürdüğü iddialar usule ve hukuka uygun Vergi Mahkemesi kararının bu hüküm fıkralarının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

Davacının vergi ziyaı cezası ile özel usulsüzlük cezasına ilişkin temyiz istemine gelince;

213 sayılı Vergi Usul Kanununun 373. maddesinde yer alan “Bu Kanunda yazılı mücbir sebeplerden herhangi birinin vukua geldiği malum ise veya tevsik ve ispat olunursa vergi cezası kesilemeyeceği” hükme bağlanmıştır.

Dava dosyasının incelenmesinden, davacının 2003 ve 2004 yıllarına ilişkin defter ve belgelerinin aracından çalındığını ileri sürerek başvurduğu Kadıköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce söz konusu defter ve belgelerin zayi olduğunun davacı tarafından kanıtlandığı gerekçesiyle zayi belgesi verilmesine karar verildiği anlaşılmıştır.

Bu durumda, yukarıda anılan 213 sayılı Yasa’nın 373. maddesi hükmü uyarınca, davacının defter ve belgelerini mücbir sebep nedeniyle ibraz edemediğinin kabulü gerektiği sonucuna varıldığından, kesilen vergi ziyaı cezası ile özel usulsüzlük cezasının terkini icap etmektedir.

Açıklanan nedenlerle davalı idare temyiz isteminin reddine, davacı temyiz isteminin ise vergi aslına ilişkin kısmının reddine, vergi ziyaı cezası ile özel usulsüzlük cezasına ilişkin kısmının kabulüne, Vergi Mahkemesinin kararının, vergi aslına ilişkin hüküm fıkrasının onanmasına, vergi ziyaı cezası ile özel usulsüzlük cezasına ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına, oybirliği ile karar verildi.

Danıştay 4. Dairesi

Tarih        : 08.10.2012

Esas No   : 2011/7010

Karar No  : 2012/5077

KDVK Md. 2

GAYRİMENKULLERLE İLGİLİ HUKUKİ İŞLEMLERDE KDV AÇISINDAN VERGİYİ DOĞURAN OLAYIN TESPİTİ

Gayrimenkullerle ilgili hukuki muamelelerde katma değer vergisi açısından vergiyi doğuran olayın gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti için mülkiyetin devrine ilişkin hukuk kurallarının tek başına yeterli olmadığı, muamelelerin ekonomik nitelikleri ve sonuçlarının da değerlendirilmesi gerektiği hk.

İstemin Özeti: Davacı ile Ankara Büyükşehir Belediyesi arasında imzalanan gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi gereği davacıdan tahsil olunan ve 2010/1. döneminde indirim yolu ile giderilemeyen katma değer vergisinin iadesi talebiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin 01.11.2010 günlü ve 44173 sayılı işlemin iptali ve ödenen tutarın iadesi istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesinin kararıyla; katma değer vergisinin doğabilmesi için verginin konusunu teşkil eden bir işlemin vuku bulması ve akabinde bir teslimin veya teslim sayılan halin gerçekleşmesinin gerektiği, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin bir vaadi ifade ettiği, henüz tapuya tescil olmadığından yasada öngörülen bir teslimden veya teslim sayılan halden söz edilemeyeceği, bu durumda satış vaadi sözleşmesine istinaden davacıdan katma değer vergisi tahsilinde hukuka uyarlık bulunmadığı, ayrıca uyuşmazlığa konu gayrimenkul iki yıldan daha fazla bir süre Büyükşehir Belediyesinin mülkiyetinde bulunduğundan inşaatın bitirilmesinden sonra satış işleminin tapu tescili suretiyle gerçekleşmesi sırasında zaten sözleşmenin de istisna kapsamında mütalaa edileceği gerekçesiyle işlemin iptaline ve dava konusu verginin davacıya ret ve iadesine karar verilmiştir. Davalı İdare, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin arsa karşılığı inşa ettirdiği konut ve işyerlerinin münferiden veya topluca satışı iktisadi işletme oluşturduğundan istisna kapsamında değerlendirilemeyeceği, satış vaadi sözleşmesiyle beraber sözleşmeye konu varlıkların tasarruf hakkı da alıcıya devredildiğinden vergiyi doğuran olayın gerçekleştiği ileri sürülerek kararın bozulması istenilmektedir.

Karar: 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 1. maddesinin 3/d bendinde, müzayede mahallerinde yapılan satışlar, “Diğer faaliyetlerden doğan teslim ve hizmetler” başlığı altında vergiye tabi işlemler arasında sayılmış, aynı Kanun’un 2. maddesinin 1. fıkrasında ise teslim, bir mal üzerindeki tasarruf hakkının malik veya onun adına hareket edenlere devredilmesi olarak tanımlanmıştır.

Dosyanın incelenmesinden, uyuşmazlığa konu taşınmaz arsa olarak 14.11.1996 tarihli yevmiye kaydıyla Ankara Büyükşehir Belediyesi adına kayıtlı iken 19.10.2007 tarih ve 18691 yevmiye kaydıyla üzerinde 105 bağımsız bölümlü kat irtifakı tesis edildiği, 31.12.2009 tarihli taşınmaz satış ihalesi ile yapılan kat irtifaklı mülkiyet satışı sonucu, davacı ile Ankara Büyükşehir Belediyesi arasında 03.02.2010 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin imzalandığı, sözleşme ile ihale bedelinin %50’si peşin, %50’sinin 10 ay taksitle ödenmesi karşılığında 105 bağımsız bölümün öncelikle ödenen miktara isabet eden kadarının, ödemeler tamamlandığında ise tamamının davacıya tapuda devrinin yapılmasının kararlaştırıldığı, davacının sözleşme kapsamındaki hak ve yükümlülüklerinin tamamını veya bir kısmını üçüncü kişilere devretmesinin Belediyenin iznine tabi kılındığı, ihale bedelinin %50’sinin 01.02.2010 tarihinde ödendiği ve 04.02.2010 tarihli encümen kararıyla bu tutara tekabül eden bağımsız bölümlerin davacının bildirdiği gerçek ve tüzel kişiler adına tapuda ferağının verilmesine izin verildiği anlaşılmıştır.

Vergi Mahkemesince, henüz gayrimenkulün tapu siciline tescili yapılmadığı için yasanın öngördüğü bir teslimden söz edilemeyeceği gerekçesiyle vergiyi doğuran olayın gerçekleşmediği kabul edilmiştir. Ancak, Türk Medeni Kanunu’nda gayrimenkul mülkiyetinin devri kural olarak tapuda tescil şartına bağlanmış ise de Katma Değer Vergisi Kanunu’na göre vergiyi doğuran olay malın teslimidir. Vergi hukukunda geçerli olan vergiyi doğuran olayın gerçek mahiyetinin belirlenmesi ilkesi gereği, gayrimenkullerle ilgili olarak yapılan hukuki muamelelerde teslimin, yani vergiyi doğuran olayın gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti için mülkiyetin devrine ilişkin hukuk kurallarının uygulanması tek başına yeterli olmayıp, bu muamelelerin ekonomik nitelikleri ve sonuçlarının da değerlendirilmesi gerekmektedir.

Olayda, davacının 03.02.2010 tarihli başvurusu üzerine 04.02.2010 tarihli ve 197 karar numaralı encümen kararıyla, satış vaadi sözleşmesinin 7. maddesi uyarınca davacının ödemiş olduğu ihale bedelinin %50’sine karşılık gelen taşınmazların davacının talepte bulunduğu gerçek ve tüzel kişiler adına tapuda ferağının verilmesine karar verilmesiyle birlikte taşınmazlar üzerindeki tasarruf hakkı davacıya devredilmiş olmaktadır. Buna göre, Kanun’da öngörülen anlamda teslim anılan encümen kararı ile gerçekleştiğinden, vergiyi doğuran olayın da bu tarihte meydana geldiğinin kabulü gerekmektedir.

Öte yandan, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 17/4-r maddesinde, kurumların aktifinde veya belediyeler ile il özel idarelerinin mülkiyetinde, en az iki tam yıl süreyle bulunan iştirak hisseleri ile taşınmazların satışı suretiyle gerçekleşen devir ve teslimler ile bankalara borçlu olanların ve kefillerinin borçlarına karşılık taşınmaz ve iştirak hisselerinin (müzayede mahallerinde yapılan satışlar dahil) bankalara devir ve teslimlerinin katma değer vergisinden müstesna olduğu, ancak istisna kapsamındaki kıymetlerin ticaretini yapan kurumların, bu amaçla aktiflerinde bulundurdukları taşınmaz ve iştirak hisselerinin teslimlerinin istisna kapsamı dışında olduğu hükme bağlanmıştır.

Buna göre, anılan yasa hükmünde belirtilen ve istisna kapsamındaki kıymetlerin ticaretiyle uğraşmayan kurumların söz konusu teslimleri, teslim olunan iştirak hissesi veya taşınmazın teslimi yapan kurumun mülkiyetinde veya aktifinde en az iki tam yıl bulunması şartıyla, katma değer vergisinden müstesna tutulmuştur.

Uyuşmazlıkta, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin arsa karşılığı inşa ettirdiği konut ve işyerlerini ihale yoluyla satmış olması hususu tek başına bu faaliyeti taşınmaz ticareti olarak kabul etmeye yeterli olmadığı gibi, söz konusu teslimlerin ticari bir organizasyon dahilinde bağımsız ve sürekli olarak yürütülen bir faaliyet çerçevesinde gerçekleştirildiği yönünde herhangi bir veri de davalı İdarece ortaya konulmamıştır. Dolayısıyla, Belediyenin uyuşmazlığa konu olan teslimlerinin 3065 sayılı Kanun’un 17/4-r maddesinde belirtilen istisna kapsamındaki kıymetlerin ticareti kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmadığından, söz konusu teslimlerin istisna kapsamında olduğunun kabulü gerekmektedir.

Bu nedenle, her ne kadar 3065 sayılı Kanun’un 1/3-d maddesine göre müzayede mahallinde yapılan satışlar ticari faaliyet kapsamında olup olmadığına bakılmaksızın katma değer vergisine tabi ise de, Ankara Büyükşehir Belediyesi mülkiyetinde iki yıldan uzun süre kalmış olan taşınmazların tesliminin, 3065 sayılı Kanun’un 17/4-r maddesi uyarınca katma değer vergisinden müstesna olması karşısında dava konusu işlemin iptaline ve iadesi talep edilen vergi tutarın davacıya ret ve iadesine hükmeden mahkeme kararında sonucu itibarıyla hukuka aykırılık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin reddine, Vergi Mahkemesinin kararının yukarıda belirtilen gerekçeyle onanmasına, oybirliğiyle karar verildi.