Yargıtay 11. Ceza Dairesi

Tarih    : 30.05.2013

Esas No         : 2012/27552

Karar No        : 2013/9075

 

BİRDEN FAZLA SAHTE FATURA KULLANMA

Aynı takvim yılına ait sahte fatura kullanma eylemi tek bir suç oluşturur.

Karar: (…) Geri Dönüşüm şirketinin 2005 takvim yılı hesaplarının incelenmesinde (…) Metal Plastik (…) Şirketinden verilme 53 adet sahte fatura kullandıklarının iddia ve kabul edildiği olayda; Ticaret Sicili Memurluğu’nun 25.06.2009 tarihli yazısında 2005 yılında şirket yetkililerinin (HÇ) ve (HS) olarak belirlendiği, 22.08.2008 havale tarihli mütaalanın ve 23.06.2008 tarihli vergi suçu raporunun da bu kişiler için düzenlendiği, Cumhuriyet Başsavcılığının vergi işlemlerinin kimler tarafından gerçekleştirildiğinin ilgili vergi ya da ticaret sicili memurluğundan sorulması talebinin ise mahkemece reddedildiği; ayrıca aynı takvim yılına ait sahte fatura kullanma eyleminin tek bir suç oluşturacağı, sahte faturaların birden fazla olması halinde zincirleme suç hükümlerinin uygulanacağı gözetildiğinde (…) Ceza Mahkemesinin 2009/800 esas numaralı dosyasının incelenmeye konu 2009/272 esas numaralı dosya ile aynı takvim yılı olan 2005 takvim yılında sahte fatura kullanmak eylemine ilişkin olduğu anlaşılmakla; öncelikle bu dosyanın aslı ya da onaylı fotokopisi getirtilmek suretiyle delillerin birlikte değerlendirilmesi ve mümkünse davaların birleştirilerek görülmesi; ayrıca defterdarlık mütaalası, vergi suçu raporu ile ticaret sicili memurluğu cevabi yazısı dikkate alındığında şirketteki görev ve iş bölümü tespiti yapılarak hüküm kurulması gerekirken eksik soruşturma ile yazılı şekilde mahkûmiyet kararı verilmesi,

Yasa’ya aykırı, sanıklar müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca istem gibi bozulmasına, oybirliği ile karar verildi.


Danıştay 9. Dairesi

Tarih    : 11.04.2013

Esas No         : 2010/9949

Karar No        : 2013/3284

VUK Md. 10

AATUHK Md. 35

LİMİTED ŞİRKET VERGİ BORCUNUN TAHSİLİNDE TAKİP SIRASI

Limited şirketin vergi borcunun öncelikle şirketin mal varlığından tahsiline çalışılması, vergi borcunun şirketten tahsilinin olanaksız olduğunun tespit edilmesi halinde ise, vergilendirme ile ilgili ödevleri yerine getirmekle sorumlu bulunmasına karşın, bu ödevleri yerine getirmeyen kanuni temsilcilerin takip edilmesi gerekmekte olup, şayet kanuni temsilcinin varlığından da vergi borcu tahsil edilemezse, ancak bu aşamada ortağın takip edilmesi mümkündür.

İstemin Özeti: Davacının ortağı olduğu (…) Ltd. Şti.’nin vadesinde ödenmeyen 2000/Ekim-Aralık dönemlerine ilişkin vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi, gecikme faizi ve yargı harcı borçlarının tahsili amacıyla davacı adına düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davayı reddeden Vergi Mahkemesinin kararının; temyiz dilekçesinde ileri sürülen sebeplerle bozulması istenilmektedir.

Karar: Uyuşmazlıkta, davacının ortağı olduğu (…) Ltd. Şti.’nin vadesinde ödenmeyen 2000/Ekim-Aralık dönemlerine ilişkin vergi ziyaı cezalı katma değer vergisi, gecikme faizi ve yargı harcı borçlarının tahsili amacıyla davacı adına düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davayı; asıl borçlu şirketin tahakkuk eden vergilerinin vadesinde ödenmediği, şirket hakkında yapılan mal varlığı araştırmasında herhangi bir mal varlığına rastlanılmadığı, bunun üzerine amme alacağının tahsili amacıyla şirketin ortağı olan davacı adına dava konusu ödeme emirlerinin düzenlenip tebliğ edildiğinin anlaşıldığı, 6183 sayılı Kanun’un 35. maddesinde 5766 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, limited şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan kamu borçlarından dolayı ortaklar için öngörülen sorumluluğun müteselsil sorumluluk olduğu, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gereken zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahısların müteselsil sorumlu tutularak sermaye hisseleri oranında takip edilmesi gerektiği, 5766 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinde yer verilen “Bu Kanunla 6183 sayılı Kanunda yapılan değişiklikler ve eklenen hükümler, hükümlerin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla tahsil edilmemiş bulunan amme alacakları hakkında da uygulanır” hükmü nedeniyle ortağı olduğu şirketten tahsil edilemeyen kamu alacağından sermaye hissesi oranında sorumlu bulunan davacı adına sermaye hissesi oranında düzenlenen ödeme emirlerinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddeden Vergi Mahkemesi kararının; 5766 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin iptali istemiyle Anayasa Mahkemesinde açılan davanın sonucunun beklenmesi gerektiği, kendisinden önce şirketin kanuni temsilcisinin takip edilmesi gerektiği, ortaklığa giriş tarihinden önceki borçlardan geçmişe dönük olarak sorumlu tutulamayacağı, ödeme emrine konu alacakların zaman aşımına uğramış olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, (…) Ltd. Şti.’nin tahakkuk eden vergilerinin vadesinde ödenmemesi üzerine şirket hakkında mal varlığı araştırması yapıldığı, ancak yapılan araştırmalarda adı geçen şirketin herhangi bir mal varlığına rastlanılmadığından, şirketten tahsil edilemeyen vergi borçlarının 5766 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesi hükmüne dayanılarak 6183 sayılı Kanun’un 35. maddesi uyarınca davacı adına şirket ortağı sıfatıyla dava konusu ödeme emirlerinin düzenlenildiği anlaşılmıştır.

Olayda uyuşmazlığın çözümü için öncelikle 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 35. maddesinde 5766 sayılı Kanun ile yapılan değişikliklerden sonra oluşan hukuki durumun irdelenmesi gerekmektedir.

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 35. maddesinde, 29.07.1998 yürürlük tarihi itibarıyla, 4369 sayılı Kanun’un 21. maddesi uyarınca yapılan değişiklikle, “Limited şirket ortakları, şirketten tahsil imkanı bulunmayan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar” hükmü yer almakta iken, anılan madde 5766 sayılı Kanun’un 3. maddesi ile yeniden düzenlenmiş ve yapılan değişiklik ile limited şirket ortaklarının, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olacakları ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulacakları, 2. fıkrasında ise, ortağın şirketteki sermaye payını devretmesi halinde, payı devreden ve devralan şahısların, devir öncesine ait amme alacaklarının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu oldukları belirtilmiş, amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gereken zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden birinci fıkra hükmüne göre müteselsilen sorumlu tutulmuşlardır.

5766 sayılı Kanun’un yürürlük maddesi olan 27. maddesi uyarınca, 6183 sayılı Kanun’un 35. maddesinde yapılan değişiklikler, 5766 sayılı Kanun’un Resmi Gazete’de yayımlandığı tarih olan 06.06.2008 itibariyle yürürlüğe girmiştir.

Öte yandan, 5766 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinde, “Bu Kanunla 6183 sayılı Kanunda yapılan değişiklikler ve eklenen hükümler, hükümlerin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla tahsil edilmemiş bulunan amme alacakları hakkında da uygulanır” denildiğinden, yukarıda belirtilen değişiklikler ve getirilen yeni hükümler, yürürlük tarihinden sonra doğacak amme alacakları için uygulanacağı gibi daha önce doğmuş olup, yürürlük tarihi itibarıyla halen ödenmemiş amme alacakları için de uygulanacağı sonucunu doğurmaktadır.

Ancak 5766 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin Anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla anılan maddenin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesince verilen 28.04.2011 tarih ve E. 2009/39, K. 2011/68 sayılı karar ile 5766 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline, iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazete’de yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına hükmedildiği, yürürlüğün durdurulmasına ilişkin kararın da 14.05.2011 tarih ve 27934 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği anlaşılmaktadır.

Anayasa yargısında yürürlüğü durdurma, yetkili bir yargı organınca Anayasaya uygunluk denetimi yapılmakta olan bir kuralın henüz esas yönünden incelenmesi yapılmadan ya da esas yönden incelemesi yapılarak Anayasa aykırı bulunduktan sonra kararın yazılıp iptal hükmü yürürlüğe girinceye değin yürürlüğün askıya alınmasıdır. Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümlerinin, iptal kararlarının Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihe kadar uygulanmasının istenilmediği durumlarda iptal kararı ile birlikte yürürlüğün durdurulması kararı verilerek yürürlüğü askıya alınmalıdır.

5766 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin yürürlüğünün durdurulmasına ilişkin kararın 14.05.2011 tarih ve 27934 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiği görüldüğünden, 5766 sayılı Kanun ile 6183 sayılı Kanunda yapılan ve vergi borcundan sorumlu tutulan şahıslar hakkında önceden var olmayan bir takım yeni sorumluluk yolları ve yeni sorumluluk kriterleri getiren değişikliklerin, artık henüz tahsil edilmeyen amme alacakları için de geriye yürütülerek söz konusu alacakların tahsiline ilişkin olarak yapılacak işlemlere uygulanma imkanı bulunmamaktadır.

Bu nedenle, uyuşmazlığın, davacının sorumlu tutulduğu kamu alacağının ait olduğu dönemlerde yürürlükte bulunan 6183 sayılı Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun’un 35. maddesi uyarınca çözümlenmesi gerekmektedir.

6183 sayılı Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun’un vergisi uyuşmazlık konusu olan dönemlerde yürürlükte bulunan 35. maddesinde 4369 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle yapılan ve 29.07.1998 tarihinde yürürlüğe giren değişiklikle, limited şirket ortaklarının, şirketten tahsil olanağı bulunmayan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu oldukları ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulacakları ifade edilmiştir.

Bu düzenlemeye göre, ödeme emri ile takip edilen kamu alacakları hangi vergilendirme dönemine ilişkin olarak tahakkuk etmiş ise, şirket hakkındaki kanuni takip yolları tüketilmek koşuluyla bunların ödenmemesinden de yine aynı dönemde ortak olan kişinin sadece ortak olduğu dönemlerle sınırlı olarak sorumlu olacağı sonucuna ulaşılmaktadır.

Öte yandan, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesinde, tüzelkişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzelkişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirileceği, yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı, temsilciler veya teşekkülü idare edenlerin bu suretle ödedikleri vergiler için asıl mükelleflere rücu edebilecekleri hükmüne yer verilmiştir.

Türk Ticaret Kanunu’nun 540. maddesinin birinci fıkrasında, aksi kararlaştırılmış olmadıkça ortakların hep birlikte müdür sıfatıyla şirket işlerini idareye ve şirketi temsile mezun ve mecbur oldukları, ikinci fıkrasında ise şirket mukavelesi veya umumi heyet kararı ile şirketin idare ve temsilinin ortaklardan bir veya birkaçına bırakılabileceği belirtilmiştir.

213 sayılı Kanun’un 10. maddesi ile 6183 sayılı Kanun’un 35. maddesinin birlikte değerlendirilmesinden; limited şirketin vergi borcunun öncelikle şirketin mal varlığından tahsiline çalışılması, vergi borcunun şirketten tahsilinin olanaksız olduğunun tespit edilmesi halinde ise, vergilendirme ile ilgili ödevleri yerine getirmekle sorumlu bulunmasına karşın, bu ödevleri yerine getirmeyen kanuni temsilcilerin takip edilmesi gerekmekte, şayet kanuni temsilcinin varlığından da vergi borcu tahsil edilemezse, ancak bu aşamada ortağın ilgili olduğu döneme göre sermaye miktarı veya sermaye hissesi gözönünde bulundurularak takip edilmesi mümkündür.

İncelenen dosyada davalı idarece, vergi borcunun şirketten tahsilinin olanaksız hale geldiğinin anlaşılması üzerine şirketin kanuni temsilcisi adına ödeme emirleri düzenlendiği, daha sonra ortak olan davacının takip edildiği belirtilmiş olup; Vergi Mahkemesince, şirketten tahsil edilemeyen kamu alacağının şirket ortağına başvurulmadan önce şirketin kanuni temsilcisi nezdinde yapılan takibat neticesinde tahsilinin gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği hususunun araştırılması ve bunun sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiğinden, Vergi Mahkemesince böyle bir araştırma yapılmaksızın davanın reddine karar verilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulüne, Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına oybirliğiyle karar verildi.

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu

Tarih    : 30.01.2013

Esas No         : 2011/102

Karar No        : 2013/21

2577 s. İYUK Md. 7, 11

DAVA AÇMA SÜRESİ İÇİNDE VERGİ İDARESİNE BAŞVURULMASININ DAVA AÇMA SÜRESİNİ DURDURMAYACAĞI GİBİ BU SÜREYİ KESMEYECEĞİ

Cezaya veya vergilendirmeye karşı ancak, ihbarnamenin tebliğinden başlayarak otuz gün içinde yetkili vergi mahkemesinde dava açılabileceği, bu süre içinde vergi idaresine yapılan başvuruların, cezaya veya vergilendirmeye karşı açılacak davaya ilişkin dava açma süresini durdurucu etki yapmayacağı gibi bu süreyi kesmeyeceği hk.

İstemin Özeti: Beyannamelerini vermeyen davacı adına takdir komisyonu kararlarına dayanılarak 2002 yılının tüm dönemleri için aranmayan geçici vergiler üzerinden gecikme faizi eklenmeden kesilen bir kat vergi ziyaı cezaları davaya konu yapılmıştır.

Davayı inceleyen Vergi Mahkemesi; (…) Memba Suyu İşletmesinin (…) Belediye Başkanlığınca 22.10.1997 tarihinde kiraya verilmesi nedeniyle bu tarihten itibaren Belediye tarafından işletilen bir işletmenin varlığından söz edilemeyeceğinden, Belediye tarafından elde edilen kira gelirinin Belediyeye ait iktisadi kamu müessesesinin ticari kazancı olduğu görüşüyle hesaplanan geçici vergi üzerinden kesilen vergi ziyaı cezalarında hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle kaldırmıştır.

Vergi İdaresinin temyiz istemini inceleyen Danıştay Üçüncü Dairesi, 08.03.2010 günlü ve E: 2008/392, K: 2010/615 sayılı kararıyla; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlerin ilgilisine duyurulduğu ihbarnamelerde yer alan vergi ve cezalara karşı, ihbarnamenin tebliğ tarihinden başlayarak 2577 sayılı Yasa’da öngörülen otuz günlük sürede dava açılması gerektiği ve diğer başvuruların, tarhiyata karşı başlamış olan dava açma süresini durdurmayacağı, vergi ziyaı cezasının duyurulduğu ihbarnamelerin 13.12.2006 tarihinde davacıya tebliği üzerine yargı yerlerince çözüme kavuşabilecek söz konusu vergilendirmeye karşı otuz günlük süre içinde vergi mahkemesinde dava açılması gerekirken, 15.12.2006 tarihinde söz konusu ihbarnamelerin iptali istemiyle Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı’na başvurulduğu ve bu kurumun olumsuz yanıtının davacının iddiasına göre 13.02.2007 tarihinde tebliği üzerine 06.03.2007 tarihinde vergi ziyaı cezasının kaldırılması istemiyle dava açıldığı, Maliye Bakanlığına yapılan başvurunun reddine ilişkin işleme karşı değil, ihbarnameyle duyurulan cezaya karşı açıldığı anlaşılan, vergi mahkemesince de bu şekilde nitelenen davanın süresinde açılıp açılmadığı değerlendirilmeksizin işin esasına girilerek karar verilmesi hukuka uygun düşmediği gerekçesiyle kararı bozmuştur.

Bozma kararına uymayan Vergi Mahkemesi; ilk kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeye ek olarak, 2577 sayılı Kanun’un 11. maddesine göre açılan davanın süresinde olduğu gerekçesiyle ilk kararında ısrar etmiştir.

Israr kararı vergi idaresi tarafından temyiz edilmiş ve vergilendirmenin hukuka uygun
olduğu ileri sürülerek bozulması istenmiştir.

Karar: Beyannamelerini vermeyen davacı adına takdir komisyonu kararlarına dayanılarak 2002 yılının tüm dönemleri için aranmayan geçici vergiler üzerinden gecikme faizi eklenmeden kesilen bir kat vergi ziyaı cezalarına karşı açılan davada, vergi ziyaı cezasına ilişkin ihbarnamelerin tebliği üzerine 2577 sayılı Kanun’un 11. maddesi uyarınca yapılan başvurunun reddi üzerine açılan davanın süresinde olduğunun kabulü ile davaya konu cezaların kaldırmasına ilişkin vergi mahkemesinin ısrar kararı vergi idaresi tarafından temyiz edilmiştir.

İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinde, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde vergi mahkemelerinde otuz gün olduğu, bu sürenin, vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıklarda; tahakkuku tahsile bağlı olan vergilerde tahsilatın; tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin, tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin, tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağı hükme bağlanmıştır. Bu sürenin herhangi bir idari başvuru yolu ile kesilmesini öngören bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle cezaya veya vergilendirmeye karşı ancak, ihbarnamenin tebliğinden başlayarak otuz gün içinde yetkili vergi mahkemesinde dava açılabilir. Bu süre içinde vergi idaresine yapılan başvurular, cezaya veya vergilendirmeye karşı açılacak davaya ilişkin dava açma süresini durdurucu etki yapmadığı gibi bu süreyi kesmemektedir.

Davaya konu vergi ziyaı cezalarının duyurulduğu ihbarnamelerin davacıya 13.12.2006 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine yargı yerlerince çözüme kavuşabilecek söz konusu cezaya karşı otuz günlük süre içinde vergi mahkemesinde dava açılması gerekirken, 15.12.2006 tarihinde ihbarnamelerin iptali istemiyle Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı’na yapılan başvuruya verilen olumsuz yanıtının 13.02.2007 tarihinde tebliğinden sonra 06.03.2007 tarihinde vergi ziyaı cezasının kaldırılması istemiyle dava açıldığı saptanmaktadır.

İhbarnamede duyurulan vergi ziyaı cezalarına karşı açılacak idari dava süresinin, ihbarnamenin tebliğ edildiği tarihe göre belirlenmesi, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesindeki düzenleme gereği olduğundan, vergi ziyaı cezalarına karşı dava açma süresinin hesabında, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 11. maddesinin uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla 13.12.2006 tarihinde tebliğ edilen ihbarname ile duyurulan vergi ziyaı cezalarına karşı otuz gün olan dava açma süresi geçirildikten sonra 06.03.2007 tarihinde vergi mahkemesi kaydına giren dilekçe ile açılan dava süresinde olmadığından, davayı süresinde kabul ederek uyuşmazlığın esasını inceleyen vergi mahkemesi ısrar kararı hukuka uygun görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile Vergi Mahkemesinin ısrar kararının bozulmasına, yeniden verilecek kararda karşılanacağından, yargılama giderleri yönünden hüküm kurulmasına gerek bulunmadığına oyçokluğu ile karar verildi(*).


(*)         X- KARŞI OY: Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, temyize konu kararın ısrar hükmünün dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçe karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından, ısrar hükmü yönünden temyiz isteminin reddi ile kesilen cezanın kaldırılmasına ilişkin hüküm fıkrasının incelenmesi için dosyanın Danıştay Üçüncü Dairesine gönderilmesi gerektiği oyu ile karara katılmıyoruz.