DANIŞTAY KARARLARI

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi

Tarih    : 12.02.2013

Esas No         : 2012/3673

Karar No : 2013/2597

1475 s. İş K. Md. 14

4857 s. İş K. Md. 41

1- SİGORTALILIK SÜRESİ VE PRİM GÜNÜ ŞARTINI SAĞLAYAN İŞÇİNİN İŞTEN AYRILDIKTAN SONRA BAŞKA BİR İŞTE ÇALIŞMAYA BAŞLAMASI HALİNDE KIDEM TAZMİNATI

2- FAZLA ÇALIŞMA ÜCRETLERİNİN AYLIK ÜCRETE DAHİL EDİLMİŞ OLMASI

1- Sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayan işçinin, iş sözleşmesini emeklilik sebebine dayalı olarak feshetmesine rağmen, başka bir işte çalışmaya başlaması, kanuni hakkın kötüye kullanımı şeklinde ise kıdem tazminatına hak kazanamaz. Ancak çalışmakta olduğu işyerinde yıpranmış olan ve bu arada sigortalılık yılı ile prim ödeme süresine ilişkin yükümlülüklerini tamamlayan işçinin, kendisi için çalışma koşullarının daha olumlu olduğunu düşündüğü bir işyerinde çalışma amacı ile bu hakkını kullanması halinde dürüstlük kuralına aykırı davrandığı kabul edilemez.

2- Haftalık kırkbeş saati aşan çalışmalar fazla çalışma olup, taraflar arasında imzalanan iş sözleşmesinde fazla çalışma ücretlerinin aylık ücrete dahil olduğunun kabul edilmiş olması halinde, işçi ancak yılda ikiyüzyetmiş saati aşan fazla çalışma süresi yönünden ücret talep edebilecektir.

İstemin Özeti: Davacı, davalıya ait işyerinde 19.01.2002-19.02.2010 tarihleri arasında çalıştığını, işyerinde fazla çalışma yapmasına rağmen bu çalışma karşılığı ücret alacaklarının ödenmemesi nedeni ile iş sözleşmesini haklı sebebe dayalı feshettiğini ileri sürerek, kıdem tazminatı ile fazla çalışma ücret alacağının tahsilini istemiştir.

Davalı, davacının 05.02.2010 tarihli dilekçesi ile emeklilik sebebi ile işten ayrıldığını bildirdiğini, belirtilen bu fesih sebebi ile bağlı olduğunu, işyerinde fazla çalışma yapılmadığını savunarak, davanın reddini talep etmiştir.

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının emekli olacağına ilişkin dilekçeyi davalı işverene verdikten üç gün sonra A... Bank A.Ş.’de operasyon müdür yardımcısı olarak göreve başladığı, fesih dilekçesini vermiş olduğu 05.02.2010 tarihinde bildirmiş olduğu emeklilik düşüncesinin aksine A... Bank A.Ş.’de çalışma düşüncesiyle iş sözleşmesini sonlandırdığı, bu hususun hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu gerekçesiyle kıdem tazminatı isteminin reddine karar verilmiş, davacının fazla çalışma iddiasını tanık beyanları ile ispatladığı kabul edilerek de bu talep yönünden davanın kısmen kabulü yönünde hüküm kurulmuştur.

Kararı davacı ve davalı vekilleri temyiz etmiştir.

Karar: 1- Davacının temyiz itirazları yönünden;

a-) İş sözleşmesinin işçi tarafından yaşlılık aylığı tahsisi amacıyla feshedilip feshedilmediği ve buna göre kıdem hakkının doğup doğmadığı konularında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 120. maddesi yollamasıyla, halen yürürlükte olan 1475 sayılı Kanun’un 14. maddesinin birinci fıkrasının dördüncü bendinde, işçinin bağlı bulunduğu kurum veya sandıktan yaşlılık, emeklilik veya malullük aylığı yahut toptan ödeme almak amacıyla ayrılması halinde, kıdem tazminatına hak kazanılabileceği hükme bağlanmıştır. O halde anılan hüküm uyarınca, fesih bildiriminde bulunulabilmesi için işçinin bağlı bulunduğu kurum veya sandıktan yaşlılık, emeklilik, malullük ya da toptan ödemeye hak kazanmış olması şarttır.

4447 sayılı Kanun’un 45. maddesi ile 1475 sayılı Kanun’un 14. maddesinin birinci fıkrasına (5) numaralı bent eklenmiştir. Anılan hükme göre, işçinin emeklilik konusunda yaş hariç diğer kriterleri yerine getirmesi halinde kendi isteği ile işten ayrılması imkânı tanınmıştır. Başka bir anlatımla, sigortalılık süresini ve prim ödeme gün sayısını tamamlayan işçi, yaş koşulu sebebiyle emeklilik hakkını kazanamamış olsa da, anılan bent gerekçe gösterilmek suretiyle işyerinden ayrılabilecek ve kıdem tazminatına hak kazanabilecektir. Ancak, işçinin işyerinden ayrılmasının yaş hariç emekliliğe dair diğer kriterleri tamamlaması üzerine çalışmasını sonlandırması şeklinde gelişmesi ve bu durumu işverene bildirmesi gerekir.

Somut olayda, davacı işverene ibraz ettiği 05.02.2010 tarihli dilekçesinde onbeş yıl ve üçbinaltıyüz gün sigortalılık süresini doldurduğunu belirterek, emeklilik işlemlerini başlatmak amacı ile iş sözleşmesini sona erdirdiğini bildirmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun 05.02.2010 tarihli yazısı ile de, davacının onbeş yıl ve üçbinaltıyüz gün sigortalılık süresini doldurduğu ellisekiz yaşını tamamladığı 25.03.2031 tarihinde yaşlılık aylığına hak kazanacağı sabittir.

Davacının bildirmiş olduğu bu fesih sebebi ile bağlı olduğuna ilişkin mahkeme kabulünde isabetsizlik bulunmamaktadır. Ancak işçinin, iş sözleşmesini emeklilik sebebine dayalı olarak feshetmesine rağmen, başka bir işte çalışmaya başlamasının kanuni hakkın kötüye kullanımı olup olmadığı uyuşmazlığın çözümü açısından tartışılması gereken noktayı oluşturmaktadır.

İşçinin emeklilik sebebi ile iş sözleşmesini feshetmesinden kısa bir süre sonra, yeniden çalışmasını gerektirecek durumlar ortaya çıkabileceği gibi, işçinin bu hakkını kendisi için daha olumlu sonuçlar doğurabileceğini düşündüğü bir başka işyerinde çalışma amacı ile de kullanması mümkündür. Sosyal Güvenlik Hukuku alanında, yaş koşulunu da gerçekleştirmek sureti ile emekli olan işçilere sigorta destek primi ödeyerek çalışma imkanı tanındığı da dikkate alındığında, 1475 sayılı Kanun’un 14/1-5. maddesindeki düzenleme açısından, kanun koyucunun amacının işçinin çalışma yaşamını aktif olarak sonlandırması olduğundan bahsedilemez. Çalışmakta olduğu işyerinde yıpranmış olan ve bu arada sigortalılık yılı ile prim ödeme süresine ilişkin yükümlülüklerini tamamlayan işçinin, kendisi için çalışma koşullarının daha olumlu olduğunu düşündüğü bir işyerinde çalışma amacı ile bu hakkını kullanması halinde Medeni Kanun’un 2. maddesinde öngörülen dürüstlük kuralına aykırı davrandığı kabul edilemez. Kanun ile tanınmış emeklilik sebebi ile fesih hakkının kullanması ile birlikte kıdem tazminatına hak kazanılacağının kabulü gerekir, işçinin hangi amaçla bu hakkı kullandığı, kıdem tazminatına hak kazanması açısından önem arz etmemektedir. Bu sebeple davacının kıdem tazminatı isteminin kabulü gerekirken reddine karar verilmesi isabetsizdir.

b-) Kabule göre de; fazla çalışma ücret alacağı yönünden, davacı ilk dava dilekçesinde talep ettiği miktarı 22.06.2011 tarihli ıslah dilekçesi ile arttırmış olmasına rağmen ilk dava dilekçesinde talep edilen miktar üzerinden karar verilmesi hatalı olup bu sebeple de kararın bozulması gerekmiştir.

2- Davalının temyiz itirazları yönünden ise; fazla çalışma ücretlerinin hesabı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 41. maddesine göre haftalık kırkbeş saati aşan çalışmalar fazla çalışma sayılır. İş sözleşmelerinde fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olduğu yönünde kurallara sınırlı olarak değer verilmelidir. Dairemiz, yıllık ikiyüzyetmiş saatle sınırlı olarak söz konusu hükümlerin geçerli olduğunu kabul etmektedir.

Taraflar arasında imzalanan iş sözleşmesinde fazla çalışma ücretlerinin aylık ücrete dahil olduğu kabul edilmiştir. Bu durumda davacı ancak yılda ikiyüzyetmiş saati aşan fazla çalışma süresi yönünden ücret talep edebilecektir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda, bu husus dikkate alınmaksızın hesaplama yapılmıştır. Eksik incelemeye dayalı karar verilmesi de hatalı olup, bu husus ayrı bir bozma sebebi olarak kabul edilmiştir.

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı bozulmasına, oybirliğiyle karar verildi.

 

Danıştay 4. Dairesi

Tarih    : 07.02.2013

Esas No         : 2012/6286

Karar No : 2013/462

VUK Mük. Md. 355

GEÇMİŞ DÖNEMLERİ KAPSAYACAK ŞEKİLDE MÜKELLEFİYET TESİSİ HALİNDE GEÇMİŞ DÖNEMLERE İLİŞKİN BEYANNAMELERİN DURUMU

Geçmiş dönemleri kapsayacak şekilde vergi mükellefiyeti tesis edilmesi halinde, işe başlama tarihi ile mükellefiyetin tesis edildiği tarih arasındaki dönemler için elektronik ortamda beyanname vermesi hukuken ve fiilen mümkün olmayan mükellef adına beyanname verme yükümlülüğünün ihlali nedeniyle ceza kesilemeyeceği hk.

İstemin Özeti: Davacı adına elektronik ortamda beyanname verme yükümlülüğünün ihlali nedeniyle 2007/12 ve 2008 yılının muhtelif dönemleri için kesilen özel usulsüzlük cezalarının kaldırılması istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesinin kararıyla; söz konusu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde ceza kesileceği hususu davacıya yazılı olarak bildirilmeden kesilen özel usulsüzlük cezalarında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu cezaların kaldırılmasına karar verilmiştir. Davalı idare, kesilen cezanın hukuka uygun olduğunu ileri sürerek kararın bozulmasını istemektedir.

Karar: 213 Vergi Usul Kanunu’nun 3. maddesinde, vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu, vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin yemin hariç her türlü delille ispatlanabileceği, iktisadi, ticari ve teknik icaplara uymayan veya olayın özelliklerine göre normal ve mutad olmayan bir durumun iddia olunması halinde ispat külfetinin bunu iddia eden tarafa ait olacağı hükme bağlanmıştır.

Aynı Kanun’un “Yetki” başlıklı mükerrer 257. maddesinin 4. fıkrasında, “… vergi beyannameleri ve bildirimlerin, şifre, elektronik imza veya diğer güvenlik araçları kullanmak suretiyle internet de dahil olmak üzere her türlü elektronik bilgi iletişim araç ve ortamında verilmesi, beyanname ve bildirimlerin yetki verilmiş gerçek veya tüzel kişiler aracı kılınarak gönderilmesi hususlarında izin vermeye veya zorunluluk getirmeye, beyanname, bildirim ve bilgilerin aktarımında uyulacak format ve standartlar ile uygulamaya ilişkin usul ve esasları tespit etmeye, bu zorunluluğu beyanname, bildirim veya bilgi çeşitleri, mükellef grupları ve faaliyet konuları itibarıyla ayrı ayrı uygulatmaya Maliye Bakanlığı’nın yetkili olduğu” hükmüne yer verilmiş, mükerrer 355. maddesinde ise, bu Kanun’un 86, 148, 149, 150, 256 ve 257. maddelerinde yer alan zorunluluklar ile mükerrer 257. madde uyarınca getirilen zorunluluklara uymayanlar hakkında özel usulsüzlük cezası kesileceği belirtilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, gayrimenkullerle ilgili olarak tapu sicil müdürlüklerince doldurulan bilgi formlarından ve elektronik ortamda yapılan sorgulama sonuçlarından hareketle, davacının 10.05.2005 ila 19.12.2008 tarihleri arasında yapmış olduğu taşınmaz satışları nedeniyle bu döneme ilişkin ticari kazanç mükellefiyetinin açılış ve kapanışının yapılması gerektiği yolundaki 25.10.2010 tarihli yazıya istinaden davacı adına mükellefiyet tesis edilerek ilgili dönem beyannamelerini vermemesi nedeniyle dava konusu özel usulsüzlük cezalarının kesildiği anlaşılmıştır.

Mükellefin işe başladığı tespit edilen tarih esas alınarak, geçmiş dönemleri de kapsayacak şekilde mükellefiyet tesis edilmesi halinde, işe başlama tarihi ile mükellefiyetin tesis edildiği tarih arasındaki dönemlerde elektronik ortamda beyanname verilmesi hukuken ve fiilen mümkün olmadığından dava konusu özel usulsüzlük cezalarını kaldıran Mahkeme kararında hukuka aykırılık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin reddine ve kararın yukarıda belirtilen gerekçeyle onanmasına, oyçokluğuyla karar verildi(*).

(*)         KARŞI OY: Davacının gayrimenkul alım satımı faaliyetinde bulunduğu halde ilgili dönem beyannamelerini elektronik ortamda vermemesi üzerine kesilen özel usulsüzlük cezalarını, yazılı bildirim olmadığı gerekçesiyle kaldıran mahkeme kararı davalı idare tarafından temyiz edilmiştir.

             İdari düzenlemeler uyarınca kapsama alınan mükellefler açısından fiziki ortamda beyanname kabulüne son verildiği ve beyanname verme yükümlülüğünün niteliği itibarıyla mükerrer 355. maddenin birinci fıkrasında yer alan yasal düzenlemelerde olduğu gibi bilginin ibrazı ödevi niteliğinde olmadığı dikkate alındığında, elektronik ortamda beyanname verme yükümlülüğü için yazılı bildirim şartının aranmayacağı sonucuna ulaşılmaktadır.

             Dosyanın incelenmesinden, davacının 2004, 2005, 2006 ve 2008 yıllarında aldığı gayrimenkulleri 2005, 2007 ve 2008 yıllarında sattığı, dolayısıyla belirli bir ticari organizasyon dahilinde sürekli olarak ve kâr amacı güderek yürüttüğü bu faaliyetin ticari faaliyet niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.

             Bu nedenle, kayıt dışı olarak ticari faaliyette bulunduğu tespit edilen davacı adına geçmiş dönemlere ilişkin olarak elektronik ortamda beyanname verme yükümlülüğünün ihlali nedeniyle özel usulsüzlük cezası kesilmesinde yasaya aykırılık bulunmadığından cezayı kaldıran Mahkeme kararının bozulması gerektiği görüşüyle karara karşıyım.

 

 

 

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu

Tarih    : 26.09.2012

Esas No         : 2012/168

Karar No  : 2012/322

VUK Md. 10

DERNEĞİN KANUNİ TEMSİLCİSİNİN DERNEĞİN TASFİYESİ SONA ERDİKTEN SONRA SALINAN VERGİ BORÇLARINDAN SORUMLULUĞU

Derneğin tasfiyesi tamamlanarak tüzel kişiliği sona erdikten sonra adına salınan vergilerin tahakkuk ettiği halde vadesinde ödenmemesi nedeniyle, kamu alacağının dernekten tahsil olanağının bulunmadığı ileri sürülerek kanuni temsilcisinden tahsili amacıyla ödeme emri düzenlenmesinde ve düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolundaki ısrar kararında hukuka uygunluk bulunmadığı hk.

Davanın Özeti: Turgutlu (…) Derneği’nin ödenmeyen vergi borçlarının kanuni temsilcisi olan davacıdan tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emirleri davaya konu yapılmıştır.

Davayı inceleyen Vergi Mahkemesi; borçlu dernek hakkında icra takibinin tamamlandığı ve yapılan malvarlığı araştırmasında herhangi bir menkul, gayrimenkul, hak ve alacağının bulunmadığı anlaşıldığından, kamu alacağının ilgili dönemlerde kanuni temsilci olan davacıdan Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesi uyarınca ödeme emriyle istenmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.

Davacının temyiz istemini inceleyen Danıştay Dokuzuncu Dairesi, 15.11.2011 günlü ve E. 2008/8068, K. 2011/7677 sayılı kararıyla; 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesi uyarınca kanuni temsilci adına takip yapılabilmesi için öncelikle tüzel kişilik adına hukuka uygun olarak yapılmış bir vergileme bulunması ve usulüne uygun olarak yapılan tüm takip yollarına karşın tüzel kişilikten amme borcunun tamamının veya bir kısmının tahsil edilememiş olması gerektiği, (…) Kaymakamlığı İlçe Dernekler Büro Şefliği’nin (…) tarih ve (…) sayılı yazısında, davacı adına düzenlenen ödeme emri içeriği vergi borçlarının asıl borçlusu olan Turgutlu (…) Derneği’nin 30.04.2005 tarihinde yapılan genel kurulunda feshine karar verildiği ve tasfiyesinin yapıldığının belirtildiği, dernek adına yapılan cezalı tarhiyata ilişkin takdir komisyonu kararlarının 08.07.2005 tarihli, vergi ceza ihbarnamelerinin ise 22.07.2005 tarihli olduğu dikkate alındığında borçlu derneğin tasfiyesi tamamlanıp hukuk aleminden kalktıktan sonra adına vergileme yapıldığı sonucunun ortaya çıktığı, bu durumda; tüzel kişiliği sona eren derneğe ait olup, söz konusu dernekten tahsil olanağının bulunmadığı ileri sürülen vergi borcunun tahsili amacıyla, kanuni temsilci sıfatıyla davacı adına ödeme emri düzenlenmesinde ve bunun iptali istemiyle açılan davayı reddeden vergi mahkemesi kararında isabet görülmediği gerekçesiyle kararı bozmuştur.

Bozma kararına uymayan Vergi Mahkemesi, ilk kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeye ek olarak, dernek adına düzenlenen ihbarnamelerin 27.03.2006 tarihinde dernek başkanı olan davacıya tebliği üzerine davacı tarafından, 4811 sayılı Kanun’dan yararlanmak amacıyla 24.05.2006 tarihinde başvuruda bulunulduğu gerekçesiyle ilk kararında ısrar etmiştir.

Israr kararı davacı tarafından temyiz edilmiş ve vergilendirmenin derneğin tasfiyesinin tamamlanmasından sonra yapıldığı, derneğin usulüne uygun şekilde takibinin tamamlanmasından sonra kanuni temsilcinin takip edilebileceği, alacağın zamanaşımına uğradığı ileri sürülerek bozulması istenmiştir.

Karar: Turgutlu (…) Derneği’nin ödenmeyen vergi borçlarının kanuni temsilcisi olan davacıdan tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emirlerine karşı açılan davanın reddi yolundaki ısrar kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesinin birinci fıkrasında, tüzelkişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzelkişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevlerin kanuni temsilcileri, tüzelkişiliği olmayan teşekküllerin idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirileceği, ikinci fıkrasında, birinci fıkrada yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacakların, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınacağı, son fıkrasında ise tüzelkişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmalarının, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını da kaldırmayacağı hükme bağlanmıştır.

Kanuni temsilcilerin ödevini ve bu ödevlerin yerine getirilmemesi halinde sorumluluklarını düzenleyen 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesi uyarınca kanuni temsilcinin takip edilebilmesi için öncelikle asıl borçlu tüzel kişilik adına hukuka uygun olarak yapılmış bir vergilendirme bulunması, bu vergilendirmenin kesinleşmesi ve tüzel kişiden usulüne uygun şekilde aranmasına karşın borcun tamamı veya bir kısmının tahsil edilememiş olması gerekmektedir. Bu sorumluluk tüzel kişiliğin tasfiyeye girmesi ya da tasfiye edilmesi halinde tasfiyeden önceki dönemlere ait olan vergilendirmeler açısından devam etmekle birlikte, tasfiyesi tamamlandıktan sonra yapılacak vergilendirmeleri ise; tasfiyesi tamamlanarak hukuk aleminden kalkan tüzelkişilik adına vergilendirme yapılamaması nedeniyle kapsamamaktadır.

Dosyada bulunan belgelerden, davacı adına düzenlenen ödeme emri içeriği vergi borçlarının asıl borçlusu olan Turgutlu (…) Derneği’nin 30.04.2005 tarihinde yapılan genel kurulunda feshine karar verildiği ve 13.06.2005 tarihinde düzenlenen tutanak ile fesih işlemlerinin tamamlandığı anlaşılmaktadır.

Ödeme emirlerine konu borçların ait olduğu dönemlere ilişkin katma değer vergisi beyannamelerinin yasal süresinde verilmemesi nedeniyle takdire sevki üzerine 08.08.2005 tarihli takdir komisyonu kararlarına dayanılarak dernek adına yapılan cezalı tarhiyatı bildiren 22.07.2005 tarihli vergi ceza ihbarnamelerinin 27.03.2006 tarihinde dernek başkanı olan davacıya tebliğ edildiği dikkate alındığında borçlu derneğin tasfiyesi tamamlanıp hukuk aleminden kalktıktan sonra adına vergileme yapıldığı sonucu ortaya çıkmaktadır.

Bu durumda; tüzel kişiliği sona eren dernek adına yapılan vergilendirmeye dayalı kamu alacağının dernekten tahsil olanağının bulunmadığı ileri sürülerek kanuni temsilcisi olan davacıdan tahsili amacıyla ödeme emri düzenlenmesinde ve düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolundaki ısrar kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin kabulü ile Vergi Mahkemesinin ısrar kararının bozulmasına, oyçokluğu ile karar verildi(*).

(*)         KARŞI OY: Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, ısrar kararının dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçe karşısında yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından, istemin reddi gerektiği oyu ile karara katılmıyoruz.

 

Yazarlar : '- -'